ABD niye geldi, niye gidiyor-2

Geçen hafta Pentagon bürokrasisinin nasıl değiştirildiğini ve 2011 yılına kadar süren Irak işgalinin sonuçlarını yazmıştık.
ABD ordusu Irak'tan çekilmeden hemen önce, 11 Eylül sonrasının bahanesi olan Usame Bin Ladin ortadan kaldırılmış, Tunus'u, Mısır'ı karıştıran, Libya'yı parçalayan Arap baharı ve Suriye iç savaşı başlatılmıştı.
Irak'ta iyice genişleyen Kürt bölgesinin, Suriye'deki ile birleşmesi için IŞİD yaratıldı, Irak'ta palazlandırılıp Suriye'ye geçirildi.
Ladin'in yerini alan Bağdadi, ABD'nin yeni düşman figürüydü. Suriye işgalinin gerekçesi de dünyayı ondan kurtarmaktı. Pentagon bürokrasisinin dünyanın önüne sürdüğü kurtarıcı ise "kara gücüm" diyerek, yeni bölgesel müttefiki ilan ettiği PKK idi...
Bu akıl tutulması dönemi, Türkiye'ye de açılımlarla yansıdı. El altından radikallere destek verildi ve Suriye'nin bölünmesi için Katar ve Arabistan ile aynı safa geçildi. Rusya, İran ve Çin ise Suriye hükümetini destekledi. Suriye için oldukça zor olan bu süreç, ABD hükümeti ve Pentagon için de çok yıpratıcı oluyordu.
Türkiye'de PKK açılımının yarattığı ABD karşıtlığı ve 15 Temmuz'daki ABD izlerinin belirgin olarak açığa çıkması, Türkiye'nin yeniden bir tehdit değerlendirmesi yapmasına neden oldu. Neo-Con ekibinin projesi için hayati önemde olan "Kürt koridoru", Türk ordusu tarafından bozuldu. Bu süreçte İran ve Rusya ile yapılan silah arkadaşlığı Irak'ta Barzani kuvvetlerinin bir gecede 2003 öncesi sınırlara kovalanması, ABD için büyük kayıplardı. Neo-Con'ların müttefikleri birer birer yenilirken, bölge ülkeleri arasında yeni ve büyük bir ittifak oluşmuştu. (Kronolojik olarak Trump'ın seçilmesinden sonraya denk gelen) Astana ortaklığı bu sürecin kaçınılmaz bir sonucuydu.

ÇÖKEN PROJE
Başkanlık seçimlerine gelindiğinde ABD halkı, çok uluslu şirketlerin kasasına akan milyarlarca dolara karşılık artan işsizliği, bozulan ekonomiyi ve savaş alanındaki yenilgiyi tartışmaya başlamıştı. Atlantik sisteminin temsilcisi olarak kuruluşundan bu yana en büyük itibar kaybına uğramıştı. Bu, devletlerle değil de örgütlerle ittifak yapmanın ya da onları uluslararası muhatap kabul etmenin doğal sonucu idi. Sözlerin tutulmadığı, anlaşmaların uygulanmadığı, hukukun da ahlakın da olmadığı bir uluslararası ilişkiler sisteminin başka sonucu olamazdı. Neo-Con'lar bu çöken projenin sorumlusuydular.
Donald Trump, ABD'nin kurucusu sayılan WASP (White-Anglo Sakson-Protestan) kitlesi için bu duruma karşı bir tepki olarak seçildi. Bilinçaltlarında, 1929 büyük buhranından sonra Franklin Roosevelt tarafından uygulanan reçetenin bıraktığı kurtuluş umudu vardı.
