100 Trilyonluk Dünya ekonomisinden size düşmesi gereken: 232.000 Türk Lirası!
Bizim seyahat yazılarımız aslında turistik gezi yazıları gibi hiç değil. Çünkü biz turist değiliz. İstesek de zorlasak da olamıyoruz bir türlü. Aslında bundan çok da şikâyetçiyiz. O kadar güzel ve anlamlı yerlerde bulunuyoruz. Herkes gibi dağlara, taşlara, heykellere, ağaçlara bakmak yerine, biz istesek de istemesek de insanlara bakıyoruz. Onların yüz ifadeleri, endişeleri, şikâyetleri, acıları, yoksullukları, hayal kırıklıkları ve hayalleri bizi çok daha fazla ilgilendiriyor. Çünkü bir toprağı vatan yapan oranın insanıdır. Bu Türkiye için de böyledir, Endonezya için de, Kore için de.
Yaklaşık 45 günlük bu uzaklardaki Asya turumuzdan çıkardığımız tek ve en önemli sonuç “bu düzen bu haliyle daha fazla sürdürülemez, sürdürülmemelidir!” Bu kadar net ve kesin koymak isteriz bu sonucumuzu. Zaten buna benzer sloganımsı şeyleri, düzenin devam etmesinden sorumlu siyasetçiler bile sürekli söylerler, değil mi? Ama bizim buradaki hükmümüz gerçekten Jakarta’nın sokaklarına, Kore’nin dağlarına, Singapur’un arka çıkmaz sokaklarına ve Katar’ı Katar yapan Hindistanlı-Nepallı yoksul işçilerin hayatlarına bakarak verilmiştir. Onun için havada kalmaz ve düzen siyasilerinin ağızlarına bile yakışmayan “bu düzen değişmeli” laflarından çok daha derin ve ötelere gidecek bir çığlıktır.
BREZİLYA’DAN ENDONEZYA’YA HEP AYNI SÖMÜRÜ HİKÂYESİ
Zaten yaklaşık elli senedir Dünya siyaseti üzerine binlerce saat düşünmüş, konuşmuş, dinlemiş olduğumuz için, insanlığın materyalizmin cenderesinde nasıl perişan edildiğini bilmekteydik. Kendi ülkemizde de aynı sistem çok uzun senelerdir hükmünü sürdürdüğü için, içinde yaşamışlığımız da vardı üstüne üstlük. O zaman, bu Asya gezimizde neden oldu da, “bu düzen değişmelidir, değişecektir” hükmüne vardık, onu açıklamamız gerek!
Birincisi, ilk ziyaret ettiğimiz Endonezya’nın olağanüstü zengin doğası hayranlığımızı uyandırdı. Aynı zamanda, bir ekonomist ve işletmeci tarafımız da olduğu için, bu doğal zenginliğin, ülkeyi zirvelere taşıması gerektiğini düşündük. Üçyüz milyon gibi bir nüfusun büyük çoğunluğunun gençlerden oluştuğunu da ekleyince, eldeki kaynaklar ve bu dinamik nüfus ile Endonezya’nın olağanüstü bir gelişme potansiyeli vardı. Aynı potansiyel Brezilya’da da, Şili’de de, Türkiye’de de mevcut. Bu ülkelerin, genç ve patlamaya hazır tabanca gibi bir nüfus ile dünyada çok önemli roller oynaması, kendi içlerinde de herkes için refah dolu bir yaşam yaratması, hani deriz ya “Allahın emri” gibi olmalıydı aslında. Ama tekrar tekrar, bu memleketlerin halklarının yokluk ve yoksulluk içinde kıvrandığını ve nesillerden nesillere bir türlü düzgün bir çıkış yolu bulamıyor olmalarına şahit oluyorduk.
