100. yılı kutlayacak bir sinema salonu yok
Mesela diyorum, olmaz ya, düş kurmak nasıl olsa bedava. 100. yılda birileri çıksa da, bu bir asrın anısını ömür boyu yaşatsa.
NASIL MI?
Yıkılan, yakılan, yok olan, AVM’ye dönüşen ve sonrasında yaşamımızdan çıkan o eski görkemli, düş şatolarından birini yapsa ve adını da 100 yıl ya da sinemanın doğum gününü borçlu olduğumuz Fuat Uzkınay’ın adını koysa ne güzel olur değil mi?
Nasıl olsa düş kurmanın sınırları yok. Bu yeni yapılan sinemanın giriş holüne küçük bir müze de yapılsa. Müzede, bizlere bir yüz yıl boyunca bir bilet karşılığında nice düşler armağan eden, o bildik, tandık yüzlerin anılarını yaşatacak bir şeyler koysa ne güzel olur değil mi?
Ama düş kurmanın sınırları yok dedik ya, devam edelim. Bu sinemamıza armağan edilen bu sinemada, koltukların her birine, nice özveride bulunarak, tüm olumsuz koşullarda sinema yapmanın üstesinden gelen bizim sinema sanatçıların adları bir bir konsa, dahası her koltuğu yaşayan bir sinema sanatçısı, artık aramızda olmayanlara adasa. Fena mı olur?
YOK ETTİĞİMİZ SALONLARI YAŞAMIN İÇİNE SOKSAK
Ama, dahası da var. Bu 100 yıla adanan sinemada yalnızca, ama yalnızca, hem yeni, gençlerin, hem de eskilerin, ustaların, yani yalnızca bizim filmlerimiz gösterilse ve bu filmler öncesinde ve sonrasında oturumlar yapılıp, bu eski ve yeni sanatçılar tanıtılıp, söyleşiler olsa. Ve girişin hemen yanındaki bir yerde, filmleri gösterilen eski sanatçıların sergileri filan açılarak genç kuşaklara tanıtılsa vs...
Tabii böylesine bir sinemayı bizlere armağan eden kişi ya da kişilerin de portrelerini perdenin hemen yanındaki nişlerin içine koyarak, bizlere böylesine bir değer armağan edenleri sinemayla özdeş bir hale getirsek vs...
Bu “keşke”leri daha uzatabiliriz. Kısacası, hem geleceği önceleyin, hem de geçmişi anımsatan, mimari yapısı, biçimsel özellikleri, devasa boyutu, birincisinden parterine, lüks koltuklarından localarına dek her bir şeyiyle, eskilerin çok iyi tanıdığı, gençlerin ise yaşamadıkları için bilemedikleri bir salonu, yani günümüzde yaka yıka yok ettiğimiz ve de neslini tükettiğimiz tek bir salonu tekrar yaşamın içine soksak, fena mı olur?
Sinemamızın 100. yılını kutluyoruz. Kutlamaların tümü sinema salonlarının dışındaki mekanlarda yapılıyor. Çünkü kutlama yapılacak denli büyük bir sinema salonumuz yok. Oysa ki kutlamalara ayrılan bütçelerle (belediyelerin, vakıfların vs) böylesine bir salonu yaşama geçirebilir, sinemamıza 100 yılında çok büyük bir armağan verebilirdik...
Ama olmadı... Düş kurmak yetmiyor, ya da yaşamın filmlerdeki gibi geri dönüşleri olmuyor. Giden gidiyor... Sinemamızın 100. yılını kutluyoruz ama, sinemamızın geçmişinden kimsenin haberi yok...
Bu durumda nasıl olsun ki...