250’nci yazı!
Abdullah Gül, geçen yıl cumhurbaşkanlığı görevini kardeşi Recep Tayyip Erdoğan’a devretti. Karısı İstanbul’da yaşamak istiyordu. Ancak evleri yoktu. Hayatları boyunca hep devletin kendilerine tahsis ettiği lüks konaklarda, köşklerde oturmuşlardı; ev derdi nedir bilmemişlerdi.Recep Tayyip’e gitti, “Kardeşim, biliyorsun evim yok... Kanlıca’da ev aldık... Onun içini yaptırıncaya kadar izin verirsen Huber’de oturmak istiyoruz” dedi...***Huber dediğin, Cumhurbaşkanlığı makamına bağlı, tarihi ve koca bir köşk...Cumhurbaşkanlarının yazlık çalışma mekanı...Recep Tayyip Erdoğan, Gül’ün bir dediğini iki etmedi, “Hay hay; dilediğin kadar otur” dedi.Gül, karısı ve çocukları bu söz üzerine o Köşk’te tam 7 ay 3 hafta daha oturdular...***Rahat etmeleri için (50’si güvenlik, 50’si de hizmetli kadrosunda) 100 kişi çalıştı...Yemekleri yapıldı, misafirleri ağırlandı, hanımefendi için bahçıvan tarafından organik sebzeler, meyveler yetiştirildi.Kapalı havuz ısıtılıp yüzmeye elverişli hale getirildi.***Bu arada ben bu işgalin ikinci ayında devreye girdim...Gül ailesinin Huber’de oturmaya devam etmesinin yasalara ve devlet geleneklerine aykırı olduğunu söylemeye başladım.Pazartesi günleri hariç her gün yazdım. Türkçe anlamıyor diye Arapça, İngilizce, Fransızca, Rusça yazdım.100’üncü yazı günüm 14 Şubat’a denk geldi; 300’e yakın okurumla o soğukta Huber’in önünde buluşup, “Giiiiiiiiitt” diye şarkı bile söyledik.Baktı ki durum ciddileşiyor; “Gidiyoruz. Ayrıca ben bu konularda titizimdir. Bizim için yapılan bütün masrafları ödüyorum” diye bir açıklama yaptı; onun üzerine de iki ay daha oturdu.Sonunda benim 156’ncı yazı günümde lütfedip Huber’i boşalttı.“Kendi evimiz” dediği Kanlıca’daki lüks eve taşındı.***Ancak Huber’de 7 ay 3 hafta boyunca kendisi ve ailesi için yapılan masrafları ödediğine dair belgeyi gösterememişti.Ayrıca Kanlıca’daki yeni evin piyasa değeri tam 20 milyon liraydı.Bunlar bir gazeteci için asla unutturulmaması gereken sorulardı.Bu yüzden 156 yazılık geçmişi parantez içine alıp, yeniden saymaya başladım:Huber’deki masrafları ödedin mi, makbuzları neden göstermiyorsun?Kanlıca’daki 20 milyon liralık evi aldığın parayı nereden, ne zaman kazandın?Suudi Arabistan Kralı’nın hediye ettiği elmaslar ne oldu?Maslak’taki kasrı, kim senin çalışma ofisi olarak kullanman için 50 yıllığına tahsis etti?***Tam 94 yazı da böyle geçti...Bugün itibarıyla 250’nci yazıyı okuyorsunuz!Bu dönemde Gül’ün Danışmanı Ahmet Sever kitap yazdı; eski patronuna binlerce övgü sıraladı... Ama bu konuya tek satır olsun ayırmadı!Sadece o mu? Sözcü hariç diğer gazetelerin tamamı, çok mecbur kalmadıkça kalem oynatmaktan çekindiler.Anlı şanlı yazarlar başlarını kuma gömdü!Muhalif partiler bile duymazdan, görmezden geldi.Bir iki onurlu milletvekili soru önergesi verdi ama o soru önergelerini de umursayan çıkmadı!***Dostlar; farkındasınız...Uzunca bir süredir isteksiz kalem onatıyorum bu konuda...Çünkü sıkıldım!Dön dön aynı şey; artık yazacak yeni bir şey bulamamaya başladım. Üstelik ülkenin bu kadar meselesi varken; her gün bana ayrılan sütunların bir bölümünü Abdullah Bey için kullanmak zorunda kalmak da işin tadını kaçırır hale geldi!Bu yüzden bir aydır benim yerime okurlarım soruyor ben yayınlıyorum.Nereye kadar mı devam edecek bu sorgu faslı?Ne kadar sıkılırsam sıkılayım; o konuşuncaya ya da ikimizden biri ölünceye kadar!Mesleği bırakmak zorunda kalsam bile pes etmeyeceğim... Yazacak gazete bulamazsam; geçtiği yollara, evinin karşısındaki duvarlara yazacağım.Demokrat görünümlü Sultan Abdullah Gül’ün ve aile üyelerinin gırtlaklarından geçen her “yoksul lokması”nın hesabını soracağım.***Bundan vazgeçersem; taş olayım!
