28 Şubat buluşması
Daha yenice gerekçeli kararı açıklandı. Hukuk faciasıdır. Mahkeme “küresel darbe” diye bir tanımlama bile yapmış, efendim çünkü bu “bir tek Türkiye’deki değil, dünyadaki bütün Müslümanları etkileyen bir darbe” imiş. 28 Şubat davası denilen garabet hakkında konuşuyorum.
Hakim Bey, hakim bey! Irak’ta 1,5 milyon Müslüman kadına tecavüz edilmesi, bir o kadarının da katledilmesi... Afganistan’da, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de yüz binlerce Müslümanın Amerikan kışkırtmaları ve bilfiil Amerikan bombalarıyla katledilmesi küresel darbe değil miydi?
28 Şubat, bir partiye ya da hükümete değil ABD’ye karşı yapıldı. Bir darbe değil, ordu ve devlet kademelerindeki Amerikan piyonu tarikat yapılanmalarını tasfiye etmeyi amaçlayan bir arınma girişimi idi. O başarıya ulaşamadığı için 15 Temmuz oldu. Hatalar yapılmadı mı? Elbette yapıldı, ben şahidim, ama el insaf yahu, ne küresel darbesi?
O sırada iktidarda olan Çiller-Erbakan hükümetinin Amerikancı niteliği hakkında kimin kuşkusu var? Çiller belli de ya her fırsatta ABD ve Siyonizme çakan Erbakan farklı mıydı? Bakın biraz anlatayım size.
Seçimlerden kısa süre sonra, 1994 yılı Ekim ayı içinde ABD eski Başkanı Jimmy Carter’in başında olduğu Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nin yayınladığı rapora göre Erbakan, Ortadoğu’da temas kurulabilecek tek ılımlı İslâmi lider olarak gösteriliyordu. Aynı ay içinde tekrar ABD’ye gitti ve Georgetown Üniversitesi’nde, kendi deyimiyle, “CIA’nın en yüksek memurlarının sorularını cevapladı.” (Sabah, 23 Ekim 1994.)
Yeni Yüzyıl gazetesinin 19 Aralık 1994 tarihli haberine göre, ABD’lilerle son 9 ay içinde 15 görüşme gerçekleştirmişlerdi. Bütün bu görüşmeler sonunda Refah Partisi’nin ABD hakkındaki söylemleri yumuşamış, Kürt politikası değişmişti. Artık: “Sen Ne Mutlu Türküm Diyene dersen, o da gelir Ne Mutlu Kürdüm Diyene der” diyorlardı.
Necmettin Erbakan, meselâ Bosna operasyonlarında, Amerika ile birlikte hareket edebilirdi. Zaten Bosna-Hersek’e askeri birlik göndermek için 5 Mart 1994’te BM’ye müracaat eden de Erbakan hükümetiydi. Bir Müslüman devletin yanında olmak düşüncesi tabanlarında kabul görür ve operasyonun iç yüzü anlaşılmayabilirdi. İktidar koltuğuna oturan Çiller ile birlikte Erbakan’ın ABD’ye en büyük katkısı da bu oldu zaten. Yugoslavya’da Hırvatlar ve Batılı güçler tarafından tutuşturulan ayrılık ateşine benzin taşıdılar. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in daha sonra açıkladığına göre, Türkiye Bosna’ya ambargo döneminde bile silah ve mühimmat göndermişti. Usame Bin Ladin, Aliya İzzet Begoviç’in sarayında Alman gazeteci Renate Flottau’ya savaşmak için Bosna’ya gönüllüler ve silahları nasıl getirdiğini övünerek anlatıyordu.
Ama bir dakika... Refah Partisi’nin Balkanlar’da ateşe benzin taşıdığını yazdık da Bosna’da ve Kosova’da binlerce insanın sırf Müslüman oldukları için katline seyirci mi kalınmalıydı?
Elbette hayır, ama her ne yapılacaksa bu, Batı’yla el ele vererek Yugoslavya’yı parçalamak için değil, Batı’ya rağmen birleştirmek için yapılabilirdi. İnsani yardıma ya da oradaki insanların hayatlarını korumak için atılacak askeri bir adıma kimse itiraz edemezdi ama, Usame Bin Ladin ve Amerika ile el ele Balkanların etnik ve dini testerelerle parçalanması da sadece “insani dayanışma” ile açıklanamazdı.
Bir yandan bu parçalama operasyonuna taraf olurken, diğer yandan aynı operasyonun Irak ve Türkiye üzerinde, hem de yine bizim katkılarımızla yapıldığını nasıl göremiyorduk?
Necip Torumtay buna alet olmamak için istifa etmemiş miydi?
Ya Doğan Güreş nasıl razı oluyordu buna? Aynı ordunun yetiştirdiği kişiler değil miydi bunlar?
Söz Erbakan ile ABD arasındaki tuhaf ilişkiden açılmışken, bir de farklı örnek vermeliyim. Afganistan’da Taliban’a en büyük desteği daima ABD verdi. Buna karşılık Rusya ve İran bölgedeki Taliban karşıtı güçleri desteklediler. Bunların en önemlisi Özbek General Raşit Dostum’un kuvvetleriydi. Türkiye yıllardan beri bu Türklere yardım ediyordu. O bölgede canını dişine takarak yıllarca görev yapan Kaşif Kozinoğlu bu ilişkinin arkasındaki adamdı. Taliban sadece Türk bölgelerine ve Raşit Dostum’un savunduğu bölgelere giremiyordu. Erbakan, Raşit Dostum’a verilen desteği geri çekerek Taliban’a ve ABD’ye yapılabilecek en büyük yardımı yaptı. Dostum’un kuvvetleri gerileyince Taliban Mezar-ı Şerif şehrine girdi ve korkunç bir Türk katliamına başladı. Elbette bunlar Şii Türklerdi.
