Zimbabve ve Zambiya arasında müthiş bir nehir: Zambezi

Afrika kıtasının doğal güzelliklerinden biri nehirleri... Doğal hayatın ortasından akıp gidiyor. Hatta sınır görevi de görüyor. Zimbabve ve Zambiya arasında sınırı Zambezi nehri oluşturuyor. Nehrin kuruması demek Zambezi için susuzluk demek...

Zimbabve ve Zambiya arasında sınırı oluşturan Zambezi nehri müthiş bir nehir. Zambiya’nın kuzeybatısındaki Orta Afrika platolarında, 1450 metre yükseklikte Kalene tepelerinden doğup, Angola, Botswana, Tanzanya, Namibya, Zambiya, Zimbabve, Malawi’den geçtikten sonra bir deltayla Mozambik’te Hint okyanusuna dökülüyor. Toplam 8 ülkeden geçiyor. Kollarıyla birlikte yaklaşık 1,4 milyon km2'lik bir araziyi suluyor. Zambezi nehri yaklaşık 3540 km uzunluğuyla Afrika’nın en uzun dördüncü nehri. Bazen bir deniz gibi uçsuz ve bucaksız. Dünyanın yedi harikasından biri olan Mosi-oa-Tunya (Viktorya şelaleleri), hidroelektrik enerji üretilen Kariba ve Cahora Bassa gibi iki yapay dev göle ev sahipliği yapıyor. Afrika’nın üçüncü büyük temiz su gölü ve dünyanın üçüncü en derin gölü olan Malawi gölü de Zambezi havzasında yer alıyor.

Çok yakınımızdaki anne fil, yavrusu arkasına saklandı

Coğrafi olarak Afrika’nın güneyindeki toprakların 1,390,000 km2 sini kapsayan Zambezi havzası, Kongo ve Nil nehirlerinden sonra Afrika’nın üçüncü büyük havzası ve bölgedeki birçok şehirden geçiyor, ülkeler arasında sınır oluşturuyor.[1] Ancak bu topraklara ve canlılarına hayat veren muhteşem Zambezi nehri, taştığı zaman geçtiği tüm ülkeleri suya boğarak büyük hasarlara ve can kaybına sebep oluyor, kuruduğu zaman ise susuzluğuyla can alıyor. Zambezi sorunlarının çözümü için sekiz ülkenin işbirliği şart.

Zambezi nehrinde hem kum hem de saz adacıkları var, bazı yerlerde nehir sığ, bazı yerlerde irili ufaklı çağlayanlar seviye farkı yaratıyor. Bu tür doğal engeller nedeniyle nehrin sadece 2500 km uzunluğundaki bir kısmında buharlı gemiyle taşımacılık yapılabiliyor. Nehir üzerinde dört yerde de köprülerle geçiş mümkün.

Zambezi nehri havzası

Tonga halkının “büyük su” dediği büyüleyici güzellikteki Zambezi nehrine ilk ulaşan yabancılar Araplar olmuş. 100 yıllarından itibaren nehrin alt kısımlarından yukarıya doğru ilerlemişler. 1500 yıllarında Portekizliler gelmiş. Fildişi, altın ve köle ticareti için nehri kullanmak istemişler. Nehir 1800 yıllarına kadar Zanbere olarak adlandırılıyormuş. Bu nehrin Nil nehrinin de kaynağı olduğu sanılan geniş bir iç denizden güneye doğru aktığına inanılıyormuş. Nehrin büyüsüne kapılanlardan bir de ünlü David Livingstone. Ömrünü, Nil’in kaynağını ararken Zambezi kıyılarında tüketmiş.

David Livingstone (1813-1873)

Hasta Livingston bataklıktan taşınarak geçiriliyor

Livingstone bir İskoç. Çok yoksul, çok dindar, çok çocuklu ve çok çalışan bir ailenin çocuğu. Henüz 10 yaşındayken sabahın 6’sından akşamın 8’ine kadar bir tekstil fabrikasında çalışmaya başlar. Kazancının bir kısmını hep kitaplara ayırır. Yazları çok çalışır, kışları çok okur. Sonunda tıp ve teoloji eğitimini tamamlar. Yoksul yaşamı ve koyu inancı onu misyonerliğe yöneltir. Livingstone misyoner olarak Çin’e gitmek ister ama Çin’deki afyon savaşları nedeniyle vazgeçer Güney Afrika’ya Kap kolonisine gider.[2] Livingstone köle ticaretine karşıdır. Köle ticareti 1807 yılında İngiltere’de yasaklanmıştır ama Britanya imparatorluğu sınırlarında ancak 1833’de yasaklanabilir.

