2020 gündemi ve siyasal saflaşmalar

Türkiye açısından 2014 yılı sonrası Batı sistemi içindeki role sığamadığımız ve Türkiye’nin “başına buyruk” hareket eğilimlerinin kararlılık kazandığı kırılma dönemleri oldu. Siyasal dengeler açısından baktığımızda, Batı sistemi ile ilişkilerde son altı yılın Türkiye’si ile ondan önceki Türkiye’nin aynı ülke olmadığını görüyoruz. Elbette Türkiye tam bağımsız bir ülke olma yolunda gösterdiği yaşamsal refleksler, amacın hâsıl olduğu anlamına gelmiyor. Bağımsızlıkçı güçler, Türkiye’nin emperyalist sistemin baskısından kurtularak hareket etmesini sağlayacak dinamiklerinin arkasına güç yığmaya çalışıyor. Bu sırada sistemin güçleri de, “demokrasi” cephesi kurarak, karşı eğilimleri hâkim kılmaya çalışıyor. 2020’yi de içine alan son yılların temel siyasal tartışma gündemini bu mücadele belirledi.

Türk ordusu dış tehditleri sınır ötesinde karşılama zorunluluğunun sonucu olarak 2020’nin Şubat ayında İdlib operasyonunu yaptı. Sınır ötesi operasyonlarının iç siyasetteki saflaşmaya yansıması, milli güvenlik stratejisi vurgusu ile hükümetin geçmiş hataları vurgusu arasında oldu. Bu saflaşmada Batıcı muhalefet cephesinin hükümetin geçmiş hatalarına fatura çıkartmakla, Türk ordusunun moralini bozma arasında denge tutturma arasında bocaladığını gördük.

Bir başka saflaşma anayasal vatandaşlık, eşit yurttaşlık vb. kavramları üzerinden gerçekleşti. 2014 öncesinde Ergenekon-Balyoz operasyonlarının eşliğinde yürütülebilen açılım süreci, PKK’nın yasallaştırılması ve Türkiye’nin özerk bölgelere ayrılması ile sonuçlanacak BOP sürecinin en önemli ayağıydı. Anayasa değişikliği yoluyla Türkiye’nin üniter yapısının, Türk milleti tanımının ve yurttaşlık çerçevesinin dönüştürülmesi, açılımın ihtiyaçlarına uygun bir gündemdi. 2020 yılında anayasal vatandaşlığı esas alan Türk kimliğini hedef alan çalışmaların Batıcı muhalefet cephesi tarafından yürütüldüğü İbrahim Kaboğlu tarafından açıklandı ve ardından ortaya çıkan belgelerle kanıtlandı. Aynı konumlanmanın bir sonucu olarak, PKK ile işbirliği yapan belediyelere kayyım atanması meselesi, egemen devletin teröre karşı kendini koruma meşruiyetini savunanlar ile seçilmiş olmayı yeterli bulan biçimsel demokrasi söylemi arasında cereyan etti. Aynı saflaşma HDP’nin meşruiyetine ilişkin tartışmalara da yansıdı. “Demokratlara” göre TBMM koridorlarında “biji serok Apo” sloganı atarak yürüyen milletvekilleri ifade özgürlüklerini kullanıyor, iktidar olmak için faaliyet yürüten bir partinin genel başkanı “Apo’nun heykelini dikeceklerini” söylediğinde bir program açıklamıyor, kişisel kanaatini belirtiyordu. Hepsi ifade özgürlüğü çerçevesi içindeydi. Ancak bu söylemlerin toplumdaki kabul görme düzeyi muhalefet cephesine iktidar umudu vermenin uzağındaydı.

Bütün dünyanın başına bela olan koronavirüs, 2020’nin Mart ayından itibaren ülkemizde de olağanüstü tedbirler almayı gerektirdi. Başlangıçta İtalya’dan beter olacağımıza ilişkin felaket senaryolarını muhalefet yapmak zannedenler, bu senaryo gerçekleşmeyince gerçek vaka sayılarının gizlendiği ve en sonunda Çin aşısına güvensizlik ya da aşıların zamanında getirilememesi üzerinden bir memnuniyetsizlik örgütlemeye çalışarak yılı tamamladılar.

Türkiye’nin yaşadığı kırılma nesnel temellere sahip olduğu için, hem tartışma gündemleri hem siyasal güçlerin bu tartışmalardaki mevzilenmeleri hem de başvurdukları iddiaların dile getiriliş biçimleri nesnel temellere sahip. Bu nedenle 2021’in iç siyasal tartışma ve saflaşmalarında Batıcı “demokrasi” cephesi açısından rasyonel bir içerik beklemek için hiçbir neden yok. Bütün tartışmalar yine kitlelerin kışkırtılması, karamsarlığın örgütlenmesi ve öfke biriktirilmesi amacıyla yozlaştırılacak. 2020’de karşımıza çıkmakla birlikte Uygur kışkırtmasının 2021’in yükselen tartışmalarından birine dönüşmesi beklenmelidir. Batıcı muhalefet cephesi özellikle MHP tabanındaki milliyetçi duyarlılığının Çin’e karşı olumsuz duygular içeren kodlarını Uygur kışkırtması ile kaşıyarak, Cumhur İttifakı'nı tabandan yarmayı deneyecektir. Bunun da tutmayacağını söyleyebiliriz. Ancak bir uyarı yapmakta fayda var.

Uygurlara yönelik Çin zulmü kışkırtmalarının şu ana kadar beslendiği en büyük kaynak, kamuoyunun Türkistan İslami Partisi’nin terör eylemleri konusundaki muazzam bilgisizliği. Uygur meselesi denilince akla ya aksakallı masum yaşlılar ya da bu örgütün takım elbiseli, teröriste hiç benzemeyen siyasal sözcüleri geliyor. Örgütün katliamları ve terörist niteliği hakkında bir aydınlatma faaliyeti yok denecek kadar zayıf. Uygur kışkırtmacıları Vatan Partisi ve Aydınlık’ın aydınlatma faaliyeti dışında şimdilik tek taraflı çalıp oynuyorlar. HDP’nin terörle ilişkisi olmadığını savunmak, siyasi bir maliyeti göze almayı gerektirir. Ancak bu meselede durum aynı değil. Bu nedenle şu ana kadar Akşener’den Davutoğlu’na, Babacan’dan HDP önderlerine kadar Uygur kışkırtmasını sahiplenmek esas olarak maliyetsiz bir eylem oldu.