1827 Navarin ‘duraksaması’ndan 2024 Ankara ‘duraksaması’na!

Geçen hafta, Yunanistan Başbakanı Mitçotakis, Ankara’ya resmî bir ziyaret yaptı. Kalkınması turizme bağlı olan Yunanistan’a turist gönderme kıyağını “vize muafiyeti” etiketi ile reklam kampanyasına dönüştüren basınımız, Türk-Yunan ilişkileri için “yumuşama dönemi” yorumunu dayatmaktan da geri kalmadı. Liberal kafaların davul zurna ile iddia ettikleri “yumuşama” anlatısının aksine, durumu “duraksamada ısrar” olarak yorumlayan benim devrimci kafam, alarm durumunu sürdürdü. Yunanistan, Türklerin bir anlık “duraksama”sı ile kuruldu ve emperyalizme direnip direnmeme konusunda bir seri “duraksama” yaşayan Osmanlı Devleti, Adalar Denizi’nde kademeli jeopolitik kayıplara uğradı. Emperyalizme meydan okuyan “cesur ve devrimci” dönemlerimizde ise jeopolitik kayıpların durduğunu, ben değil, tarihimiz söylüyor. Özetleyeyim…

EMPERYALİZM 200 YILDIR ADALAR DENİZİ’NİN BAŞROLÜNDE

1821’de Osmanlı’ya isyan ettikten sonra Mora’da ve Ege Adaları’nda yüz binlerce Türk’e soykırım yapan Yunanlılar, Mora’da bağımsız bir devlet kurmak istiyorlardı. Osmanlı Ordusu ve Donanması, 6 yıl süren kanlı savaşın sonunda, Yunanlı isyancıları, Suluca (Hidra) Adası’na sıkıştırdığı için bastırılmak üzere olan isyanın sayılı günleri kalmıştı. Osmanlı Devleti’nin “tamam bitti bu iş” demeye hazırlandığı 1827sonbaharında, Osmanlı’ya “dost ve müttefik” görünümlü emperyalist savaş filoları, Suluca (Hidra) Adası önünde set oluşturup son harekât hazırlıklarını yapan Osmanlı Donanması’na çapariz verdiler. Bu beklenmeyen durum karşısında “dostu” ve “müttefiki” emperyalist Batı ile diplomatik yoldan uzlaşacağını düşünen Osmanlı Devleti, Yunan isyanını ezecek son harekâtını erteledi ve dev donanmasını Navarin’e gönderdi. Osmanlı Devleti, “dost ve müttefik” görünümlü emperyalistler ile diplomatik görüşmeler yaparken, emperyalist savaş gemileri, beklenmedik bir şekilde Navarin Limanı’na giriverdiler. Ortada ilan edilmiş bir savaş yok iken veya savaşmayı gerektirecek bir durum yok iken, Osmanlı Donanması, “dost ve müttefik” görünümlü emperyalist savaş filolarına en zayıf anında, yani liman girişi sırasında ateş açmakta “duraksadı”. Osmanlı Donanması’nın bu “duraksama”hâli sürerken, limana girişini tamamlayan emperyalist savaş gemileri, ateş gücünü kullanmak için en avantajlı konuşlanmasını da tamamladı. Osmanlı Donanması, İstanbul’un aylar önce verdiği emperyalist savaş gemilerine ateş açılmayacak talimatını uygulamanın sinir bozucu gerilimi içindeyken, emperyalist savaş gemilerinin aynı anda seri ateşi başladı. Akşam olduğunda, emperyalistler karşısında “duraksayıp” geç ateşe başlayan Osmanlı Donanması’ndan geriye pek bir şey kalmamıştı. Donanmasız kalan Osmanlı Devleti, Yunan İsyanı’nın Suluca (Hidra) Adası’nda küllerinden doğup yeniden Mora’ya sıçramasını, 3 yıl sonra da bağımsız Yunanistan Krallığı’nın kurulmasını seyretmekten başka bir şey yapamadı. Soykırımcı Yunanlılar, emperyalizmin “dostu ve müttefiki” Osmanlı’yı satışa getirmesi sayesinde, Mora’da ve Adalar Denizi’nin batısındaki Kiklat Adaları ile Kuzey Sporat Adaları’nda bağımsız bir devlet kurdular. Osmanlı, “dost ve müttefik” sandığı emperyalizmin feci şekilde kazığını yemişti.