OTYAMBazı yazarlar vardır ki; yüzünü bir kez görmemişsinizdir ama ruhunu bilirsiniz...Çünkü o, “sizin yazarınız”dır...Fikret Otyam da benim yazarımdı.Onun yazılarıyla sevdim yazmayı ve Anadolu’nun çorak topraklarını...“Bu dünyada kaç kişi resim yapar gibi yazı yazar” diye sorsanız; benim bildiğim o, “tek”ti...Resim yapar gibi yazar, yazar gibi resim yapardı.Huzur içinde uyusun.GÜL’E TAŞLAMA!yıllar önce denizler’inyankileri denize döktükleri gün,coniler’i savunanlardan biri de sendin...çivili tahtalar elinizde,allahüekber, küfür dilinizde...lakin yine dekurtaramadınız yankiler’idökülmekten denize...***o gün, bu günhep fitne fesat oldu işin gücün...neyzen’e sual eyledik zat-ı alinizi;“ha o mu? Şimdi mebus oldu” dedi...ve dahi dış bakanı,ve hatta bakan başı eylemişağa babaların seni...***sizin yaradanınız:“yürü ya kulum” dedi misonuna kadar açılıyor kapıların hepsi...alınma sakın “senin yaradanın” lafına...sizinle bizim yaradanımızayrı olmalı mutlaka...ya da bir mazereti olmalıeğer yaradan, aynı yaradansa...***ha bu arada,kaderin garip cilvesi,eski först leydimiz,sayın türbanlı eşiniz,avrupa mahkemesine dava açıp,şikayet eyledi türkiye’yi...çankaya’yı yeniden düzenledi,hediyeler kim bilir nereye gitti?***ah be abdulla bey! pehlivan tefrikasına döndü,mustafa mutlu’nun,huberle ilgili yazıp çizdikleri...ne ağzından bir gık çıktı,ne de kamuya bir açıklama, bir bilgi...bıktı, usandı garibimher gün yaza yaza...sonunda topu attı aydınlık okurlarına...***yahu be abdulla bey! sen ne kadar da çok severmişsinhanı hamamı;köşkü sarayı;yalıyı villayı...biliyoruz arkanda, mevta suudi kralı...bak tek istediğimiz nereden geliyorbu yoğurdun bolluğu? hele bi deyiver de işin sırrını,biz de bulalım mutluluğu...aylardır huber’de sürerken zevk-ü safayıbi açıklayıver nedir işin kaynağı?***hey abdulla bey!sakın bunları unuturuz sanma...hani bu milletibenzetse de birileri sazana...aman sen bu hatayı yapma!gel de kurtar bizi bu meraktan,şu işi bir bir açıkla...Yargı H.ÖZMEN
NOT: Bugünkü “Okuduklarım” köşesi de Huber için yazdığım 250’nci yazıya kurban gitti. Tüm kitap dostlarından yine özür diliyorum. M.M.