David Livingstone'nun tabutu Londra'ya giden gemide

Livingstone 1841 yılında Kalahari çölünün güney sınırında Kuruman’da misyoner doktor olarak çalışmaya başlar. Tam 11 yıl hem misyonerlik hem de doktorluk yapar. Yerel dilleri öğrenir. Misyonerlik istasyonu dedikleri yeni merkezler kurabilmek için kuzeye doğru birçok keşif gezileri yapar. Hiçbir beyazın adımını atamadığı Kalahari çölünü geçer. Bugünkü Botswana sınırlarında yer alan Ngami gölünü gören ilk beyaz olur.

Livingstone tarafından çizilen ve basılan Orta ve Güney Afrika haritası

Livingstone köle ticaretinin Afrika’da tüm hızıyla devam ettiğini görür. Sadece beyazların değil kara Afrikalıların, bazı kabile reislerinin, Arap tüccarlarının köle ticaretinden para kazandığını, Afrika’nın derinliklerinde bu işin bir kazanç zinciri oluşturduğunu anlar. Bölgeyi tanımak, imkanları araştırmak için misyonerliği rafa kaldırır, köle ticareti yerine insanların para kazanabileceği yeni bir ticaret alanı yaratabilmek, yeni ticaret yolları bulabilmek için yollara dökülür.

1850 yıllarında yukarı Zambezi’yi büyük ölçüde keşfetmiştir bile. Afrika’nın ortasında gürleyerek su bulutları oluşturan muhteşem Mosi-oa-Tunya şelalelerini gören ilk beyaz olur. O kadar etkilenir ki Tanrı’nın, Büyük Britanya’nın ve medeniyetin elçisi olarak sanki şelalelerin adı yokmuş gibi hemen kraliçesi Victoria’nın adını verir! Bir ara Britanya konsolosu olarak Mozambik/Quelimane’de görev yapar.

Yüzünde daha önceki kavgaların izlerini taşıyan yorgun ve yaşlı aslan

Livingstone herkesin korktuğu savaşçı kabilelerin arasına girip topraklarından geçebilmek için izin istemekten çekinmez. Aslan tarafından ısırılır. Beyazların ve kervandaki taşıyıcı hayvanların hastalıklardan kırıldığı ormanlardan sağ çıkmayı başarır. Dile kolay tam 30 yıl boyunca Afrika’nın güney ve orta kesimlerinde balta girmemiş ormanlarında dolaşır, Atlantik’ten Hint okyanusuna kadar Afrika’nın güneyinde kalan bölgenin haritasını neredeyse bugünkü gibi çizer.

Uykusunu böldüğümüz için bize kızan genç aslan

Livingstone’nun keşif kolu yüzlerce Afrikalı karadan oluşur. Yol olmayan ormanlarda yükleri taşıyacak çok sayıda taşıyıcı, bölgeyi tanıyan rehberler, silahlı koruyucular Doğu Afrika kıyılarındaki şehirlerden kiralanır. Arazisinden geçeceği kabile reislerine hediye olarak vermek üzere bolca “Amerikan bezi” topları ve 25 kg. lık boncuk çuvalları alınır. Belki de bugün Afrika’da boncuk işlerinin bu kadar yaygın olmasının bir sebebi Livingstone gibi beyazların yıllar boyunca kıtaya getirdiği hediye boncuklardır.

Robinson Crusoe‘nun “Cuma”sını bilirsiniz, Livingstone’un da “Cuma”sı ve “Susi”si vardı. Cuma ve Susi’nin görevi keşif kolunun düzenini sağlamak, taşıyıcıları çalıştırmak, yollarda tercümanlık yapmaktı.

Livingstone keşifleriyle “üzerinde güneş batmayan” Büyük Britanya İmparatorluğu’nda ünlenir, bir efsane olur. Beyaz Nil’in kaynağını bulmak üzere son keşif gezisine çıkar. Cuma ve Susi yine yanındadır. Afrika’nın derinliklerine doğru yol alırlar.[3] Uzun bir süre Livingstone’dan haber gelmeyince onu aramak için bir diğer ünlü Henry Stanley Afrika’ya ayak basar.[4] Livingstone, 1873 yılında bugünkü Zambiya’da bulunan Chipundi köyünde malarya ve dizanterinin sebep olduğu iç kanamadan ölür. Ölüsü yatağının yanında iyi bir Hristiyan’dan beklendiği gibi dua edercesine diz çökmüş bir şekilde bulunur.

