30 Ağustos 2013 -(TAMAMI)
Kafa kâğıdında 1 Eylül 1936 yazar ama anneme göre 30 Ağustos günü doğmuşum. “30 Ağustos davulları çalıyordu” derdi Kör İbram’ın kızı. Fındıkpınarı, denizden 1500 metre yükseklikte, Mersin Toroslarında bir yayla.
İki dölyatağı besledi büyüttü beni, biri anneminki, öteki Toroslar. Nerede olursam olayım ben hep Toroslardayım.
“Beni doğurmak için kıvranıp dururken davul seslerini nasıl duydun anne?” diye sormadığıma yanarım.
Fındıkpınarı’nda tek bir meydan vardır. Şimdi Belediye’nin olduğu meydan. Meydanın alt tarafında hayvan hanı vardı. Pazar olarak da kullanılan meydana mal satmaya gelen köylüler atlarını, eşeklerini bu hana bağlarlardı. Ben de, yazları, Demirışık köyü imamı ve muhtarı, anamın babası, dedem Kör İbram’ın aksak atını bu hana kaç kez bağladım.
***
29 Ağustos gecesinden, çevre köylerden köylüler gelirdi Zafer Bayramı’nı kutlamak için. Davul ve zurna eşliğinde güreş tutulur, sinsin ve seyirlik ortaoyunu oynanırdı. Geceleri fener alayı yapılırdı. 1950’lerden söz ediyorum. Dedem Galiçya’da, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda savaşmıştı. Fındıkpınar’a 30 Ağustos’u kutlamaya gelen insanların epeycesi Kurtuluş Savaşı’na ve Çukurova direniş çetelerine katılmıştı. Bu insanlar ceketlerinin göğüs ceplerinin üzerine madalyalarını takarlardı.
Aynı insanlar, o sıralar 5 Ocak’ta kutlanan Mersin’in kurtuluş bayramlarında ve Cumhuriyet bayramlarında, Osmaniye Mahallesi ve Asri Mezarlık taraflarından, süvari milis kuvvetleri olarak, mersin ve defne dallarından yapılmış takların altında geçerek Mersin’e inerlerdi.
Atlarının üzerinde, Hastane Caddesi’nde gururla ilerleyen, kimi bakkal, kimi avukat, kimi tornacı, kimi tüccar, kimi belediye ya da PTT memuru olan bu kurtarıcı milislere hayranlıkla bakar, gurur duyardık. Kimi akrabamızdı, kimi mahalle komşumuzdu, kimi tanıdığımızdı.
Bu bize gurur, mutluluk, güven ve dayanışma duygusu verirdi.
Bütün ulusal bayramlar gurur, mutluluk, güven ve dayanışma duygusu verir.
Bu duyguyu, günümüzde kimileri (isteyen “kimileri”nin önüne ya da arkasına istediği sıfatı ekleyebilir), kimi sıfatsızlar, “faşizan duygular”, bayramları da “faşist gösteriler” diye tanımlıyorlar.
***
AKP tarikatının iktidarı, bu bayramların kimini kaldırdı, kimini bir tür sansür protokolüne bağladı; eski cumhuriyetçi gelenekleri sürdürmek isteyenleri polise kovalattı.
Böyle bir uygulamayı ancak sömürge topraklarında sömürgeciler yaparlar. Ulusal duyguların uyanmasına, ulusal bilincin pekişmesine engel olmak için!
Yazının bu satırına gelince, yaptığım yazı planlamasına göre birkaç satır daha ekleyip, sonra Nâzım Hikmet’in “Kuvâyi Milliye Destanı”nın “Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız İzmir’e doğru yürürken serseri kurşunla vurulan Erzurumluydu” bölümünü aktaracaktım.
Nâzım’ın YKY tarafından yayımlanan “Bütün Şiirleri”ni almak için elimi uzattım. Kitabın altında 17 Ağustos 2013 tarihli Cumhuriyet gazetesi. Sekizinci sayfada, “Darbeye tepkiden hilafet özlemi çıktı” başlıklı haber. Manşetin üzerinde çok anlamlı bir satır: “İstanbul polisi demokrasi karşıtlarına karşı çok demokrattı”.
***
Haberi özetleyelim: 16 Ağustos Cuma idi. Cuma namazından sonra, İslamcı bir topluluk, Mısır’da Müslüman Kardeşler hükümetine karşı yapılan askeri “darbe”yi protesto etmek için yürüyüşe geçmiş. Gazetede yer alan bir fotoğrafta görülen manzara şu: Yetişkin mürteci kılıklı erkeklerin önünde 10-12 yaşında iki çocuk. Birinin elinde “İnsanlık için tek çözüm hilafet”, ötekinin elinde “Demokrasi = Küfür Sistemi” yazan pankartlar.
“Kahrolsun demokrasi, geliyor hilafetin sesi” yazılı pankartın da taşındığı gösteriye Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı R.T. Erdoğan’ın oğlu Necmettin Bilal Erdoğan ile Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de katılmış. Bunun üzerine aynı tarihli gazetelere baktım, Necmettin Bilal Erdoğan’ın fotoğrafı var mı diye. Sözcü gazetesinin 14. sayfasında, gıyabi cenaze namazında saf tutan Bilal Erdoğan’ın fotoğrafı var. Arkasındaki atletik adam da galiba koruması. Sözcü gazetesinin açıklamalı haberine göre, protesto devam ederken Necmettin Bilal Erdoğan camiden ayrılmış.
***
Ayrılmış ya da ayrılmamış, önemli değil. Cumhuriyet ve demokrasi karşıtı pankartların taşındığı mekânda, Fatih Belediye başkanı ile birlikte yer almış. Rastlantı mı? İsterse rastlantı olsun. Gıyabi cenaze namazı kılan insanlar “Ne darbe, ne demokrasi! Biz ümmetten yanayız!”, “Kahrolsun Sisi. Kahrolsun demokrasi, geliyor hilafetin sesi!” taşıyor.
Ellerindeki dövizlerle Saraçhane Parkı’na doğru yürüyüşe geçen göstericiler sık sık tekbir getirmişler.
Cumhuriyet gazetesinin haberi şöyle devam ediyor: “Bu arada polisin başta Gezi Parkı olmak üzere toplumsal olayların olduğu gösterilerde aldığı geniş güvenlik önlemleri gözükmezken Bilal Erdoğan’ı korumak için cami avlusuna gelen çevik kuvvet polisinin göstericileri uzaktan takip ettiği ve herhangi bir uyarı yapmadığı görüldü.”
Bu ne demek?
Şeriatçı, hilafetçi, demokrasi ve cumhuriyet karşıtı gösterinin siyasal anlamı ne ise bu “o” anlama geliyor. Burada, dikkatinizi, Başbakan’ın “nokta”larından birine çekmek istiyorum: Yaptığı konuşmaların %30’u Mısır hakkında, %70 Türkiye’ye yönelik. Hilafeti, Türkiye’ye demokratik seçim yoluyla getirmeleri mümkün değil. Mevcut anayasa buna el vermez. El verecek bir anayasa yapmak da mümkün değil. O halde, “İnsanlık için tek çözüm” olan “hilafet”i nasıl getirecekler? Demek ki ya ayaklanma ya da darbe ile Cumhuriyet rejimini devirmek istiyorlar. Böyle bir gösteride AKP’nin ve Erdoğan ailesinin temsil edilmesi çok anlamlı değil mi?
Bu anlam, AKP tarikatı iktidarının Cumhuriyet’in resmi bayramlarına karşı aldığı düşmanca tavırla örtüşmüyor mu?