31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali: Ulusal Yarışma Filmleri

31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali'nde Ulusal Yarışma kategorisinde yarışan 11 filmin gösterimleri tamamlandı. Festivalde ödüller bu gece sahiplerini bulacak. Ödül töreninden önce ise yarışmadaki filmlere dair bir şeyler söylemek gerekiyor.

Aile içi çatışmalar, geçmişle hesaplaşma, hırs, haksızlık, ölüm, umut, sevgi, şiddet ve mülteci gibi pek çok tema bu seneki filmlerde karşımıza çıktı. Filmlere sırayla kısaca değineceğim:

1. Gecenin Kıyısı

Türkiye'nin yakın siyasi geçmişinden sahneleri seyircisine yeniden hatırlatan "Gecenin Kıyısı" festivalin Ulusal Yarışma'da fark yaratan filmlerden biri oldu. 15 Temmuz darbe girişimi gecesinde geçen öyküde Kenan ve Sinan adlı 2 asker kardeşin hayatına konuk oluyoruz. Sinan, ağabeyi Kenan'ı askeri mahkemeye sevk edecek olan ekibin arasına dahil edilir ve komuta yetkisi verilir. Uzun bir süredir ayrı kalan kardeşlerin geçmişle olan hesaplaşması askeri bir sistemin içinde resmedilir. Disiplinle çevrili bir dünyada, babalarının gölgesinde kalan 2 kardeş çetrefilli bir sınavdan geçecektir.

Yönetmen Türker Süer'in ilk uzun metraj filmi olan Gecenin Kıyısı gerilimli atmosferi, görüntü yönetimindeki başarısı ve müzikleriyle ödül töreninde fark yaratacak filmlerden biri olacaktır şüphesiz. İlk filme oranla oldukça başarılı bir işe imza atan yönetmene oyunculuklarıyla Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman eşlik ediyor.

2. Hiçbir Şey Yerinde Değil

İlk uzun metrajından itibaren deneysel filmler çekmeye özen gösteren Burak Çevik'in 4. uzun metrajı olan "Hiçbir Şey Yerinde Değil" de yine Türkiye'nin kanlı siyasi geçmişinden bir olayı perdeye taşıyor. 1978'de gerçekleşen Bahçelievler Katliamı'ndan yola çıkarak kurgusunu oluşturan yönetmen kamera kullanımında da ilginç bir sistem deniyor. Ek olarak filmin tek mekan olduğunu da belirtmek gerek.

Dönemin Türkiye İşçi Partisi bünyesinde bulunan gençlerin acımasızca katledilmesini beyazperdede izliyoruz fakat bu filmi yüzde yüz uyarlama kategorisine sokmuyor. 1980 askeri darbesi öncesindeki Türkiye'nin kaotik siyasi ortamını bizlere tek bir evin içinde vermeyi başaran film ayrıca yaşananları tek bir pencereden anlatmıyor. Sağ ve sol temsilcisi gençlerin gözünden bakarak olayın daha insani boyutunun resmedildiğini söylemek mümkün. Fakat bunun ne kadar doğru olduğu da elbette film sonrası süregelen tartışmalar arasında yer alıyor. Fakat gerçek şu ki Burak Çevik izlemesi zor bir filme imza atarken aynı zamanda izleyenler üzerinde dönemin yeniden gözden geçirilmesini sağlıyor. Bir tür bellek tazeleme işlevi gördüğünü söylemek mümkün.

3. On Saniye

Özünde bir tiyatro metninden sinemaya uyarlanan "On Saniye"nin yönetmeni "Kaygı" filmiyle tanıdığımız Ceylan Özgün Özçelik. İkinci uzun metrajında Özçelik'in de tek mekan bir film yaptığını görüyoruz. Bergüzar Korel ve Bige Önal'ın başarılı oyunculuklarla gerilim dolu filmi sırtladıklarını söylemek yanlış olmaz.

