28 Şubat Davası hakkında seçkin hukukçunun görüşleri

Önceki gün (13 Şubat 2018) bu köşede yer alan “Afrin Harekâtı ve 28 Şubat Davası” başlıklı yazı üzerine, Türkiye’nin önde gelen hukukçuları arasında saygın yeri olan, seçkin bir muhafazakâr aydınımızdan aldığım mektubu aynen yayınlıyorum.

28 ŞUBAT KÖKENLİ KIRILMA VE KAMPLAŞMALAR

28 Şubat sürecini, İddianameyi, savunmaları ve Esas Hakkında Savcılık Görüşünü dikkate alarak, makul bir dille herkesçe anlaşılabilir tarzda ifade etmenin olumlu olacağına inanıyorum.
28 Şubat dönemi, her ne kadar bugün FETÖ-NATO işbirliğine karşı idi diye tanımlansa da, “devletin bekâsı ve milletin refahı konusunda aynı ortak paydaları paylaşabilen yurttaşlar arasında”, hoyratlıklardan, kişisel statü olarak en yüksek ve en önde olma kişiselleştirmelerinden de kaynaklanan kırılmalara ve kamplaşmalara yol açmıştır.
Kırmızı ve mavi kuvvetler şeklinde cephe hatları çizilmiş, aynı ulusu oluşturan insanlar istemeseler de kendi devletleri içinde hiç de arzu etmedikleri bir cephenin içinde olmaya mahkum edilebilmişlerdir.
Cephe sınırları hiç gerekmediği halde genişletilirken, taşınılan kamu misyonlarının sütre gerisinden, sınırları keyfe kalmış belirsizlikte düşman addedilen kişilere karşı husumetin seviyesi en yüksek noktaya çıkartılmıştır.
Kim, hangi kamu görevinde bulunuyorsa onun verdiği yetki ve gücü suiistimal etmeyi bir çeşit kahramanlık olarak takdir göreceğini düşünerek daha da coşmuştur.
Sonuçta seçmenin siyasal tercihleri üzerinde tam aksi tepkiler doğurmuştur. Devlet erklerinin kendi fay hatları içinde sıkışan gerilimlerin yol açtığı öncü ve artçı depremler, birbirini tasfiyeye yönelen yıkımlara yol açmıştır.
Düz mantık endoktrinasyonla bugüne kadar dahi süregelen tartışmaların yine devlet erkleri üzerinden hesaplaşması şekline dönüşmüş olan davalardan birisi de maalesef 28 Şubat süreci olmuştur.

TARTIŞMALI GÖRÜŞLER

Sayın Başkanım yazınızdaki “bazı cümleler” davanın izahında pek çok tartışmayı açar niteliktedir. Örneğin:
- “Peki şimdi komutanlar, Körfez Savaşı sonrasında ABD’nin dayatmalarına boyun eğmedikleri ve FETÖ’yü hedef aldıkları için mi cezalandırılacaklar?” (Tezkere krizi olmasaydı, ordu içinde ABD ile ilişkiler kimlerle hangi boyutta devam ediyor olabilirdi? Mesela Çevik Bir, neden ABD’de basın toplantısı düzenlemişti? gibi pek çok sorunun tartışılmasını gerektirir.)
- “Kemalist Devrimin tamamlanması” (Gazi Mustafa Kemal’den sonra O’nun nam ve hesabıyla içeriğini kim belirleme tekeline sahiptir sorusuna da cevap vermeyi gerektirir.)
- “28 Şubat döneminde FETÖ ile el ele tutuşanlar, artık o konumlarını sorgulamak zorundadırlar. O sorgulamanın yapılacağı zemin ise, 28 Şubat Davasıdır”. (O dönem için F. Gülen’in RP için “çekin gidin artık” sözleriyle birlikte izah edilmelidir.)

ÜLKEMİZ VE BÖLGEMİZ SAVAŞ ALANI SEÇİLDİ

Kişisel kanaatim, konuyu anlaşılır hâle dönüştürmemiz mümkündür:
Ülkemiz ve bölgemiz, kimse bir hata yapmasaydı dahi Genişletilmiş Ortadoğu Projesi üzerinden savaş alanı olarak seçilmiştir. (Muammer Kaddafi veya Saddam Hüseyin, hiç bir şey yapmasaydı dahi güçlü bir Libya’nın ve güçlü bir Irak’ın yaşamasına müsaade etmek, bu planlara tamamen terstir. Mısır’ın kendi içinde ilan edilmemiş bir parçalanmaya maruz bırakıldığı gözler önündedir. Suudi Arabistan-ABD-Körfez ülkeleri-Mısır-İsrail ittifakının Avrupa ayakları olduğu da herkesin malumudur.)
Halkı Müslüman olan bütün büyük devletlerin parçalanması adım adım gerçekleştirilmektedir.

PAZARLIKSIZ VATANSEVERLİK

Skyes-Picot anlaşmasından 100 yıl sonra maalesef yeni bir İstiklal Harbi şartları içerisindeyiz.
PKK/KCK/YPG/YRK/HPG/PJAK/SDG ve her çeşit kılığa sokulan uyduruk isimler yanında, FETÖ gibi kumandalı ve milletin mahremine sızmış yapıların, yeni bir Müstevliler İşbirliği içinde oldukları bu dönemde, millî unsurların pazarlıksız ve şartsız vatanseverliği özenle dikkate alınmalıdır.
Milli birlik ve beraberliğe, her zamankinden daha fazla ihtiyacımız bulunmaktadır. 15 Temmuz bunun ibret verici göstergesi olmuştur.
Hendek Savaşları ve ardından gelen Koridor Kantonları kurulmasına yönelik planlar, ilan edilmemiş Üçüncü Dünya Savaşı sürecidir. Böyle bir süreçte; düşmanları sevindirecek anlamsız intikam taarruzlarının iç cephede karışıklıklara yol açacağı dikkate alınmalıdır.

DÜŞMANI SEVİNDİRMEMELİ

Bugün iç cepheyi birleştirmek, devlet adamının en yüksek ilkesidir.
Bu nedenle 28 Şubat davası, Türkiye’nin istiklal ve istikbali için aynı safta yer alan kişilerin etkisizleştirilip ve ötelenerek düşmanları sevindirecek şekilde sonuçlanmamalıdır.
Bazıları bu davayı aynen belirttiğiniz gibi bir intikam / bedel ödetme fırsatı olarak görmektedirler. Dünya dengesini ve bölgedeki ölümcül tehlikeleri de, yeterince algıladıklarını zannetmiyorum.
Savunma için süre isteyen sanıklar sebebiyle, biraz daha vakit olursa, konunun izahında başarılı olunulabilinir.
Seçkin Hukukçumuzun mektubu burada bitti. Kamuoyunun değerlendirmesine sunuyoruz.