ARKA SOKAKLARIN ANA CADDEYE ÇIKIŞ MÜCADELESİ
Tüm bu ülkelerde, gittiğimiz her şehirde, lüks ana caddelerden iki adım ilerdeki ara sokaklara girdiğinizde, hem bu paracı materyalist sistemin sürdürülmesini emekleri ile sağlayan, ama tam da bu sistem sayesinde yoksulluktan bir türlü kurtulamayan insanların hayatlarının ortasına düşersiniz. Yani, mesela gökdelenlerle çevrilmiş Taksim meydanımızdan iki sokak ilerideki girmeye korkacağınız yerler olması gibi. Bunun aynısı Jakarta’da da, Seoul’de de, Manila’da da, Buenos Aires’te de, Rio’da da bulunur. Sanki birbirlerinden binlerce kilometre uzaktaki ve birbirlerinden ömür boyu haberdar bile olamayacak olan bu insanlar topluluğu, her nasılsa birer ikiz kardeşlermişçesine, aynı yoksulluk kaderini paylaşırlar. Şikâyetleri de, ihtiyaçları da, çözümleri ve çözümsüzlükleri de aynı olan bu nüfuslar, yine aynı karakterdeki problemli yönetimlerin kurbanları olarak varlıklarını sürdürürler ve sürdüreceklerdir, oldukça uzun zamanlar daha.
Temel insan ihtiyaçlarının sadece karın doyurma, başının üzerinde bir dam olması ve güvenlik olduğu söylenir durulur. Dünyanın sekiz milyar nüfusu için de bu geçerlidir aslında. Biz, tam 10 dakikalık bir araştırma sonucunda, bunun matematiğini yaptık ve çok güzel rakamlar çıktı ortaya: Dünya ekonomisi bu yıl toplam 100 trilyon dolara eşitmiş. Bunu, dünya nüfusumuz olan 8 milyara böldük ve kişi başına bu alemde tam tamına 12.500 dolarlık bir varlık bulduk. Bu eşitlikçi bölme işlemi gerçekten yapılabilseydi, Yozgat’ın köyünden Ahmet kardeşimizin eline Türk lirası ile 232, 500 Türk Lirası geçmiş olacaktı. Elbette, dünyada o sürekli adını duyduğumuz, ama kendisini nedense sadece hayal edebildiğimiz “eşitlik” denen görünmez nesnenin olduğunu farzedersek! Yani Mister Elon Musk, Mister Bill Gates veya Mister Jeff Bezos denilen oligarkımsı şahıslardan bizlere bir şey kalırsa. Ya da milyar dolarlık şirketlerin devlet şeklinde örgütlenmesi sayılan devletler, böyle bir şeyi düşünmeye dahi izin verirlerse!
NARSİST, HEDONİST, BENMERKEZCİ DÜNYADA MANTIK ÇÖPE GİTMEKTE
Ama nasıl oluyor da, bu denli basit olan bu matematiksel işlemi, bir türlü yaptırtmıyorlar insanlara? Onun yerine, arka sokakların insanları, ön sokaklarda yerlerini almak için kıyasıya birbirleriyle savaşıp durmaktalar. Narsisizmin zirvesinde, bencilliğin en kötü formları altında, sadece kendini kurtarma adına, bir sürü kişi, “ülkesini terketme, göç etme” sevdası ile Avrupa ve Amerika’nın elçilik kapısında sabahlamaktalar. Batı medeniyeti, bir yandan kendisini mahvederken, bir yandan da sayesinde kaymağını yediği bir medeniyet oluşturduğu, yüzlerce yıldır sömürüp sermaye yaptığı bu insanları, kapılarında yeni-kölelik için sıraya dizebilmektedir. İşte, yeni-kölelik, Singapur’da, Katar’da, Dubai’de ve aklınıza gelebilecek hemen her yerde, inşaat şantiyelerindeki Hintli erkeklerle, yaşlı bakımı ve ev hizmetlerindeki Filipinli kadınlarla, bu sisteme hizmet için işleyen masaj salonlarındaki Taylandlılarla, zengin erkeklerin cinselliklerine cevap için gurbete gitmiş olan Rus ve Ukraynalı kadınlarla, kendisini çok açıkça gösterebilmektedir, görmek isteyene elbette.
O zaman son söz yerine, en başta ifade ettiğimiz sloganımsı cümleyi söyleyelim: “Bu paraya tapan düzen devam etmemeli”. Ve görelim neler olacak bu bahsettiğimiz, giderek daha da hedonistleşen, narsistleşen, bireycileşen fani ve yaşlı dünyamızda. Yani Asya’nın Doğu’suna gittik ama hem derin bir rahatsızlıkla ve hem de taptaze umutlarla dönmüş olduk. Gün ola devran döne diyelim.