Kaşif Kozinoğlu’na ne olduğunu biliyorsunuz. O da Erbakan’ın en iyi talebesi Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarında Afganistan’daki görevinden çağırılıp uydurma bir suçlamayla tutuklandı. Cezaevi duvarları arasında öldüğünde daha hâkim karşısına bile çıkmamıştı.
Gelelim mi 28 Şubat davası garabetine?
Bugün hepsi hapiste ya da firari olan FETÖ bağlantılı savcıların eseridir. AKP iktidarı devam ettirdi. Hatta Erdoğan’ın kızları davaya müdahil oldu, diğer mağdur/şikayetçi olanlar ise Akşener ve Çiller. Akşener, Çiller’in İçişleri Bakanıydı. Şimdilerde HDP’ye “Kürt siyasal hareketi” payesini veren hanımefendi. Ve bütün seçim kampanyası boyunca, Erdoğan’ın özenle kenara ayırıp miting meydanlarında ve televizyonlarda tek kelime etmediği hanımefendi... Bu aralar kendisi yalanlasa da yardımcıları, Erdoğan’dan gelecek Başkan yardımcılığı teklifine neden sıcak bakacaklarını anlatıyorlar.
Ama sorarsan, ABD Erbakan’a karşı, Erdoğan hanımefendi ile rakip, hanımefendi PKK’ya ve FETÖ’ye karşı, hepsi birden ABD’ye karşı, ABD bunların alayına, filan...
Hani şu: “Bahçıvan hizmetçiye, uşak bahçıvana, aşçı hepsine” hikâyesi gibi...
Neyse... Yargıya saygı...
ARİTMETİK
1. Münbiç’te ABD ile iki tarafın da zaman kazanmak için değerlendireceği bir mütareke yaptık... Fakat beklentiler farklı, Türkiye Fırat’ın doğusunun da PKK/PYD’den temizlenmesini, ABD ise oradaki üsleriyle birlikte mevcudun muhafazasını istiyor.
2. Bu arada ABD Sincar’a birlik yerleştirerek, Musul’un kuzeyine doğru bir koridor yaratmak için harekete geçti.
3. İran’a bağlı Haşdi Şaabi, bu bölgedeki PKK’ya bağlı Yezidan unsurlarına bölgeyi terk etmeleri uyarısını yaptı.
4. Sadr ve Haşdi Şaabi ittifak kurdu.
5. Irak seçimlerinde ABD destekli Kürtler lehine hile yapıldı, Türkmenler ayaklandı, sandık depoları yakıldı, bombalandı ama, elle saylınca KYB lehine yapılan hile ortaya çıktı.
6. Türkiye, Sincar’dan Kandil’e ve Türkiye’ye terör sızmalarını önleyecek şekilde Irak’ın kuzeyine ileri üs bölgeleri kurdu.
7. Irak Dışişleri Bakanlığı sözcüsü teröre karşı Türkiye ile birlikte mücadele etmeye hazır olduklarını açıkladı.
8. Aleksandr Dugin, Karabağ’da Azeri birliklerini ziyaret etti ve Ermeni işgalinin bitmesi gerektiğini açıkladı.
Eşittir= Yukarıda okuduğunuz gelişmeler, Avrasya ülkelerinin ABD saldırılarına karşı eylemli ortaklıklarını gösteriyor. Bu koşullar altında ABD ile yakınlaşmaya çalışmak bir adım sonra memleketin bölünmesine giden yolun kapısını açar.
JANDARMA
NATO’ya bağlı olmayan ve sayısal bakımdan neredeyse Kara Kuvvetleri’ne denk olan milli kuvvetimizdi. Önce profesyonelleştirilmeye başlandı, arkasından İçişleri Bakanlığı’na bağlandı, son olarak artık hiç asker alınmayarak bütünüyle askeri birlik vasfı kaybettirildi.
Yazdık, çizdik, konuştuk, üstümüzü başımızı yırttık... Anlatamadık... ABD’nin en büyük hesaplarından biriydi. Oldu, bitti işte...
Şimdi, hiçbir askeri estetik algısı olmayan kişi ya da kişiler tarafından tasarlanan, o tuhaf mavi kıyafet üzerinde askeri rütbe taşıyan, asker olarak istihdam edilen, ama uygulamada asker olmayan bir topluluk halindedirler.
Ne çok üzülüyorum... Ve ne çok üzüleceğiz daha...
VAHŞİ MEDENİYET
Emniyet Müdürlüğü yaşanan çocuk tecavüzleri sonrasında, ailelerin alması gereken bir dizi tedbir yayınladı. İçlerinde çocuğunu GPS ile takip etmek bile var. Çocuğa dışarıda gördüğü herkesin düşman olduğunu ve kendisini koruması gerektiği bilincini aşılıyor. Oysa sorun kültürel olduğu için çözüm de öyle. Bu bir sonuç... Neo-liberal kültürün sınırsız haz ve sınırsız kısıtlama anlayışı arasında salınan dengesiz yapısının zehirli meyvesi...
Ormanda dolaşan vahşi hayvanların bile bu kadar korktuğunu sanmıyorum.