2014'ten korkuyorum!

Bu yazıyı bir hafta önceden yazmaya başlıyorum, çünkü 2014 yılının ilk yazısını yazmak bana çok güç geliyor. Everest'te bir Sırat köprüsünün üzerinde tırmanmak gibi bir şey. Aşağıda da bir eriyik demir kuyusu fokur fokur kaynıyor.

Hayatım boyunca hep karamsar oldum, Kaf Dağı'nın ardındaki umut benim için hep orada kaldı.

Şiirlerimde belki umut ve iyimserlik vardır, ironik bir umut ve iyimserlik. Kendimi hep böyle yendim. Bir şairin şiirleri kendine benzer, ama ben tıpkı eski fotoğrafçılıkta olduğu gibi şiirlerimin arabı (negatifi) gibiyim. Kendimin negatifiyim!

Bu bir itiraftır!

***

17 Aralık'tan bu yana, kapağı açılan septik çukurundan yükselen iğrenç kokuyu koku almayan burnum bile duyuyor. Gazetelerde yayınlanan olayı özetlemekle yetinen sığ yazıları okuyorum, televizyonlara çıkan çoğu ebleh konuşmacıları dinliyorum. (Başta Korkut Boratav kardeşim olmak üzere, birkaç kişi hariç). Haber-Türk, Sky, NTV ve CNN-Türk'ün yayınlarına baktıkça midem bulanıyor. Ulusal Kanal'ı, Sokak TV'yi ve Halk TV'yi izliyorum. Mülkiyetleri ve işletme hakları iktidara "mecbur" işadamlarının elinde olmadığı için televizyonculuk yapıyorlar. Ah şu Halk TV özgür muhalefeti sadece kendisinin yaptığını iddia ederek böbürlenmese...

***

27 Aralık 2013. Saat: 05:30.

26 Aralık gecesi, CNN-Türk'ün "Tarafsız Bölgesi"nde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yapılan programı öfkelenerek izledim. Kılıçdaroğlu, karşısındaki gazetecilerin toplamından yüz kez daha zeki bir insan. BaştaYeni Şafak yazıcısı Murat Aksoy olmak üzere tamamı bönce sorular sordular. Kılıçdaroğlu neden ABD'ye gitmiş, 17 Aralık günü neden ABD büyükelçisi ile yemek yemiş.

Hakkını yemeyeyim, televizyon tartışma programları animatörlerinin (son zamanlarda) en vicdanlısı galiba Ahmet Hakan.

Ardından, sabaha kadar uyuyamadım. Demokrat Parti'nin 14 Mayıs 1950'de iktidara gelen kadrosundan sonra, iktidara gelen her sağ partiyle birlikte kadro hızla sığlaştı, cahilleşti, siyaset etikasından hızla uzaklaştı. Evrak memuru olamayacak insanlar bakan-makan oldu.

***

Uyku tutmadı. Uyandıkça Doğan Avcıoğlu'nun Osmanlı'nın Düzeni (Türklerin Tarihi: 6. Kitap) kitabını okudum. Taslak halinde kalmış olsa da okunası bir kitap.

225. sayfada zınk diye duruyorum:

"Şeriatçı-Tarikatçı Çekişmesi: 18 Eylül 1657'de Köprülü Mehmet Paşa sadrazam olur. Bağnaz şeriat yanlısı-tarikatçı çekişmesi vardır. Bağnazlar saraya nüfuz etmiş, birçok işlere karışıp servet elde etmiştir. Peygamber zamanının basit yaşamına dönmek iddiasındadırlar. Ne kadar tekke varsa yıkmak, dervişlere imanlarını yeniletebilmek, yenilemeyeni öldürmek kararında idiler. Bu amaçla Fatih Camii'nde toplanmaya başlarlar. Köprülü "Vazgeçin" der, red üzerine idamlarına ferman alır. Çetebaşı Üstüvani, Türk Ahmet ve Divane Mustafa'yı Kıbrıs'a sürmekle yetinilir."