Baştan sona iki kadının karşılıklı düellosu olarak izlediğimiz filmde adeta bir satranç oynanıyormuş hissine kapılıyoruz. Film iki kadın karakter arasında ilerlese de aslında özne ikisi de değil. Lise son sınıf öğrencisi olduğunu öğrendiğimiz Özgür karakteri üzerinden ilerleyen öyküde öldürülen bir kedi yine fonda yer alır. Sigmund Freud'un dediği gibi "Psikiyatriste gerçek hastalar gitmez, gerçek hastaların hasta ettikleri kişiler gider." cümlesinin vücut bulmuş halini izleriz. Öldürülen kedinin arından William Koleji'nden atılan Özgür'ün annesinin, okuldaki psikolojik danışman öğretmeninin ve bahse konu olan öğrencinin hangisinin ruh hali daha kötü bunu anlamakta zorlandığımız sahneler oluyor. Toplum nezdinden kutsal addedilen "anne" ve "öğretmen" kavramlarını da sorgulayan filmin senaristi Erdi Işık şiddet dolu bir finale imza atıyor fakat biz bu şiddeti göremiyoruz, yalnızca duyuyoruz. Bu da akıllara elbette her gün sayısız şiddet haberi duyarak duyarsızlaşan kendi yaşamlarımızı getiriyor.

4. Bildiğin Gibi Değil

Babalarının ölümünün ardından Tokat'ta toplanan 3 kardeşin yer yer gerilimli zaman zaman eğlenceli fakat en çok da aile bağlarının kuvvetlendiği bir film "Bildiğin Gibi Değil". Finalinde yine bir şiddet sahnesine tanıklık ettiğimiz filmde geçmişin sorgulanması ve travmalar yer alıyor. Yasin ve Remziye kendi hayatlarını bırakarak Tokat'taki ağabeylerinin yanına gelirler. Yıllar sonra birlikte çok fazla vakit geçiren kardeşlerin birbirleriyle olan ilişkileri son derece başarılı bir şekilde aktarılıyor. İzleyicilerin pek çoğunda da çağrıştırdığı üzere aslında ortak olan geçmişlerinin ne kadar da farklı olduklarını görüyoruz. Çalkantılı ve bunalımlı bir sürecin ardından aile bağlarının yeniden güçlendiğini görsek de aslında ne kadar da kırılmaya müsait olduklarını hissediyoruz.

Vuslat Saraçoğlu'nun yazıp yönettiği film geçmişi masaya yatırıp aile içi hesaplaşmayı resmederek festivaldeki filmler arasında kendine iyi bir yer ediniyor. Filmin oyuncu kadrosunda ise Serdar Orçin, Alican Yücesoy ve Hazal Türesan bulunuyor.

5. Su Yüzü

Zeynep Köprülü'nün yönetmen koltuğunda oturduğu Su Yüzü'nde de yine geçmişle hesaplaşma teması bulunuyor. Buna ek olarak hayatta bir yer edinememe, gelecek kaygısı ve büyümek de yine filme hizmet eden diğer konular arasında yer alıyor.

Fransa'da yaşayan Deniz, annesinin yeni evliliği için Türkiye'ye döner. Bir Ege kasabasında hayatı boyunca kaçtığı geçmişi onu yeniden karşılar. Travmatik bir geçmişe sahip olan karakterin kaçtıkları su yüzüne çıkarken, genç kızlığının etkisiyle yanlış kararlar almaktan çekindini de gözlemliyoruz. Paris'te aslında hayal ettiği yaşamdan çok uzak olmasına rağmen ısrarla oraya dönmesinin altında pek çok neden yatıyor. Geçmişiyle yüzleşmeden hayatta ilerleyemeyeceğini fark eden Deniz ayrıca babasından ona kalan evi ne yapacağına karar vermek zorundadır. Aslında hayatın bu noktasında pek de fazla ilerlememiş olduğunu fark etmesi ise onun daha çok canını sıkar. Ama hayatın tökezleyip düşmek için değil yaşamak için olduğunu fark ederek korkularının üzerine gider.

