AB geldi Kıbrıs gitti, AB gitti Kıbrıs geldi

Türkiye 60 yıldır Avrupa Birliği (AB) kapısında. Üstelik Türkiye, kendi iradesiyle o kapıya bağlanmış değildi. AB üyelik süreci denen deli gömleği bizzat ABD tarafından bize giydirilmişti. 60 yıldır bu gömlekle yaşıyoruz. Neden? Türkiye AB kapısında kendisini unutsun, bütün millî değerlerinden ve Cumhuriyetinden vazgeçsin diye. Özellikle 90’lı yıllar ve 2000’lerin başları bu çılgınlığın zirve yaptığı dönemlerdi.

Şimdiki gençler o atmosferi hatırlamaz. Ama bizim çocukluğumuz ve gençliğe adım attığımız yıllar ülkenin ana gündemi AB üyeliği idi. Vatan Partisi’ni (İşçi Partisi) çıkın, ülkenin bütün siyasi güçleri AB üyeliği için deliriyordu. Muhafazakâr partiler de sosyal demokrat partiler de sözde sosyalist partiler de Türkiye’yi AB’ye sokmakta kararlıydı. Ya da AB’yi Türkiye’ye sokmak mı desek? Öyle ki, AB temsilcileri Türkiye’de kral gibi karşılanıyor, ağızlarından Türkiye hakkında dökülen hakaretler öpüp baş üstüne konuluyordu. AB bize “ev ödevi” veriyordu! Şaka değil. Şimdilerde duymaz olduk ama AB’nin bize dayattıklarının adı “ev ödevi”ydi. Brüksel’e gidilir, ödevler not alınır ve hükümetler, meclisler, fonlanmış STK’lar bu ödevleri yapmak için mesaiye başlardı.

EV ÖDEVİ

Ev ödevi derken, hece fişleriyle okumayı, fasulye çubukla saymayı öğretmiyorlardı. Terörle mücadele etmeyin, Ermeni, Rum, Süryani soykırımlarını tanıyın, devlet dairelerinden Atatürk’ü indirin, bizden izinsiz üçüncü ülkelerle ticaret yapmayın, tarihinizle yüzleşin, komşularınızla bozuşun, devleti küçültün, özelleştirin, KKTC’yi yok edin, “Türk” kavramından vazgeçin, kokoreç yemeyin gibi ödevlerden bahsediyoruz. Eğer ödev yapılmamışsa AB “komiserleri” bizimkileri Brüksel’de azarlar, “madem ödevi unuttun, kendini de unutsaydın” diyerek üzerlerine tebeşir fırlatırlardı. Ve elbette dönem sonunda ilerleme raporu denilen “karne” yayınlanır, haşlama devam ederdi. Kim bilir belki de birleştirilen parmak uçlarına tahta cetvelle vuruyorlardı. Türkiye’yi yönetenler “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” derlerdi. Dikkat edin Pazarkule, İpsala, Hamzabeyli veya Kapıkule’den gidilmiyordu AB’ye!

AB RÜZGÂRI

Ülkenin düşünürleri de bu hedefe kilitlenmişti. Muhafazakâr demokrat yayınlardan, “Birikim” tayfasına kadar herkes, tabii Aydınlıkçılar hariç, “neden AB” sorusuna cevap üretmekteydi. PKK, FETÖ gibi örgütlerin yayınlarından sözde sosyalist örgütlerin yayınlarına kadar seferberlik hali vardı. Milliyetçilikle, Cumhuriyetçilikle, Devletçilikle hesaplaşmak isteyen herkes yazılar döktürüyordu. Bizler sığırdık ve ancak AB ile insanlaşabilirdik. Bizler tarihinden utanması gereken barbarlardık. Bağımsızlık, ilkellikti. Kemalizm, anti demokratikti, anti-emperyalizm içe kapanmacılıktı. AB’ye karşı çıkmak, medeniyete karşı çıkmaktı.

Vatan Partisi ise AB aday üyelik sürecine son verilmesi gerektiğini, AB ile karşılıklı çıkara dayanan eşit ilişkiler kurulması gerektiğini savunuyordu. 90’ların AB ateşi içerisinde AB’nin bir geleceğinin olmadığını, Asya’da yeni bir uygarlığın yükselmekte olduğunu işaret ediyordu. AB adaylık ve üyelik süreçlerinin Türk millî devletini tasfiye etme amacını güttüğünü söylüyordu. 2000’lere girdiğimiz dönemde Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, AB Türkiye temsilcisi Karen Fogg’un e-posta yazışmalarını ifşa etmiş, Karen Fogg’un Türk ordusunu yıpratmak ve Türk gençliğini millî kimliğinden koparmak üzere hangi yazarlara para karşılığında makale ısmarladığını ortaya dökmüştü. Fogg, Türkiye’de bir şebeke kurmuştu. Ama ilginçtir, Türk basınının ve siyasetinin ezici çoğunluğu bu olayda Fogg’u haklı bulmuş, Doğu Perinçek’i suçlamıştı. Düşünün, öyle zamanlardı.

