21. yüzyılda çoklu kriz ve buhran

“Çoklu kriz” (polikriz) şu sıralar solcular arasında moda sözcük. Bu kelime çeşitli krizlerin bir araya gelmesini ve iç içe geçmesini ifade ediyor: ekonomik (enflasyon ve çöküş); çevresel (iklim ve pandemi); ve jeopolitik (savaş ve uluslararası bölünmeler).

Bu bakış açısından BM’nin son İnsani Gelişme Raporu’nun (HDR) son derece sarsıcı sonuçlar içermesi şaşırtıcı değil. Çünkü rapora göre dünya, 1. Dünya Savaşı’ndan bu yana, modern tarihin herhangi bir noktasında olduğundan daha karamsar.

İNSANLIĞIN GELECEĞİNE YÖNELİK KARAMSARLIK SÜREKLİ ARTIYOR

BM raporu, son 125 yılda kitaplarda kullanılan dil üzerine bir analiz yaptı. Bulguları, “depresyon ve diğer ruhsal sıkıntı biçimleriyle ilişkili bilişsel bozuklukları” yansıtan ifadelerde yıllar içinde keskin bir artış olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle son yirmi yılda, dünyaya ve geleceğine ilişkin aşırı olumsuz algıları yansıtan dil yükselişe geçmiştir. Gerçekten de günümüzdeki sıkıntı seviyeleri, Büyük Buhran [1929] ve her iki Dünya Savaşı sırasındaki seviyeleri aşarak daha önce görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. İnsanlığın geleceğine ilişkin olumsuz görüşlerin yoğunluğu hiç bu kadar yüksek olmamıştı.

Ayrıca, dünya hakkındaki olumsuz görüşlerin yüzyılın başlarında, hatta [2008’deki] Büyük Durgunluk’tan önce yükselmeye başlamış olması da dikkat çekicidir. Bu artış, benim dünyanın büyük ekonomilerinin “yeni bir Uzun Depresyon” olarak adlandırdığım, 1873-95 depresyonu ve 1930’lardaki Büyük Depresyon’dan sonra modern kapitalizm tarihindeki üçüncü büyük iktisadi krize girdiğine dair görüşümle örtüşüyor.

İngilizce, Almanca, Fransızca kitaplarda karamsarlık artıyor.

BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ ALTÜST OLUŞLAR

Reel gelirlerin durgunlaştığı, hatta düştüğü, eşitsizliğin artmasıyla birlikte yoksulluğun da arttığı, üretici güçleri artıracak ve şu anda dünyayı saran çevre felaketini çözecek yatırımların yapılmadığı bir ekonomik bunalımın içindeyiz. Ve bu “çoklu krizi” çözmek için hükümetlerin küresel işbirliği yerine, uluslar arasında hem ekonomik hem de askeri çatışmaların arttığı bir ortamdayız.

Söz konusu raporu sunan BM Kalkınma Programı Direktörü Achim Steiner, şunları söylüyor:

“Belirsizlik katmanları üst üste yığılıyor ve etkileşime girerek hayatlarımızı daha önce görülmemiş şekillerde altüst ediyor. İnsanlar daha önce de hastalıklar, savaşlar ve çevresel bozulmalarla karşı karşıya kaldı. Ancak istikrarsızlaştırıcı gezegen çapında baskıların artan eşitsizliklerle birleşmesi, bu baskıları hafifletmek için kapsamlı toplumsal dönüşümler yerine yaygın kutuplaşma, dünya ve içindeki herkes için yeni, karmaşık, etkileşimli belirsizlik kaynakları sunuyor.” Steiner ayrıca “çarpıcı bir ilk olarak, küresel İnsani Gelişme Endeksi (İGE) değerinin Covid-19 pandemisinin ardından iki yıl üst üste gerilediğine” dikkat çekiyor.

İnsani Gelişim Endeksi ilk defa iki yıl üst üste düştü.

TEKNOLOJİ GELİŞİRKEN İNSANİ GELİŞİM DÜŞÜYOR

Küresel İGE’deki düşüş, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi ve Paris Anlaşması’nın kabul edilmesinden hemen sonraki döneme denk geliyor! Yani bu konuda bir ilerleme yok.  Her yıl birkaç farklı ülke kendi İGE değerlerinde düşüş yaşıyor. Ancak ülkelerin yüzde 90’ı 2020 veya 2021’de İGE değerlerinin düştüğünü görerek küresel mali krizin ardından tersine dönüş yaşayan ülke sayısını çok aştı. Geçtiğimiz yıl küresel düzeyde bir miktar toparlanma görülse de bu kısmi ve dengesiz bir toparlanmaydı: İGE değeri çok yüksek olan ülkelerin çoğunda iyileşmeler görülürken, geri kalanların çoğunda düşüşler devam etti.