6. Ölü Mevsim

Senaryosunda Selen Özcan'la çalışan Doğuş Algün aynı zamanda filmin yönetmeni olarak karşımıza çıkıyor. Yapımın oyuncu kadrosunda ise Funda Eryiğit, Erdem Şenocak ve Ece Yaşar gibi oyuncular yer alıyor.

Üç kız kardeş temasını gördüğümüz öyküde aslında daha çok aynı evde yaşayan iki kız kardeşin çatışmasını izliyoruz. Buna ek olarak mutsuz aile profilinin de işlendiği filmde ayrıca iki erkek kardeşin hikayesi de yer alıyor. Her karakterin dünyasına sırayla girip çıktığımızda ise her birinin kendilerine göre doğrularının olduğunu ve hayat çizgilerinde ilerlediklerini görüyoruz. Fonda mülteci meselesine de değinen film pek çok şeyi aynı anda anlatırken bunları birbirine karıştırmamayı başarıyor. Her biri kendi ekseninde ilerliyor ve finalde nihayete eriyor. Ablası ve eniştesiyle birlikte aynı evde yaşayan ve tıpkı ablası gibi kısır olduğu söylenen Öznur karakterinin toplum ve aile baskısı içinde kalarak boğulduğu gözlemliyoruz. Belki de pek çok izleyicinin filmin sonunda anlamlandıramadığı Öznur ve mülteci çocuğun öyküsü uzun zamana yayılmış baskılanmışlığın bir sonucudur. Bu perspektiften bakıldığında bir kaçış yolu arayan karaktere hak verilir. Öte yandan abi kardeş gerilimi de son bulur ve hayatta "daha başarısız" olarak resmedilen karakterin kendine yeni bir yol çizdiğini görürüz. Onun özgürlüğü de abisinin boyunduruğu altından çıkmak olarak resmedilir. Funda Eryiğit'in başarılı oyunculuğuyla taçlandırdığı karakteri ise ait olamama ve kendini değersiz hissetme gibi düşüncelerden arınmak için çırpınırken görürüz. Fakat ne ölçüde başarılı olduğu tartışma konusudur. Kim bilir belki onun kurtuluşu da toplumun dayatmalarından sıyrılmak olmalıdır.

7. Hakkı

Anne, baba, erkek ve kız çocuğu olmak üzere çekirdek bir ailenin mutlu tablosu olarak başlayan film, hırs teması ekseninde büyük bir yıkımla sonuçlanır. Bülent Emin Yarar'ın oyunculuğuyla fark yarattığı filmde Hülya Gülşen, Özgür Emre Yıldırım ve Cem Zeynel Kılıç gibi oyuncular da yer alıyor. Hikmet Kerem Özcan'ın ismini filmin hem senaryosunda hem de yönetmenliğinde görüyoruz.

İşinde gücünde bir karı koca izlenimi veren ve ortalama bir ekonomiye sahip aile profili buunan öyküde hırsın insanın hayatını sürükleyeceği cehennem başarılı bir şekilde anlatılıyor. Yaşadıkları evin altında şans eseri antik bir heykel bulan Hakkı bunu satarak asırlardır ailesine adeta bir hastalık gibi çöreklenmiş olan yoksulluğu yok etmek ister. Fakat heykelin ne kadar para ettiğini bilemediği için yardım alması gerekir. Bu hareketiyle filmin başında çizdiği Hakkı karakterini de çiğnediğini görürüz. Bergama'da bulunan Zeus Sunağı'nın Almanya'ya kaçırılışını eleştirel bir dille anlatan Hakkı'nın aynı işlemi soğukkanlılıkla yapması kendi karakteriyle çelişiyor. Heykeli sattığı miktarın çok üzerinde bir ederi olduğunu öğrendiği andan itibaren saplantılı bir şekilde yenilerini aramaya başlaması çok sevdiği ailesi yaşantısının çöküşüne zemin hazırlayacaktır.