***

230. sayfada bir kez daha zınk diye duruyorum:

"1845'te paralı Galata Köprüsü yapılır.

İş sahiplerinin memurları evlerinde ziyareti yasaklanır. Ancak, işi bitenler teşekkür için pazartesi ve perşembe sabahları evlere uğrayabilecektir! 1849'da başta Abdülmecid olmak üzere, rical rüşvet almayacağız diye Kuran'a el basıp yemin eder."

***

Vay babam vay!

AKP tarikatı iktidarında çıkan rezillikler benzeri Osmanlı'nın en paspal döneminde bile olmadı. AKP ile Fethullah Cemaati el birliğiyle Cumhuriyeti yıktılar, bütün yapılarının temellerini dinamitlediler: Ne milli eğitim kaldı, ne laiklik ilkesi kaldı, ne erkler ayrılığı kaldı, ne özgür ve laik yargı ne de Cumhuriyet'in polis teşkilatı kaldı. TSK zaten şamar oğlanına döndü.

Cemaatçi olduğu söylenen Yargı ile Yürütmenin (hükümet) yaptığı kavga devlet bunalımına dönüştü. Ülke yönetilmez oldu.

Hükümet, adli kolluk yönetmeliğini değiştiriyor. Kaymakam, vali ve İçişleri Bakanı Yargı'nın amiri durumuna geliyor. Polis, savcının emrini yerine getirmeyi reddediyor.

Müstafi İçişleri Bakanı, oğluna operasyon yapan polisleri görevden alıyor.

Orhan Miroğlu divanesi, Haber Türk'te, CHP için, "Bu memleketi Tayyip Bey yönetmesin diye ABD'nin ülkeyi işgal etmesine razı olursunuz!" diyor. Tahminime göre PKK ve Kürt milliyetçileri seçimlerde AKP'yi destekleyecekler.

Başbakan, "Basın ve muhalefet yargının yerine geçemez, TBMM yargının yerine geçemez!" diyor. Elbette geçemez. Ama Yürütme de TBMM'nin denetiminden kaçamaz, Yargı'ya baskı yapamaz.

Ama Başvekil hazretlerinin ne demokrasiden ne de erkler ayrılığından haberi var. Anayasaya göre YASAMA, YÜRÜTME ve YARGI erkleri ayrı alanlara egemendir. Kuramsal olarak birbirine eşittir, ama işlevlerine göre durum böyle değil: Yasama (TBMM) Yürütme'yi (hükümeti) denetler; Yürütme'nin Yasama'ya egemen olması ve Yargı'yı baskı altına alması demokrasinin sonudur. Ama demokrasinin var olup yaşaması için Yargı ikisini de denetler. Bu duruma Latince Primus inter pares denilebilir. "Eşitler arasında birinci; sıra bakımından öncelikli ama yetke bakımından üstün değil."

Erkler Ayrılığı'nda "primus inter pares" durumu var, ama bu kuramsal bir eşitlik. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay ve Yargıtay dengeyi bozuyor. Denge bozulmadan da demokrasi var olamaz! AKP'nin devr-i saadetinde kuvvetler ayrılığı birliğe dönüştüğü için demokrasi sizlere ömür.

***

100 yıldır Masa ve Kasa'yı ele geçiremedikleri için yakınıp zulüm gördüklerini iddia ediyorlardı. Masaya oturup kasanın anahtarını ceplerine koyunca, kırk haramiye dönüşüp "mülk"ü tarumar ettiler.

Türklerin devletini hallaç pamuğu gibi atan Başbakan, yolsuzluk iddialarına halkın seçim sandığında cevap vereceğini söylüyor. Yasalar karşısında suç olan eylemler hakkında kararı yargı verir. Halkın böyle bir yetkisi yoktur. Seçim sandığı çamaşır makinesi değildir.

Türkiye hiçbir zaman bu denli güçsüz ve zavallı olmadı!

Hayatımda ilk kez korkuyorum: 2014 yılından korkuyorum.