COVID salgını nedeniyle çoğu düşük ve orta gelirli ülkelerde olmak üzere en az 15 milyon “gereksiz hayat” kaybedildi. Ancak ABD bile ortalama yaşam süresinin son 26 yılın en düşük seviyesine gerilediğini gördü. Gerçekten de ABD’nin ortalama yaşam süresi şu anda Çin’in altında!

COVID ile mücadele için, bazıları devrim niteliğindeki teknolojiye dayanan yeni aşılar, iki kat hızlı bir şekilde geliştirildi ve bunlar bir yıl içinde tahmini 20 milyon hayat kurtardı. Ancak dünyanın en yoksulları, aşıya erişimde büyük eşitsizlikler olduğu için en az tıbbi desteği aldı. Raporda belirtildiği gibi, “Pandemi, uluslar arasında ve içinde güven ve işbirliğindeki bozulmaların, birlikte başarabileceklerimizi nasıl ahmakça kısıtladığının acı bir hatırlatıcısı oldu.”

KRİZİN FARKLI YÜZLERİ

COVID ortadan kalkmadı, ancak hükümetler ve insanlar onunla yaşamaya (veya ölmeye) karar verdi. Sonuçları devam ediyor ve hatta daha da kötüleşiyor. Milyarlarca insan son bir neslin en büyük hayat pahalılığı kriziyle karşı karşıya. Büyük ölçüde gıda hakkını belirleyen servet ve güç eşitsizlikleri nedeniyle gıda güvensizliği ile boğuşuyorlar. Küresel tedarik zincirindeki tıkanıklıklar devam ediyor ve tüm ülkelerde on yıllardır görülmemiş oranlarda artan enflasyona katkıda bulunuyor.

İklim konusuna gelince, HDR bize son yıllarda dünya çapında daha fazla rekor sıcaklık, yangın ve fırtına görüldüğünü hatırlatıyor. Son Uluslararası İklim Değişikliği Paneli Raporu “insanlık için kırmızı alarm” niteliğindedir. Özünde, bilim ilerledikçe, iklim modelleri, eskisinden daha iyi bir hassasiyetle, ileride daha fazla felaket olacağını öngörüyor. Biyoçeşitliliğin çöküşü de bunlardan biri. 1 milyondan fazla bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu dengesizliğin, tarımsal üretimde akıl almaz bir zorluk ortaya koyacağı belirtiliyor.

Çoklu kriz, travma yaratan olaylar, fiziksel hastalıklar, genel iklim kaygısı ve gıda güvensizliği yoluyla insanlığın ruh sağlığını etkiliyor. “Bunların özellikle çocuklar üzerindeki etkileri derindir; özellikle alt sosyal basamaklardaki ailelerde beyin ve vücut gelişimini değiştirerek çocukların hayatta başarabileceklerini potansiyel olarak azaltmaktadır.”

BM RAPORUNUN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ

Ne yapılmalı?  BM daha umutlu bir gelecek için kendi modelini sunuyor: yatırım, güvence ve inovasyon. Ancak BM, inovasyon ve yeni teknolojinin iki ucu keskin bir kılıç olduğunu da kabul ediyor. “Yapay zeka hem görevler yaratacak hem de yok edecek ve muazzam bir bozulmaya neden olacak. Sentetik biyoloji sağlık ve tıp alanında yeni sınırlar açarken, insan olmanın ne anlama geldiğine dair temel soruları da gündeme getiriyor.” Gerçekten de bu yeni teknolojiler eşitsizliği artıracak mı, iş olanaklarını azaltacak mı yoksa genişletecek mi?

Bir de yatırım konusu var.  HDR, özellikle çevre için kamu yatırımlarından bahsediyor.  Ancak bu tür yatırımların önünde duran çıkar grupları hakkında hiçbir şey söylemiyor. Son olarak da güvence var: insan haklarının daha fazla korunması, temel hizmetlere ve asgari gelire erişim ve daha fazla demokratik hesap verebilirlik. Bu temel güvencelerin hiçbiri dünyadaki yaklaşık 8 milyar insanın çoğunluğu için mevcut değildir.

BM raporu, 21. yüzyılda insanlığın içinde bulunduğu durumu irdelemesi bakımından sarsıcı bir tablo ortaya koyuyor. Ancak neden bir “çoklu kriz” yaşandığına dair ikna edici bir açıklama sunmuyor.  Achim Steiner bize “günümüzün belirsizlik hikayesindeki kahraman ve kötü adam aynıdır: insan seçimi” diyor. Gerçekten de, eğer bazı şeyleri farklı yapmayı seçseydik, yapabilirdik.  Peki insanlık neden farklı bir yol seçmiyor? 

Çünkü insanlığın yalnızca küçük bir yüzdesi seçim yapabiliyor. Geri kalanımız, toplumsal durumu etkileyecek seçimler yapma gücüne sahip değil (en azından bireysel bazda). Kapitalizmde, sahip olan ve kontrol edenler ile onlar için çalışmak ve itaat etmek zorunda olanlar arasındaki sınıfsal bölünme, bu çoklu krizin temel nedenidir.