28 Şubat’ta konuşanlar neden sessiz?-(TAMAMI)

28 Şubat kararlarının üzerinden onlarca yıl geçmiş. O gün söylenenler unutulmuş. O gün yapılana alkış tutanlar şimdi sessiz.

Yıl: 2012 ve olağandışı koşullar içinde yaşadığımız şu günlerde suçluları aranan, o günün subayları aradan geçen bunca yıldan sonra Sincan Cezaevi’ne konuluyor.

Tarihle yüzleşmek mi isteniyor?

10 yıldır neredeydiniz?

MGK’nın aldığı tavsiye kararlarının altında o günkü iktidarın başbakanının, yardımcısının ve şimdi Çankaya’da Atatürk’ün koltuğunda oturan taraflı Sayın Cumhurbaşkanı’nın da devlet bakanı olarak imzası var mı yok mu?

AKP iktidardaki 10. Ustalık yılında bir kamera şakasıyla - deyim AKP’li Bakana aittir - CHP Genel Başkanı koltuğundaki Kılıçdaroğlu’nun “Geçmişimizle yüzleşmek” çıkışına demek ki, ancak sıra gelmiş. Oysa 28 Şubat olayının tanıklarının çoğu yaşıyor ve gazete köşelerinde görüşlerini nedense yüreklice açıklamıyor.

Bu satırların yazarı da gazeteci olarak 28 Şubat olayının tanığıdır.

28 Şubat kararlarının Bakanlar Kurulu kararıyla uygulanmaya başladığı ve bir süre sonra da Refah Yol iktidarı Başbakanı’nın istifasını Cumhurbaşkanı Sayın Demirel’e sunmasından önce TRT’de bir program yapmaya hazırlanıyordum. Ankara’da MGK Genel Sekreterliği tarafından yapılan bir seminere davetliydim. Seminerin konusu “Türkiye ve etrafındaki tehlikeler”di. O gün Çankaya’dan beni aradılar. Sayın Cumhurbaşkanı görüşmeyi arzu etmiş. Tam da Politikanın Nabzı programına başlamak üzereyiz. 21 Eylül 1997 akşamı saat 21’de Cumhurbaşkanı ile ilk programı başlatmasını TRT Genel Müdürü Yücel Yener uygun görmüş. İstanbul’da bulunan bazı gazetecilerle röportajlar yapılmış. Sanıyorum ki, Cumhurbaşkanıyla o konuda fikir alış verişi yapacağım.

Ben merdivenlerden çıkarken eski arkadaşım, Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden Cumhurbaşkanı’nın odasından çıkıyordu. Bekleme odasına ise bir konuk daha vardı: Yargıtay Başsavcılığına yeni atanan Vural Savaş. O da Cumhurbaşkanı’nın yanında kısa kaldı ve çıktı. Demirel’le uzun seçim gezileri yapmışız ve dostluğumuz var. Cumhurbaşkanını biraz sıkıntılı ve düşünceli gördüğüm. Cumhurbaşkanı söze başladı:

“- Durum iç açıcı değil. Hükümet işi kavrayamamış ama benim amacım Parlamentoyu açık tutmak ve demokrasinin işlemesini sağlamak. Ben burada rejimi ve Cumhuriyeti korumak için varım. Aksi halde askerleri tutmak zor olabilir.” Şaşkın ve meraklı sordum: -Ne oldu efendim? Hiç sizi böyle görmemiştim.” dedim.

“- Durum ciddi ve sonunda kötü şeyler olabilir?”

Demirel’in düşünceleri

İstanbul’a döndükten bir süre sonra olay hayli ciddi boyutta gelişti. MGK tavsiye kararı aldı ve İrtica 1 numaralı tehlike olarak ilan edildi. Uzun süre de öyle kabul edildi. Aynı zamanda 28 Şubat kararları Hükümet tarafından kabul edildi ve uygulamaya konuldu. Bunların başında laikliğin korunması ve Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın ve Anayasamızın 174. Maddesi’nin uygulanması vardı. Sonra Erbakan istifasını Cumhurbaşkanı’na sundu ve Cumhurbaşkanı da yeni Hükümet için çalışmalara başladı. Anayasa böyle emrediyordu. Demirel ise Anayasa kitapçığını cebinden çıkarmıştı. O hareket şimdi sorgulanıyor. Sorgulanan nedir? Bir görülmemiş hesabının gündeme alınmasını “Cambaza bakarak asıl gündemin üzerinin örtülmesi” olarak algılıyor. Kimileri de bu olayın gündeme gelmesini zaten yıpranan savunma yeteneği ve refleksi kalmamış TSK’yı daha da sindirmek olarak düşünmekte.

Asıl önemli olan o günlerde bizim Program için yapılan gazeteci röportajlarıdır. Bence gündemdeki davaya ışığı o günkü özgür basın koyacaktır. Asıl tanıklar onlardır.

İşte gazeteci görüşleri (Kaynak TRT arşivleri)

Yavuz Donat (Milliyet Gazetesi)

“Sayın Cumhurbaşkanı ile 28 Şubat’ın öncesinde ve 28 Şubat itibariyle başlayan süreçte defalarca konuştum. Dikkatimi çeken şu oldu: Sayın Cumhurbaşkanı, TBMM’yi açık tutabilmek için olağanüstü bir gayretin içindeydi.”

Rahmi Turan (Gözcü Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)

“Sayın Cumhurbaşkanı’nın her zaman cebinde taşıdığı Anayasa kitabının dışına asla çıkmayacağı inancındayım. Benim görüşüme göre, düşünceme göre, Sayın Demirel bugün rejimin teminatı durumundadır.”

Güneri Civaoğlu (Milliyet Gazetesi Başyazarı)

“Süleyman Demirel’in kurduğu oyundaki özel denge yerini çok özenle altını çizerek belirtmek istiyorum. Süleyman Demirel, bu hadisenin siyaset mimarisini yerine getirmiş ve demokrasi içinde bir yumuşak geçişi sağlamıştır.”

Ali Baransel (Cumhurbaşkanlığı eski danışmanı)

“Kendisine Anayasa’yla verilen görev ve sorumlulukların sınırını zorlamadan, ülke çıkarları doğrultusunda fevkalade esnek ve güzel bir politika izlemiştir.”

Ve tarih 21 Eylül 1997. Saat 21. Günlerden Pazar. Sayın Demirel Politikanın Nabzında TRT ekranlarında.

“Hem rejimin, hem devletin her şeyi düşünüp de kendi selametini, kendi güvenliğini düşünmemiş olması mümkün değildir. Türkiye bir Anayasal devlettir ve devlet kurumlar devletidir. Bu kurumlar devletinde her kurumun görevi fonksiyonu, yetkisi gene bu Anayasa’nın içinde mevcuttur.”

O halde siyaset üstü 88 yaşında ve yaşamını bu devlete adamış bir insana yapılan saldırılar karşısında susan ve o sözleri söyleyenler nerede? Basın satıldı, el değiştirdi ama söylenenler yazıların mürekkebi hâlâ üstünde. Üzerlerindeki imza hâlâ ıslak...