8. Döngü

Erhan Tahhuşoğlu'nun yazıp yönettiği filme, Serpil Gül, Emek Göksu ve Tuğçe Yolcu oyunculuklarıyla eşlik ediyor. İşçi ve çalışan arasındaki bir sorunu temel alan filmin hukuk yönü ağır basıyor. Sınıfsal bir mücadeleye de değinen yönetmen aynı zamanda vicdani bir portre de ortaya koyuyor.

Kosovalı Lena adlı kadın sigortasız çalıştığı bir evde düşerek sakatlanır. Aynı evde yine sigortasız bir şekilde çalıştığını öğrendiğimiz Sevim karakteri ise kızı, damadı ve torunu ile birlikte yaşayan orta yaşlı bir kadındır. Hayata kurallar çerçevesinde değil, insani olarak bakan Sevim'in yaşanan olaylar sonucunda pek çok şeyi sorguladığı ve finalde ise büyük bir iç hesaplaşma sonucunda aldığı keskin kararı izliyoruz. O karara doğru giden süreçte hem aile yaşantısında hem de iş yaşantısında boğularak bir döngü içine hapsolmuş bir şekilde yaşamaya çalıştığını görürüz Sevim'in. Ayten Hanım sandığı kadar iyi bir insan mıdır yoksa yaşlı bir insan olması onun aynı zamanda iyi olduğu izlenimini mi vermektedir? Her karakterin gözünden baktığımız öyküde aslında her birinin hem haklı hem de haksız olduklarını görürüz. Yalnızca o an inanmak istediklerinin onların doğruları olduğunu sezeriz. Fakat doğrunun tek olduğunu anlamamız içinse filmin sonunu görmemize gerek yok. Çünkü hepimizin hayatından izler taşıyan meselelerin beyazperdeye aktarıldığını fark ederiz.

9. Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri

İlk olarak ismiyle dikkat çeken film, festivaldeki "ilk film"lerden biri. Yönetmen ve senarist Murat Fıratoğlu'nun memleketi Şanlıurfa Siverek'te çektiği "Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri", temelde iyi bir konudan yola çıksa da, yolda istenilen tam olarak yapılamadığı için diğer filmlere oranla biraz geri planda kaldığı söylenebilir. Seyircinin tepkisinin olumlu yönde olduğu filmin seyirci ödülü alması beklenebilir fakat en iyi film gibi iddialı bir kategoride şansı olduğunu düşünmüyorum.

Mevsimlik işçi Eyüp ile işvereni Hemme arasında bir tartışma çıkar fakat bu tartışma aslında o ana kadar olan birikmişliğin bir dışa vurumudur. Yönetmenin bu çatışmayı yeterince iyi verememiş olması da yine filmin eksikleri arasında sayılabilir. İlk etapta evine yollandığını düşündüğümüz karakterin gelen bir telefon sonrası Hemme'yi öldürmeyi kafasına koyması filmin sonrası için temel olacaktır. İlk etapta ne anlattığını anlamadığımız yönetmenin aslında Hemme'nin öldürülüşüne giden süreci anlattığını idrak ederiz. Bu andan sonra film daha anlaşılır ve gösterilen silahın patlayacağı sahneleyi beklemeye başlarız. Fakat bu o filmlerden biri olmayacaktır. Hemme'nin öldüğü günlerden yalnızca biri olarak hafızalarda kalacaktır zira Eyüp'ün aksilikler dolu olan yolculuğu bir türlü sonlanamaz. Bu andan sonra kara mizah anlatımına dönüşen öykünün ana teması son derece güzel. Sudan sebeplerle bir adamın ölümünü izlemeyiz. Aslında durup düşünüldüğünde şiddete gerek olmadığını görürüz. Tema olarak iyi düşünülmüş olsa da anlatım olarak daha iyi bir seviyede olabilirdi film. Bunu da yönetmenin ilk deneyimi olmasına bağlayabiliriz elbette.

