ABD, 'muhalefet'in güçsüzlüğünden niye yakınıyor(du)?
1980'lere kadar, devrimin yükseldiği çok kutuplu bir dünyada, ABD kendi nüfuz alanı içindeki ülkelerde bile, "milli devletlerle bir arada yaşama" olgusunu şu ya da bu ölçüde kabullenmek zorunda kalıyordu. Bu dönemde ABD açısından daha dolaysız bir hakimiyet kurmanın biricik yolu, faşist askeri diktatörlükler tezgahlamaktı. Millet içinde toplumsal bir karşılığı bulunmayan bu diktatörlüklerin sürdürülmesi, "çıplak zor"a dayanmaktaydı.
1980'lerden itibaren hedefi büyüten ABD, Ezilen Dünya'nın milli devletlerinin toptan tasfiyesini gündemine aldı. Toptan tasfiye, yalnızca iktidarın denetim altına alınmasıyla gerçekleştirilemez. Aslında muhalefet de dahil, bütün siyasal yelpazenin yeniden şekillendirilmesi de yetmez. Toplumsal yapının tamamının istenen hedef doğrultusunda dönüştürülmesi gerekir. Bu nedenle ABD'nin ülkemize ilişkin "Kemalist Devrim yerine Ilımlı İslam" programı, sadece iktidarı değil, muhalefeti ve toplumsal yapıyı da kapsamaktadır.
YANDAŞ MUHALEFETE YÜKLENEN İŞLEV
ABD yönetim çevreleri, bir süredir ülkemizde "meclis içindeki muhalefetin" güçsüzlüğünden yakınıyor. Kastedilen kuşkusuz milli güçlerin muhalefeti değildir. Buradaki "güçsüzlük", milli devletin yıkımı ve toplumun dönüştürülmesinde "yandaş" muhalefete verilen rolün yerine getirilmesine ilişkindir.
"Muhalefet"e yüklenen birinci işlev, ABD'nin "Türkiye Programı"nın meşrulaştırılması ve buna olan itirazların marjinalleştirilmesidir. Bu amaca, muhalefetin "tamamlayıcı" etkisi olmaksızın, tek başına iktidar tarafından ulaşılamayacağı açıktır. İkinci işlev, emperyalizme karşı mücadelenin sistem içinde tutularak "ehlileştirilmesi"dir. Özellikle Türkiye gibi Amerikan karşıtlığının son derece yüksek olduğu bir ülkede, bu hedefe de "etkisi güçlendirilmiş yandaş bir muhalefet"in yokluğunda ulaşılamaz. Üçüncü amaç da, izlenen yol haritasının dönüm noktalarında, "muhalefet"in kritik adımların atılmasına engel olmamasını güvence altına almaktır.
YANDAŞ MUHALEFETE KUVVET AŞISI
Ülkemizde halkın mücadelesinin yükselişi, karşı devrim iktidarını sarsmış ve emperyalizmin gözünü korkutmuştur. Bu durum, ABD açısından "yandaş bir muhalefeti", en az "yandaş bir iktidar" kadar önemli hale getirmiştir. ABD'nin hızla güç yitirmesi, araç olarak kullandığı güçler arasında eşgüdüm sağlamasını zora soktuğu gibi, bu güçleri halkın yükselen mücadelesine karşı acil olarak yeniden konuşlandırma gereksinimine yol açmıştır.
Erdoğan - Gülen çatışması, bu koşulların ürünüdür. Yerel seçim sürecinde ABD'nin düğmesine bastığı, ama aynı zamanda açık biçimde arkasında durmamaya özen gösterdiği 17 Aralık operasyonu, ülkemizde Erdoğan'a karşı birikmiş öfkenin Kılıçdaroğlu - Gülen ittifakına kanalize edilmesini amaçlamaktaydı. Cumhurbaşkanlığı Seçimi'ne "Cumhuriyet'in adayı"ndan yoksun olarak gidilmesine yol açan tertip de, aynı amaca yöneliktir.
TÜRKİYE'Yİ BÖLMENİN
PEŞİNDEKİ ABD KENDİ GÜÇLERİNİ BÖLÜYOR
ABD'nin halkın yükselen mücadelesi karşısında başvurmak zorunda kaldığı bu tertiplerin kendisine olan maliyeti yüksektir. Tertipler, hem karşı devrim iktidarı içinde önemli bir çatışma ve yıkıma yol açmış, hem de mevcut CHP ve MHP yönetimlerini halkın gözünde aşılması gereken hedefler haline getirmiştir. Bölgemiz ve ülkemizdeki mücadele, Türkiye'yi bölmenin peşindeki ABD'yi kendi yandaşları arasında bölünmeyi tetikleyen bir yola sürüklemiştir.
Karşı devrim açısından, yandaş iktidarın da, yandaş muhalefetin de bütünlüğünü korumanın tek yolu, genel seçimlerin bir baskınla erkene alınması olarak gözükmektedir. ABD'nin yol haritası, bir bıçak sırtında ilerlemektedir. Dengenin millet lehine dönmesi, halkın meydanlardaki gücüne bağlıdır. Bunun için Türkiye'nin, "Cumhuriyet'in adayı yoksa, oy da yok" diyenlere de, "Erdoğan'a bir çizik olsun atabilmek" için İhsanoğlu'na oy vereceklere de şiddetle ihtiyacı vardır.