Cuma ve Susi, Livingstone’un kalbini çıkarıp öldüğü yere yakın bir ağacın altına gömer, cesedini de mumyalar. Ağaç gövdesine Livingstone’un adını ve ölüm gününü kazımayı ihmal etmezler. Livingstone’un cesedini 63 gün süren bir yürüyüşle Tanzanya’da Dar es Selam yakınlarındaki Bagamoyo limanına kadar 2400 km omuzlarında taşırlar. Tabut oradan da İngiltere’ye gönderilir. Bir törenle Londra’da Westminster Abbey’de kralların ve önemli kişilerin yanına gömülür. Livingstone’un kalbinin altında gömülü olduğu ağaç zamana yenilir, devrilir. O ağaçtan yapılan büyük bir haç halen Zanzibar’da Stone Town’daki Anglikan Katedrali’nde asılı. Zambiya’daki yıkılan ağacın yerine de bir anıt taş dikilir.[5]

Misyoner olmak için yola çıkan Doktor Livingstone sadece tek bir kişiyi, Afrikalı Sechele’yi Hıristiyan yapabilmiştir. Sechele bir süre eski ve yeni dinini birlikte sürdürür ama daha sonra Hıristiyanlığı terk eder.

Misyoner olarak başarısız bulunan Livingstone’un savunduklarının aksine çok az köleyi serbest bıraktığı, beyaz arkadaşlarına çok kötü davrandığı, nefret ettiği Arap köle tüccarlarıyla birlikte keşfe çıktığı, özel yaşamının berbat olduğu anlatılıyor. Ama Afrika yeniden şekillendiğinde, ülkeler bağımsızlığını kazandığında Cape Town yazılarımda bahsettiğim Cecile Rhodes nefretle anılır, heykelleri saldırıya uğrarken, Livingstone’un heykelleri ve kendi adını verdiği şehirleri duruyor.[6] Afrikalıların gözünde onaylanmış gibi görünüyor Livingstone’un yaşamı. Belki de bu yüzden Brecht’in “İyi Adamın Sorguya Çekilmesi” şiirindeki gibi vurulmuyor.

Kazungula'da dört ülkeyi buluşturan Zambezi

Chobe nehrinde safari

Victoria Falls kasabasındaki otelimizden bu kez Botswana’ya doğru yola çıkıyoruz. Chobe Milli Parkı’nda yaşayan canlılarla tanışacağız. Hem nehirde hem de karada dolaşarak onları doğal vahşi yaşam ortamlarında göreceğiz. Kazungula sınırında bu günlük geçişlere alışmış gümrük memurlarının önünde sıraya girerek Zimbabwe’den çıkıp Botswana’ya giriyoruz. Botswana’da kullanacağımız araçlara biniyoruz. Botswana gümrükten itibaren daha bir farklı görünüyor. Daha temiz, daha düzenli ve daha özenli. Turizm Botswana için de önemli bir gelir kaynağı.

Sağa mı sola mı

Kısa sürede bizi Chobe nehrinde dolaştıracak seyir teknesine ulaşıyoruz. Chobe nehri, Zambezi nehrinin bir kolu ve Botswana ile Namibya arasında sınırı oluşturuyor. Teknenin kaptanı ve yardımcısı güler yüzlü iki genç kadın.

Uçsuz bucaksız Chobe nehrinde suda dinlenen bir grup su aygırı

Nehirde çok geniş saz adacıkları var. Önce kuş, ördek derken birden suyun içinde su aygırlarının minik kulaklarını görüyoruz, biraz sonra da heybetli gövdelerini. Hemen yanlarında da yavruları var.

Chobe sazlıklarında ağzı açık uyuklayan timsah

Sazlıklarda Afrika mandalarının yakınında timsahlar uyukluyor.

Sazlıklarda dinlenen bir Afrika mandası

Aslında ne tarafa bakacağımızı şaşırıyoruz. Hepimiz birbirimize sazlıklar çevresindeki hayvanları işaret ederken kaptanımız kıyıdaki fil sürüsünü gösteriyor ve hemen o tarafa doğru yanaşıyor. Onlar karada biz sudayız ama o kadar yakınız ki! Fil yavruları tıpkı yaramaz çocuklar gibi önlerindeki çamurlu su birikintisinden hortumlarıyla suyu çekip çekip kendilerini çamura buluyor. Çok da eğleniyorlar. Anneleri başlarında, sürekli etrafı gözlüyor. Büyükler çok heybetli ve güzel, küçükler ise çok tatlı ve güzel. Sanki gülüyor gibiler. Ağaçların altından koşarak su kenarına inen yeni bir fil sürüsü bir anda ortalığı toza buluyor. O sırada bodur ağaçların arkasında upuzun boyunlarıyla zürafaları fark ediyoruz. Koca bir zürafa sürüsü yavaş yavaş kıyıya iniyor.