Sonra ne mi oldu? İyon Denizi’nde, 1815’ten beri İngiliz işgali altında bulunan ve bir türlü Osmanlı’ya geri iade edilmeyen Yedi Ada, 1864’te İngilizler tarafından Yunanistan’a hediye edildi. “Duraksayan” Osmanlı,“dost ve müttefik” muamelesi yaptığı emperyalizmden bir kazık daha yemişti. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sırasında, yani Osmanlı Orduları Ruslar ile savaştayken, Yunan Ordusu Teselya’yı işgal etti. Ruslara yenilen Osmanlı Devleti, “dost ve müttefik” emperyalizm ile “diplomatik görüşmeler yapar ve Teselya’yı geri alırım” zannetti, ama kendini kandırdı. Nitekim, Preveze, İstanbul ve Berlin’deki konferanslarda “dost ve müttefik” emperyalizmin dayatması ile 1881’de Teselya da emperyalizmin Yunanistan’a hediyesi oldu. İyon Adaları’ndan sonra Teselya’yı da tek bir mermi bile atmadan topraklarına katan Yunanistan sevinç içindeyken; emperyalizm ile mücadelede “duraksayan” Osmanlı Devleti, “dost ve müttefik” muamelesi yaptığı emperyalizmin kazığını hazmetmek ile meşguldü.

Yunanistan’ın sonraki hedefi Girit idi. Nihayet, 1897’de Girit, Osmanlı Devleti’ne isyan edip Yunanistan’a katıldığını ilan edince çarşı karıştı. Osmanlı Devleti, 1897’de Yunanistan’ı kara savaşlarında feci şekilde yenip Teselya’yı geri alınca, Osmanlı’ya “dost ve müttefik” emperyalizm devreye girdi. Tüm Yunanistan’ı 1897’de Osmanlı işgalinden kurtaran “dost ve müttefik” emperyalizmin dayatması sonucunda, İstanbul’da imzalanan barış antlaşması ile Osmanlı Devleti, Teselya’dan geri çekildi, Girit’e özerklik verdi ve Ada’da yaşayan tüm Türkleri Anadolu topraklarına tahliye etti. Artık Türksüzleştirilmiş Girit’in Yunanistan ile birleşmesi için 16 yıl daha geçmesi gerekiyordu. Osmanlı Devleti ise, “dost ve müttefiki” emperyalizm ve onun diğer bir “dost ve müttefiki”, yani taşeronu olan Yunanistan karşısında “duraksayan” politikasına sıkı sıkı bağlıydı.