3 Ekim 2005’te 42 yılın sonunda Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müzakerelerinin başlaması kararı alındı. O gün Kızılay’da devlet eliyle sevinç gösterileri düzenlendi. Okuldan çıkmış ve Partili arkadaşlarla Kızılay’a gitmiştik. Her yer mavi balonlarla süslenmişti. Koca bir devlet ve halk kendi çöküşünü kutluyordu. İnanılmaz. Sinirle Kızılay’ın bütün üst geçitlerine çıkarak coşkulu pankartları iplerini keserek indirmiştik.

KIBRIS TÜRKÜ’NE AB TUZAĞI

Ana Vatanda bu kadar AB rüzgârı eserse Yavru Vatandan aksini bekleyemezsiniz. Türkiye’nin AB diye yanıp tutuştuğu yıllarda, 2004’te Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, nam-ı diğer Cyprus, AB üyesi oluverdi. Türk siyasetinin ve basının köpürttüğü AB rüyası şak diye Ada’ya gelmiş oldu. Kuzey Kıbrıs halkı, bir anda AB vatandaşı olma fırsatına kavuştu. O halde derhal KKTC’den vazgeçilmeliydi. Rauf Denktaş mı? Bu eski adam derhal itibarsızlaştırılarak bir kenara atılmalıydı. İşte o yıllarda Kıbrıs’ta Türkiye düşmanı siyasetçiler parlamaya başladı. 1974’te kurtulan, 1983’te devletleşen Kıbrıs Türkü, Türkiye ve ada basının efsunlamasıyla BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adını taşıyan ve KKTC’yi tarihe gömecek plana yüzde 65 oranında “yes” dedi. Rum tarafı ise aynı plana yüzde 75 oranında “no” dedi. Neden? Çünkü onların Ada’daki egemenliği azıcık bile olsa Türklerle paylaşmaya niyeti yoktu. Annan referandumu, KKTC tarihinin en utanç verici günüdür desek yanlış olmaz. Keşke bir sihrimiz olsa da o günü tarih sayfalarından çıkarabilsek.

Elbette yine Vatan Partisi bu süreci tek başına göğüsledi. Birkaç bağımsız vatansever şahsiyetle birlikte Rauf Denktaş’a sahip çıktı. Bu kahraman dava ve devlet adamı ile birlikte Kıbrıs Türkü üzerine oynanan oyunları Türkiye’nin dört bir yanında anlattı. Tabii bu süreçte Rauf Denktaş’a sahip çıkan Vatan Partisi liderliği ile birlikte bazı üniversite rektörlerinin ve dönemin ATO Başkanı Sinan Aygün’ün FETÖ’nün Ergenekon tertibinde hedef alınmaları tesadüf değildi.

AB SÖNÜP AVRASYA YÜKSELİNCE…

Aradan yıllar geçti. Amacımız tarihte boğulmak değil. Bugüne gelelim. AB üyeliğinin, Türkiye’nin Türkiye olmaktan vazgeçmeden mümkün olmadığı ortaya çıktı. Türkiye eğer Türkiye olacaksa AB üyesi olamayacaktı. Üstelik AB’nin siyasi olarak da bir balon olduğu anlaşıldı. İçerisinde farklı ulusal çıkarları barındıran bir bohça. İngiltere ayrıldı. Ayrılmayı ya da adaylığını sonlandırmayı düşünen başkaları da var. ABD, kimi AB ülkelerine resmi olmayan yaptırımlar uyguluyor. Rusya, İran ve Çin’le ilişkileri kesmelerini öneriyor. Bazı AB üyeleri onu dinliyor, bazıları ise dikleniyor. İşte böyle bir “birlik”.

ABD ve AB fetret devrindeyken, dünyanın merkezi Asya’ya kaydı. Asya’daki ekonomik, teknolojik, siyasi ve askeri gelişme AB üyelerini bile cezbetti. Zaten bu yüzden “Avrasya” diyoruz. Türkiye’de kaçınılmaz olarak yönünü komşularından başlayarak Asya’ya döndü. Çünkü üretim ekonomisi için gerekli kaynaklar ve vatan bütünlüğünü sağlayacak bağımsızlık iklimi Asya’daydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gerçeği BM Genel Kurulu kürsüsünden dünyaya açıkça ilan etti.

AB rüzgârının tersine dönmesi, Kıbrıs’ta açıkça iki devletli çözümü savunan Ersin Tatar’ın seçim zaferinin de anahtarı. Bu olay devrim niteliğinde bir gelişme. Asla ilerlemeyen federasyon çözümsüzlüğü sona erdi ve Kıbrıs Türk'ü için yepyeni bir dönem başladı. Bazıları, Türkiye karşıtı olan ve Rum tarafına toprak vermeyi savunan Mustafa Akıncı’nın yüzde 50’ye yakın oy almasından dolayı şaşkın. Ama geride bıraktığımız dönemin tortularından kurtulmak biraz zaman alacak.

ŞİMDİ KKTC’Yİ TANITMA ZAMANI

Şimdi Türkiye ve KKTC el ele vererek, KKTC’nin dünya devletlerince tanınması için çalışmaya başlamalı. Bu çaba için uluslararası dengeler uygun. Azerbaycan, İran, Rusya, Libya, Katar, Pakistan, Venezuela, Çin ve Esad düşmanlığından vazgeçtiğimiz zaman Suriye ile bu işe başlanabilir. Vatan Partisi çoktan kolları sıvadı. Tanınan bir KKTC’nin eski AB’ci tortularından kurtulması da hızlanacaktır. Şimdiden heyecanlanıyoruz.