Yurt dışında ön yargıyı 'Aşık Veysel' ile aşarız

Kendi gelmeden adı gelmişti. Adını duyunca bazı meslektaşlarım kahkahalarla gülmüşlerdi: Nepomuk. Bu isim Viyana’da bir kilise, meydan ve bir aziziın adı olarak bilinmektedir. Birisinin isminin Nepomuk olacağını düşünmemişlerdi. Onun için de bazı meslektaşlarım gülmüşler, “Bu ne biçim isim?” demişlerdi.

Bize çalışmaya gelmiş olan Nepomuk ise bir hukuk öğrencisidir ve tatilinde bir ay çalışacaktır. Yapacağı işi öğretme görevi bana verilmişti. Kısa tanışma faslından sonra çalışmaya başladık. Ben işim gereği telefonlara cevap veriyor, o ise beni dinliyordu. Kısa bir mesleki iç eğitimdi. Nepomuk’un çalışmaya başladığı günün ilk saatlerinde özel bir telefonum gelmişti. Yıllardır beni aramayan bir arkadaşımın Türkiye’den aradığını söyledim. Ona kısa süreliğine dışarı çıkmam gerektiğini söyledim. İşte o ana kadar kimsin, necisin, nereden gelir, nereye gidersin dememiştik henüz birbirimize. Bana çok güzel bir Türkçe ile “Derdimi Dökersem Derin Dereye türküsünü biliyor musun?” diye sordu. Avusturyalı genç bir hukuk öğrencisi bana köyümün türküsünü soruyordu. Gelen telefonu da unutmuştum. “Sen nereden biliyorsun bu türküyü” dememe kalmadı, ikinci türkü ismini de yapıştırdı: “Anlatmam Derdimi Dertsiz İnsana türküsünü biliyor musun peki?” diye sormaz mı! Beni sınavdan mı geçiriyordu acaba diye düşündüm bir an. Bana doğduğum büyüdüğüm, suyunu içtiğim, havasını teneffüs ettiğim, dağlarında çobanlık yaparken her taşını, her çalısını, ağacını tanıdığım köyümün yetiştirdiği Aşık Veysel'in türkülerini soruyordu.

Ciddiydi sorularında. Bizim çocuklarımızın bilmediği altmış ve yetmişli yılların büyük pop sanatçılarını bir bir soruyordu bana. “Cem Karaca, Asu Maralman, Barış Manço, Erkin Koray” diyordu. “Kamuran Akkor”ismini on yıllar sonra onun ağzından duyuyorum. Sahi günümüzde 20 ile 30 yaş arası Kamuran Akkor’u tanır mı? İsmiyle sıradışı genç hukuk öğrencisi Türk sanatçı isimlerini bir bir sayıyor, onları tanıyıp tanımadığımı, müzik ve şarkılarıyla ilgili düşüncemi sorması şaşırtıyor beni. Bunca yıldır Avusturya’da yaşarım, genç arkadaşımın saymış olduğu Türk sanatçıların sayısının yarısı kadar Avusturyalı ses sanatçısı tanımam. Bu tanımamanın ilgisizlik olmadığını, Avusturya’nın sanatçısı ile Türkiye kadar zengin bir ülke olmadığını belirtmek isterim.

Dokuz milyona yakın nüfusu ile yüzbinlerce Türk'ün yaşadığı ülkede, değil Avusturyalı için, Türklerin üçüncü, dördüncü kuşağı için bile edebiyat, sanat ve müzik alanlarında istisnai girişimlerin dışında herhangi bir çalışmanın bulunmaması üzücüdür. Bu eksiklik birlikte yaşamayı da güçleştiren öğelerdendir. Zira kapı komşunun yazın hayatını, müziğini, kültürünü ve yaşam tarzını tanımadan uyumun olması beklenemez. Önyargılar kırılamaz. Bütün bunların bilinmediği Avusturya toplumunda açık bir Türk karşıtlığı bulunmaktadır. Bu Türk karşıtığı her seçimde bütün partiler tarafından kullanılmaktadır. Bu karşıtlığa karşı durmanın yollarından biri şüphesiz Avusturya toplumu içinde aydınlanma çalışması yapılmasıdır. Bu çalışma Türkiye Cumhuriyeti devleti, Avusturya, onların kurumları ve bireysel çabalarla olasıdır. Önceki yazılarımdan birinde günlük ırkçı söylemlerden küçük bir kesit vermiştim. Bu günlük ırkçı söylemlere karşın mutlaka güzel örnekler de yaşanmaktadır. Genç hukuk öğrencisi bu duruma örnektir. Öğrencilik yıllarında Aşık Veysel'in türküsünü, Barış Manço, Fikret Kızılok’un şarkılarını dinleyen Nepomuk, savcı, hakim veya bir avukat olduğu zamanlarda da o türkü ve şarkıların etkisi altında, önyargılardan uzak çalışmalarını sürdürecek, kararını verecektir.

Sonraki Haber