ABD, AB’ye gözdağı mı veriyor?
ABD 2. Dünya savaşından sonra, emperyalist hegemonyasının giderek gerilemesi karşısında bu kez 3. Dünya (Ticaret) savaşının işaret fişeklerini atmaya başladı.
Bir yandan paylaşım savaşı başlatırken, öte yandan kural ve ilke tanımadan, demokratik hukuk değerlerini umursamadan, “America First” diyerek ekonomik milliyetçilik görüntüsü altında dünyaya gözdağı veriyor.
Dünyada, Çin ve İran başta olmak üzere çok sayıda ülkeye mali yaptırımlar uyguluyor, içeride ise yabancı düşmanlığını körüklüyor.
Bu arada hedefine AB’yi de koymuş durumda.
Amacı, mümkünse AB’yi dağıtarak, en azından bölerek ve güçsüzleştirerek, ABD’nin kayıtsız-şartsız güdümünde ve kontrolünde bir Avrupa düzenini sağlamak.
İlk olarak Brexit gündeme geldi. ABD’nin etle-tırnak olduğu İngiltere’nin, AB’den ayrılma kararının altında ABD’nin örtülü-açık politika, lobi ve etkisinin olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.
Öte yandan Macron ve Merkel’e de gözdağı vermeye ve bağımsız bir Avrupa fikrine karşı, her türlü bildik, karanlık ve örtülü operasyonlarını devreye sokmaya başladı bile.
Fransa’da Macron’a suikast yapacağı açıklanan bir oluşumun yakalanması, Almanya’da yabancı dostu ve AB yanlısı siyaset ve devlet adamlarına suikast planladığı öne sürülen askeri bir örgütlenmenin ortaya çıkması gibi olaylar AB’yi karıştırmak isteyen emperyal gücün uç veren teşebbüsleri olarak görülüyor strateji ve değerlendirme yapan çevreler tarafından bugün.
Eş zamanlı Fransa’da “sarı yelekliler” olarak adlandırılan, görünüşte akaryakıt fiyatlarını ve ekonomiyi protesto eden ama aynen “turuncu-renkli devrimlerden” aşina olduğumuz bir takım gösterilerin başlaması da bu doğrultudaki görüşleri destekler mahiyette.
Macaristan’da Orban’a karşı “Soros” yanlıların düzenlediği gösteri ve öğrenci hareketleri de bu genel çerçevede düşünülebilir.
ABD, İngiltere’yi ayırdığı AB’nin, 2 taşıyıcı ana kolonu olan, Fransa ve Almanya’nın liderlerine ve bu ülkelerin istikrarına yönelik en azından psikolojik bir harekata başlamış gibi görünüyor.
Türkiye kuşkusuz ki, AB ile olan ilişkilerini, karşılıklı iç işlerine ve bağımsızlığına saygı çerçevesinde, başta ekonomi olmak üzere dengeli bir biçimde yürütmeli, ABD’nin tahrik ve operasyonlarına kapılmamalıdır. Türkiye’ye son 15 yılda gelen doğrudan yabancı sermaye (FDI) miktarı yaklaşık 200 milyar dolar olmuştur.
Bu kalıcı istihdam ve üretime yönelik olarak gelen yani sıcak para dışındaki doğrudan yabancı sermayenin yaklaşık yüzde74’ü Avrupa’dan gelmiştir.
Dış ticaretimizde, ihracatımızın yaklaşık yüzde 40-yüzde 50’si yine Avrupa’ya yapılmaktadır.
Avrupa’da yaşayan 4 milyonu aşkın Türk yurttaşı ve onların yarattığı sosyo-kültürel ve turizm bazlı yoğun ilişkilerin, aynı coğrafyadaki ulaşım-nakliye avantajlarını düşündüğümüzde, AB ile olan ilişki ve çıkarlarımız ABD’den çok daha fazla ve önemlidir.
Türkiye, tam ve eşit üye olmadığı ve olmayacağı artık bariz olan AB üyeliği konusunda, daha fazla istiskal edilmesine imkan vermeden, AB ile karşılıklı hak ve çıkarları gözeten bir “imtiyazlı ortaklık” konusunu değerlendirmeye almalıdır.
Öte yandan AB’nin demokrasi, hukuk, insan hakları vb. standartları Türkiye açısından kabul edilmeyecek şeyler değildir. Türkiye, dünyanın jeostratejik olarak çok önemli bir coğrafyasında olan konumu ile hem Avrupa, hem Asya, hem Orta Doğu, hem de Türk Cumhuriyetleri ile dengeli, haysiyetli, karşılıklı saygı ve yarar çerçevesinde, bağımsızlığını koruyarak ticaretini de, siyasetini de, yatırımlarını da geliştirebilir, yürütebilir, yönetebilir.
ABD’nin, AB’yi istikrarsızlaştırma ve bölme teşebbüslerine ve tehdidine karşı, Türkiye AB ile olan ilişkilerini yukarıda belirttiğimiz ilkeler çerçevesinde sürdürebilir ve de geliştirebilir.