Gelelim 1912-1913 Balkan Savaşları’na… 1913’te Epir, Makedonya, Boğazönü Adaları ve Saruhan Adaları da Yunan işgaline uğradı. Osmanlı Devleti, “belki kurtarırım” düşüncesiyle, “dost ve müttefik” emperyalizmin kapısını bir daha çaldı, sonra bir bardak daha su içti ve yine “duraksama” kabuğuna geri çekildi. Balkan Savaşı’nda Osmanlı’dan Batı Trakya’yı alan Bulgaristan, Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup olunca burayı Yunanistan’a terk etti. Büyük Paylaşım Savaşı’nın mağluplarından bir diğeri ise Osmanlı Devleti’ydi ve emperyalistlerin işgaline uğramıştı. Bu karanlık günlerde, Türk milleti, emperyalizmden izin alan Yunanistan’ın Trakya ile Batı Anadolu’yu işgaliyle uyandı ve “emperyalizme” de “onun dost ve müttefik taşeronlarına” da direnmeye karar verdi. Sonrasında Yunan askerlerinin denize döküldüğünü, ama o dönemde donanmamız olmadığı için başarımızı denizlere genişletemediğimizi hepimiz biliyoruz. Atatürk dönemi dış politikasına ters politikaların benimsenerek uygulanmaya başlandığı 1947’de ise, “dost” olunan ve “müttefik” olmaya çalışılan emperyalistler, burnumuzun dibindeki Meis Adası ile Menteşe Adaları’nı da Yunanistan’a hediye ettiler. Dönemin “duraksama” içindeki Türk Hükûmeti, durumu sessizce kabullendi. Yunanistan’ın Kıbrıs’ı ilhak girişimleri karşısında uzun süre “duraksama” ve “tereddüt” yaşayan Türkiye, nihayet 1974’te“duraksama kabuğundan” çıkabildi ve silah kullanarak bunu önledi. Sonrası malum: “yine duraksama”…

DURAKSARSAN ‘MAVİ VATAN’I KAYBEDERSİN!

Bir de “Kardak” meselesi var. EGEAYDAAK olarak isimlendirilen “Egemenliği Antlaşmalarla Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar” konusunda 73 yıllık bir “duraksama”dan sonra Türkiye, 1996’da birkaç aylığına duraksamaktan vazgeçti ve EGEAYDAAK’lara sahip çıkma kararlılığını gösterdi. “Dost ve müttefik” emperyalizm, anında devreye girdi ve Türk Hükûmeti’ni yine “duraksattı”. 1996 sonrası mı? Kardak Krizi’nin üzerinden 28 yıl geçti ve EGEAYDAAK’ların isimlerini bile ilan edemeyecek kıvamda bir “duraksama” içindeyiz.

Dikkat ederseniz, Türk-Yunan ilişkileri tarihinin her aşamasında emperyalizm, başrolde idi. Yunanistan’daki ABD üslerinin varlığından da anlaşılacağı üzere emperyalizm, Adalar (Ege) Denizi’nde başrolü oynamaya; Türkiye’ye de “duraksayan” rolünü oynatmaya devam etmek istiyor. Yazıda, “dost” ve müttefik” sözcüklerinin çokça kullanılması, dikkatinizi çekmiştir. Dünya tarihinde, emperyalizmin “dostluğu” ve “müttefikliği” yüzünden bu kadar çok jeopolitik kayıplara uğratılan, Türklerden başka millet yoktur herhâlde. Dolayısıyla, emperyalistlerin “dostluğu” ve “müttefikliği” eksik kalsın, istemez deyip devam edeyim.

Nitelik ve nicelik olarak kendininkinden en az 5 kat daha fazla askerî gücü bulunan Türkiye’nin “Mavi Vatan”ı koruma konusunda “duraksama” içinde olduğunu gördüğünden Mitçotakis, geçen hafta Ankara’dan mutlu ayrıldı. “Cami-kilise-vize” gibi meselelerle Türk kamuoyu uyutulurken, Türkiye’nin “Mavi Vatan”a sahip çıkma konusundaki 200 yıllık “duraksama” alışkanlığı yerli yerinde duruyor. Hatırlar mısınız, 2009 yılında yapılan “Nefes: Vatan Sağolsun” filminin “Sen Uyursan Herkes Ölür!” diye akıllara yerleşmiş bir sahnesi vardı. Ben de, deniz jeopolitiği ve deniz tarihi konusunda birazcık bir şeyler bilen bir vatandaş olarak okuyucularıma sesleneyim: “Türkiye, duraksama alışkanlığından kurtulamaz ise, Mavi Vatan’ını kaybeder.” Duraksama alışkanlığının panzehiri ise elbette, “devrimci” cesaretine sahip olanlardadır.