15 Temmuz Darbesi film miydi gerçek mi?
90’lı yılların başında, sinema literatürümüzde 12 Eylül Filmleri olarak isimlendirdiğimiz yapımlarla ilgili bir soruşturmaya, ünlü bir yazarımız, “ülkemizde henüz darbeleri anlatan filmler yapılmadı” diye yanıt vermişti. Gerçekten de 12 Eylül Filmleri başlığı altında topladığımız filmlerin birçoğu değil, belki de tümü, darbeleri sergileyip tanımlamaktan uzaktır; darbelerin hışmına uğramış kişilerin sözgelimi işkence görüp itirafa zorlanmaları ya da özgürlüklerine kavuştuktan sonraki yaşamlarında kendileriyle ve toplumla ödeşmeleri yüzeysel bir çizgide anlatılmıştı. Hatta kimi filmlerde -örneğin Zeki Ökten’in Ses filminde- deyim yerindeyse, kaş yapayım derken göz bile çıkartılmış, şiddetin eleştirisi, buna maruz kalmış kişinin şiddet uygulamaması ile anlatılmış, o dönemde de bu yönüyle çok eleştirilmişti.
Garip ama gerçek, sinemamız darbelerin hızına pek yetişemiyor. 27 Mayıslar, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat vd daha sinemamızda gereği gibi yansımadan bir yenisi oluyor. Her darbenin de dönem itibariyle kendine özgü farklılıklar taşıyan yanı ve nedenleri var. Örneğin son darbe teşebbüsünde olduğu gibi...
Diğer darbeleri bilmem ama, son darbenin filminin yapılması bana göre olanaksız gibi bir şey. Sinema her ne kadar yaşama “fena halde” benzese de, bu son darbenin, ne yaşama ilişkin gerçeklerle, ne de sinemanınkiyle, başta inandırıcılık olmak kaydıyla uyuşabileceğini hiç sanmıyorum. Yani bu son darbeyi tüm yaşananları yansıtmak üzere belgesel bir tutumla sergileseniz bile perdede inandırıcı olması pek mümkün değildir. Yani savaş uçakları kalkacak, Türk ordusunun şanlı pilotları kendi meclisi üzerine ateş açarak orayı yerle bir etmek isteyecek, sonrasında tanklar gelecek, kendisine engel olmak isteyen halkının üzerinden geçecek. Halktan bazıları da darbeye katılan er ve erbaşların üzerine yürüyerek onları linç edecek ya da linç etmeye yönelecek...
Şu günlerde bizim tanık olduğumuz ve TV’lerde her saat izlediğimiz bu görüntüler, herhangi bir Türk filminin içinde ne bugün ne de yarın yer alabilir... Gerçek olmadıkları için değil, sansür nedeniyle...
Daha sinemada 12 Eylül’ün gerçek anlamda analizini yapamadan, böylesine sert ve anlaşılmaz olaylar içeren görüntüler zinciri sinemada nasıl sergilenir? Sinemanın kendine özgü gerçekçiliği bile, yaşamın bu sert ve acımasız gerçekçiliği karşısında etkisiz ya da yetersiz kalır. Sinema fena halde yaşama benzediği halde, izleyenlere, bu “fena” görüntüleriyle hiç de inandırıcı gelmeyecek, düş şatolarının loş salonlarındaki izleyicileri, yaşandığı, tanıklık edildiği saatlerdeki kadar etkileyip şaşırtamayacak. Dahası etkilemek şöyle dursun, kimi olayları “aşırı ölçüde abarttığı” için eleştiriye uğratılacak, seyirciyi aptal yerine koyduğu söylenecektir.
Sinema fena halde yaşama benzer diyoruz ama, kimi zaman yaşamın gerçekleri sinemaya hiç, ama hiç benzemiyor.
Tıpkı darbelerde yaşadıklarımız gibi...