Nazlı bir zürafa

Ne kadar güzel hayvanlar. Nazlı ve kibar bir yürüyüşleri var. Küçükleri de çok sevimli. Teknenin kaptanı hayvanların nerelerde suya indiğini biliyor, teknesini ona göre hareket ettiriyor, bazı yerlerde bekliyor, göz alabildiğine geniş ve yer yer sazlıkları olan bir nehirde görülebilecek hangi hayvanlar varsa onları bize gösteriyor. Birçok tekne var ama hiç gürültü yok, müzik yok. Tekneler birbirini bekliyor, herkesin hayvanları ürkütmeden yakından görmesi için çaba gösteriyor. Birçok hayvanın koruma altında olduğunu ama nüfusu artan fillerin köylere girip, tarım alanlarına zarar vermesinin bir sorun olarak görüldüğünü öğreniyoruz. Üstelik devlet hayvanları doğal ortamlarından, savanlardan sürerek daha fazla tarım alanları açmak istiyormuş. Para karşılığı avlanma izni alınabiliyormuş. Para verip hayvanlara kıymak isteyenlere yaşlı hayvanları av olarak sunuyorlarmış! Zambezi nehrinde timsah tehlikesi nedeniyle yüzülemiyor. İnsanoğlu da intikamını timsahları yiyerek alıyor. Oteldeki öğle yemeğinde de timsah eti ızgarası vardı.

Su içmeye gelen filler

Öğleden sonra bu kez karada dolaşmak üzere yine Chobe Milli Parkı’na gidiyoruz. Çok yakından kudu, impala, babun, antilop türleri, filler ve zürafalar dışında yaşlı ve yorgun aslanlarla, genç ve dinç aslanlar görüyoruz. Öğle sıcağında ağaç gölgesinde yeşillikler arasında uyumak isteyen bir aslancığın, insanlardan ve kameralarından ürküp, kükreyerek dişlerini göstermesi kolunu arabadan sarkıtmış bir arkadaşı ve bizi korkutuyor. Bu güzel canlıların yaşam alanlarının yok olmaması dileğiyle Zimbabwe’ye dönüyoruz.

Chobe nehri kıyısındaki fil sürüsü

Haftaya Zambiya’da Mukuni köyünde buluşmak üzere…

DİPNOTLAR
[1] https://zambezicommission.org/sites/default/files/newsletter/v6n3.pdf; https :// cridf.net/RC/wp-content/uploads/2018/05/36ZambeziStateoftheBasinVol3.pdf
[2] Afyon Savaşları adıyla bilinen savaşlar aslında İngiliz ve Fransız sömürgecilerin Çin’i işgal ve sömürgeleştirme savaşlarıdır. 1836-1860 yıllarında iki farklı dönemde Çin’i yasal olmayan yollardan getirdikleri afyonla boğmaya çalışan sömürgecilere karşı Çin direnişi başarılı olamadı, Nanjing ve Tientsin adıyla iki teslimiyet anlaşması imzalandı.
[3] 1866 yılında Beyaz Nil’in kaynağı bilinmiyordu. Artık biliniyor. Mavi Nil’in kaynağını ise önce Etiyopya’ya giden Arap tüccarlar bulmuştu. Sonra 1600 yıllarında Portekizli misyonerler buldu ama onların raporları unutuldu. Daha sonra da 1772’de İskoçyalı James Bruce buldu.
[4] Livingstone’dan haber alınamadığı için herkes onun ormanda öldüğünü düşünür. New York Herald gazetesi tüm masraflarını fazlasıyla karşılayarak Amerikalı gazeteci Henry Stanley’i Afrika’ya, Doktor Livingstone’u bulması için gönderir. Doktor Livingston ve Henry Stanley’in Tanganyika gölü kıyısında Ujiji’ de karşılaşması, Stanley’in daha sonra Belçika adına Kongo’yu sömürgeleştirmesi ve orada yaptıkları ayrı bir yazı konumuz olsun.
[5] Bkz: Tülin Uygur, https://www.aydinlik.com.tr/haber/cennet-ve-cehennem-arasindaki-ince-cizgi-zanzibar-420463
[6] Malawi ve Zambiya’da adı Livingstone olan iki şehir var.

DİZİNİN DİĞER BÖLÜMLERİ

Sonraki Haber