31 Mart’tan 31 Mayıs’a Taksim -(TAMAMI)

31 Mayıs! Cumhuriyet Halkı, Taksim Gezi Parkı kalesini savunuyor. Barbarlar mancınıklarla yangın gülleleri fırlatıyor cumhuriyet halkının üzerine. Olayları sadece iki televizyon kanalı veriyor: Ulusal Kanal ve Halk Tv. (Ah bir de “sadece biz yayınlıyoruz!” diye böbürlenmese.) Ötekiler, tasma erbabı, kulübelerinde kemik dişlemekte.

Henüz olayların başlangıcı. Nereye varacağını tahmin etmek güç. Barbarlar, su sıkıyor, biber gazı fırlatıyor savunmasız halkın üzerine. “Göz, Gez, Arpacık!” diyerek.

Birden aklıma bir arkadaşımın anlattığı kedili bir olay geliyor:

Arkadaşımın mutfağına bir kedi dadanmış. Evi bahçeli, avlulu, eski zaman evi. Komşu evler de öyle. Kedi, duvardan atlayarak mutfak penceresinden içeri giriyor ve açıkta ne bulursa götürüyor. Kafası iyice bozulan arkadaş, kediyi bir gün koridorda sıkıştırıyor. Elinde sopa! Kedidir sağa sola kaçıyor. Çaresiz. Kıç tarafını duvara verip, sırtını kabartıyor ve dişlerini gösteriyor. Karşısındaki bir adım daha atsa üzerine saldıracak.

Arkadaşım korkmuş, kapıdan balkona çıkıp kenara çekilmiş. Bunu gören kedi, hiç acele etmeden , bir kahraman gibi ağır ağır çıkıp gitmiş. Gururla!

Taksim Gezi Parkı’nda vatandaşlık ve hemşerilik hak ve onurunu koruyan halk, kedi gibi mutfak soymadı kuşkusuz. Ama hangi kediyi, hangi kedi-halkı sıkıştırsanız aynı şeyi yapar. Önce kendini savunur, meşru savunmasını yapar ve sonra huruç eder! Kuşatmayı yarar!

Bu hep böyle olur! Böyle olur, çünkü teslim olursa kılıçtan geçirileceğini bilir!

***

Halkı tanıdığını sanan Erdoğan’ın şerbeti ya da büyüsü 31 Mayıs günü İstanbul Taksim’de bozuldu. 31 Mayıs, R.T. Erdoğan Hoca’nın 31 Mart’ıdır. “Mektepli” kazandı. Erdoğan Hoca saklanmak zorunda kaldı, gizlendi. Korktu! En azından televizyonlara çıkıp konuşmalıydı. Ama kabarmadan, böbürlenmeden, zart-zurt etmeden. Çünkü artık zart-zurt, ateşin üzerine benzin püskürtmeye benzer. Halkın karşısına çıkıp konuşacaktı. Ama şeyh-mürşit-imam ses, jest ve mimikleriyle değil. Cumhuriyet’e layık ve saygılı olmaya niyetli bir başbakan olarak. Bir kez olsun!

Hâttâ Taksim’e gelip halkın karşısına geçip, eline megafon alıp, hata yaptığını, Cumhuriyet’e karşı hata yaptığını söylemeliydi. “İki ayyaş!” patavatsızlığından dolayı özür dilemeliydi.

Bunu Adnan Menderes yapmıştı. Ayaklanan Gazi Eğitim Enstitüsü’ne (Gazi Üniversitesi) gelip, yatakhanelerin pencerelerinden sarkan kızlara “Tavuklar!” diye bağırmıştı. Yanında iki bin koruma da yoktu. 555 K’da göstericilerin arasına karışmak, onlarla tartışmak ve konuşmak cesareti göstermişti.

R.T. Erdoğan elbette bilemez bunları. Gençliğinde mürteci gösterilere katıldıysa, Polis’i arkasına alıp, ya da onun yanında cumhuriyetçilerin üzerine saldırmıştır. Polisin gölgesini karşısında görünce sinip tüymüştür. Ancak özgürlük, eşitlik ve adalet aşıkları direnme gücüne sahiptir. Böyle bir duygu ve zihniyetten yoksun olduğu, yoksun oldukları için, pencere camı kıran çocuklar gibi sedirin altına saklanır-lar.

***

Şiirlerimi ezbere bilmem, ancak az-buçuk anımsadığım bir dizem var: “Halkı yensen, yendim diye böbürlenebilir misin?”

Taksim halkını yensen, kafasını kırsan, soluğunu kessen, gözünü çıkartsan, yaptıklarınla öğünebilir misin?

Harbi söyle; öğünürsün; öğünürsün!

***

Demokrasilerde seçimler sergiden karpuz almaya benzer. Kesmece değildir. Eline karpuzu alır, tık tık vurur, kulağını dayar dinlersin. Karpuzcu sattığı karpuzla övünür. Karpuzu kesersin kabak çıkar. İyi kapuzu tanımayanlar, tadına bakmamış olanlar ne bilsin kabak karpuzu da yerler ya da âleme rezil olmamak için ses çıkartmazlar.

AKP karpuzu da kelek çıktı. Bostan sahipler hapur küpür yedi. Ama beleş karpuz alanlar ar belâsına ses çıkartmadı.

Ama AKP’nn başı ar belâsına ses çıkartmayanlarla fena halde dertte artık!

Bir de üstelik tarikat şeyhi başkanıyla başı fena halde dertte. Her konuşmasında neredeyse özgür ve demokrat halkın damarına basıyor. Sığ ve ceberut imam-hatip kültürünün sakatladığı zihniyet dünyası adım başı demokratik çağdaş dünyanın duvarlarına tosluyor.

Referansı Kuran, ama Arapça bilmiyor. Kuran’ı Arapçadan anlaması mümkün değil. Arapçası imam-hatip Arapçası. Lisede kim yabancı dil öğrenmiş ki Erdoğan Hoca Arapça öğrenmiş olsun. Arapça, “Pencereyi kapatın, içeri sinek girmesin!” bile diyemez.

Bu nedenle bildiği İslâm, gerçek İslâm değil. Hurafeler İslâmı. Bu nedenle bir kez daha başı dertte.

İflas etti! Gizlenmek zorunda. Olan-biteni düş sanıyor!

***

12 Eylül döneminde yazdığım “Zorba ve Ozan” adlı kitabımın son şiirinin “günün ma’nâ ve ehemmiyetine uygun” olduğunu düşünüyorum. Direnen Ozan, Zorba’ya cevap veriyor:

“Düşlerim hiç gerçekleşmeyecek sanıyorsun - / dedi ozan, yargı gecesi, son söz olarak - / ayırabilir misin sen düşü gerçekten? //

Düşlerimle demir attım dünyaya, / gördükten sonra ışıkla gölgenin kavgasını / ne yapayım ben artık düşsüz hayatı? //

Geçen zaman kazandığım topraktır benim, / yıktığın kent bir gün benim olacak, / ölümümü gördün ve dirilişimi göreceksin. //

O gün, İsrafil’un Sûr’u üç kez çalınca / geri döneceğim kanatlı atımla birlikte;/ diyeceksin, şaşkın gözlerle bakarak bana: //

Hep buradaymış bu, hiçbir yere gitmemiş.”

***

Evet, Cumhuriyet, demokrasi ve özgürlük aşkı hep oradaydı. Mustafa Kemal’li Hareket Ordusu hiçbir yere gitmemişti.