10. Yeni Şafak Solarken

Yönetmen ve senarist Gürcan Keltk'in önce belgesel olarak düşündüğü sonradan uzun metraj filme dönüştürdüğünü söylediği aklındaki projesi "Yeni Şafak Sökerken" bazı açılardan çok iyi görünse de temelde pek çok problemi olan bir film. Cem Yiğit Üzümoğlu, Suzan Kardeş, Dilan Düzgüner ve Gürkan Gedikli'nin başrollerinde yer aldığı filmin görüntü yönetmenliği ve müzikleri iyi olsa da kötü bir senaryonun kurbanı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Ruhsal açıdan sorunları olan bir karakter olan Akın'ın hayata adapte olması filmin ana eksenini oluştururken, geçmişi, ailesi ve çevresiyle olan çatışmaları da satır aralarında işlenen diğer konular arasında yer alıyor. Dini yapılara ve tarihe ilgi duyan Akın'ın yolculuğu aslında bir var olma yolculuğudur. Onu rahatsız eden bir zihinle bunu yapmanın zor olduğunu anlatan yönetmen karakterinin içsel yolculuğunu uzun kamera çekimleriyle hissettirir fakat filmin finali için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Festivalin en uzun filmi olması diyaloglardan değil, uzun İstanbul manzaraları dolayısıyladır. Bunu anlaşılır karşılamak gerekir zira yönetmenin tercihi budur diyebiliriz ama günün sonunda ulaştığı nokta gariptir. Birbirinin içine geçen pek çok sahneyle tam olarak ne amaçlandı ve neden film bu şekilde sonlandı diye düşünürken buluruz kendimizi. Benim için festivali en zayıf filmlerinden biri oldu Yeni Şafak Solarken.

11. Hevi / Umut

Adından da anlaşılacağı üzere Kürtçe çekilen "Hevi/Umut" filmi de tıpkı Yeni Şafak Solarken gibi benim açımdam festivalin Ulusal Yarışma kategorisindeki en zayıf filmler arasında yer alıyor. Orhan İnce'nin yazıp yönettiği filmde umut kavramı eşelenirken, Güneydoğu'da bir köy portresi de çiziliyor.

Tarımdan eskisi kadar verim alamayan Mustafa karakteri yönünü hayvan ticaretine çevirir. Oğlu Çetin ve sağır dilsiz olan kızı Zeyno ile yaşayan Mustafa sert ve disiplinli bir baba profili çizer. Hayvan ticareti yaptığı Emin karakterinin aslında bir dolandırıcı olması ve planını sinsice uygulaması Mustafa'yı ve köy halkını perişan edecektir. Aslında onun iyi bir insan olduğuna inanmak isteyen Mustafa gerçeği içten içe bilse de kendisine itiraf edemez. Oğlu Çetin'i suçlar ve çaresizlik içinde bir çıkış yolu aramaya başlar. Beklediği umudun Zeyno'nun en sevdiği koyunundan gelmesi ise finalde küçük bir tebessüm yaratır. Yine de filmin çok basit bir konuya ve işlenişe sahip olduğunu söylemek gerekir. Yönetmenin söylediği ekstra bir şey olmaması "Hevi/Umut" filmini diğer Ulusal Yarışma filmleri arasında geri planda görmemizi sağlıyor.

Son Söz

Geçtiğimiz yıl festivalde 6 ödül birden kazanan Karganın Uykusu büyük bir başarıya imza atmıştı. Bu gece hangi filmin daha fazla ödül kazancağı ise merakla bekleniyor. Bu sene pek çok ödülün tek filme gitmesini beklemiyorum ve ödüllerin paylaştırılacağını düşünüyorum.