1948 ve 1960 Olimpiyatları hala aşılamadı
2020 Tokyo Olimpiyatları şimdiye değin alışılmış spor dalları dışında, biraz da beklenmeyen başarılarla önemli sürprizler yaşattı bize. Kazandığımız 13 madalya elbette önemli, tüm sporcuları kutlamalıyız. Kadınlarımızı özellikle… Artık kızlarımız yalnız mutfakta sarma sarmıyorlar, minderde de sarma takıyorlar. Altın; sevgiliden, nişanlıdan beklenen bir armağan değil kadınlarımız için, şıpır şıpır akan terlerle, demir yumruklarla kazanıyorlar…
ELMAYLA ARMUDU KARIŞTIRMAYALIM
Kimi dallardaki hüsranımıza karşın, 13 madalya önemli bir başarı. Bu başarıyla 1948 Londra ve 1960 Roma Olimpiyatlarının aşıldığını söylemek, elmayla armudu karıştırmak gibi geliyor bana.
Neşter ve Madalya, ardından yayımladığım Sessiz Şampiyon romanlarının araştırmaları sırasında nice ayrıntılara ulaştım. Efsaneleşmiş Olimpiyat şampiyonlarımızın hikâyelerini öğrenmek için Antalya, Adana, Denizli, Eskişehir, Manisa, İzmir, Yozgat, Samsun, Şile, ardından İtalya, Almanya… Dolaşmadığım yer kalmadı. Bir Olimpiyat mücadelesine katılmak gibi hem yoruldum, hem mutluluk duydum. Böylece edebiyatımızı Olimpiyat ateşiyle ışıtan ilk romanları yazmak da bize kısmet oldu.
Kesin bir dille söylüyorum, iki Olimpiyat başarımızı henüz aşamadık. Geçmişteki başarıları yalnız ve yalnız güreşçilerimize borçluyuz, şimdiki başarı birçok spor dalının toplamıyla elde edildi.
Çoğu Avrupalı 1948 Olimpiyatlarında güreşçilerimizin başarılarıyla Türkiye’nin yerini öğrendi. Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Celal Atik, Yaşar Doğu, Mehmet Oktav, Mersinli Ahmet ile altı altın madalya kazandık. Ayrıca dört gümüş, bir bronz madalya gene güreşten geldi. Atletizmde bronz kazanan Ruhi Sarıalp güreş dışında tek başarılı sporcumuz idi.
1948 Olimpiyatlarında altı altın madalya elde ettik, altını bronz madalyayla denk görüp aşıldığını söylemek yanlış olur. Güreşçilerimizin yedi altın, iki gümüş madalya kazandığı 1960 Roma Olimpiyatlarını da aşamadık. Böyle karşılaştırmalarla elmayı armudu birbirine karıştırmış oluruz.
TAKDİR ETMEYİ BİLMEK
1948 Londra Olimpiyatları günlerce gazetelerin birinci sayfalarında yer buldu. Güreşçilerimizin ay yıldızlı mayoyla çekilmiş güçlü vücutlarını daha iyi göstermek için gazetelerimiz ilk kez renkli basıldı. Basınımız Yaşar Doğu’lar, Celal Atik’lerle renklendi. Onları Londra’dan Savanora’yla getirelim, ev verelim diye yazanlar oldu. Hepsi de birer kahraman ilan edildiler. İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nın yapımına güreşteki bu başarının ardından başlandı. Büyük bir yardım kampanyasından sonra şampiyonlara yüklüce bir para verildi. İşte burada kaş yaparken göz çıkarıldı. Bu para yüzünden Yaşar Doğu, Celal Atik, Nasuh Akar, Gazanfer Bilge gibi şampiyonların amatörlükleri bitti, 1952 Helsinki Olimpiyatlarına katılamadılar. Nasıl sevineceğimizi, büyük bir başarıyı nasıl takdir edip ödüllendireceğimizi bilemedik. Kaş yaparken göz çıkardık. Sporcusundan seyircisine değin, nasıl sevineceğimizi, nasıl takdir edeceğimizi bilmeliyiz.
ÖDÜLLENDİRME SİSTEME BAĞLI OLMALI
Başarılı sporcuların ödüllendirilmesi önemli bir konu… Ölçülü, tutarlı ve bir sisteme bağlı olmalı. Onları şu ya da bu siyasete çekmeden tüm ulusun bir onuru olarak düşünmeliyiz. Türk spor tarihinin iki altın neslinden biri de 1960 Roma Olimpiyatlarında 7 altın madalya kazanan güreşçilerdi. Şampiyonlar Roma’dan döndüklerinde işlerini yitirdiklerini öğrendiler. DP birçok insana birden çok yerden maaş veriyordu, ihtilal hükümeti bu durumu düzeltmek isteyince, bazı güreşçiler de mağdur oldular. Onları yeniden maaşa bağlamak için Yaşar Doğu çırpınıp durdu.
Yazık ki o şampiyonları yurdumuzda tutamadık. Hepsi birer ikişer Avrupa’ya gittiler. Ahmet Bilek’in adından esinlenerek “bilek göçü” dedim göç tarihimize yeni eklenen bu göçe. Sessiz Şampiyon’da anlattığım gibi, Ahmet Bilek’in yaşamı Almanya’da trajik bitti. Devlet minderlerin ilk şampiyon öğretmenine sahip çıkamadı.