Roosevelt ekonomiyi canlandırmak için iç pazarı güçlendirmeye çalışmış, her tarafta dev inşaatlar, hava alanları yapmış, otomotiv sektörüne özellikle ağırlık vererek iç tüketimi arttırmaya çalışmıştı. Halkın para harcamasını sağlamak ve turizmi güçlendirmek için "yıllık izin" kavramını yaratan da odur. Üretimi arttırmak için gümrük uygulamış, göçmenlerin Nazi zulmünden bile kaçıyor olsalar, ABD'ye girişini olabildiğince kısıtlamıştı. Roosevelt demokrat, Trump Cumhuriyetçi idi, biri avukat diğeri iş adamı idi, biri ailece bir devlet geleneği içinden gelirken, diğeri iş dünyasından geliyordu. Fakat her ikisinin de zenginlik dışında en önemli ortak özellikleri milliyetçi olmalarıydı. Trump da tıpkı Roosevelt gibi göçmenlere karşı kısıtlayıcı politikalar izleyeceğini, iç pazarın kuvvetlenmesi gerektiğini, ABD'nin Rusya ve İran ile düşmanlığının anlamsız olduğunu söylüyordu. Roosevelt'in komşularla iyi ilişkiler kurma politikasına benziyordu.
Roosevelt'in karşısında yüksek mahkeme vardı, çıkarmak istediği yasaların iptal edilmesini önlemek için yedek yargıçlar atayarak yarattığı korku dalgasıyla oy oranını değiştirdi.
ROOSEVELT KADAR GÜÇLÜ DEĞİL
Trump ise Pentagon ile uğraşıyor, ama eli Roosevelt kadar güçlü değil. Seçim kampanyasında söylediği Rusya ile dostluk konusunda adım bile atamadan, neredeyse Rus ajanı olmakla itham edildi. Aradan biraz zaman geçti, porno geçmişi ya da eski ticari ilişkilerinden kalan kirli çamaşırlar döküldü ortaya. Hatta damadı üzerinden sıkıştırıldı ve sonuçta Neo-Con politikası sürdürüldü.
Suriye'den çekilme açıklamasından geri adım atması da pek uzun sürmedi. Yakın çevresinde yapılan bazı görev değişikliklerinin bütünüyle kendi iradesiyle yapıldığını düşünmek pek de doğru olmaz. Obama'nın Genelkurmay Başkanı olarak belirlediği Dunford, Irak işgalinde binlerce sivili katleden, tecavüz eden, Deniz Piyadelerinin komutanıydı. Bolton Neo-Con'ların çekirdek ekibinden bir diplomat. Ona kalsa Kuzey Kore vurulmalı, İran bombalanmalı, Rusya ile ilişkiler gerilmeli. Eski Ankara Büyükelçisi, Jeffrey'i Aydınlık okuruna anlatmaya gerek var mı?
Bu ekibin ipleri ele almasından sonra Trump'ın "Ben aslında hemen çekileceğiz demedim" türünden açıklamalar yapması, üçlünün koşa koşa Ankara'ya gelip PKK'yı korumaya çalışmasına şaşırmıyoruz.
GERİDE MAYIN BIRAKMAK
Planları, ABD çekilse bile geride daha sonra kullanmaya müsait bir mayın bırakmak. Tıpkı Irak'ta olduğu gibi otonom bir Kürt bölgesi. Buna karşılık da Türkiye'yi Cerablus ve Afrin'de Osmanlıcılık oynama havucu ile oyalamak. Böylece ABD orada çok az sayıda da olsa askeri varlığını sürdürecek, PKK/PYD devletçiği kurulacak, silah ve malzeme tedariki ile ileriki yıllara hazırlanacak ve Türkiye'nin komşuları ile kurduğu ittifak bozulacak. Yani Astana'nın fişi çekilmiş olacak.
Peki bütün bunlar olur mu?
Mesela bir yandan "Hem ABD, hem Rusya ile çalışan tek paydaş biziz" denilirken, diğer yandan Çavuşoğlu "ABD ile anlaşma yapmadık" diyor. Mesela, Suriye'nin kuzeyindeki bölgeler için "orada yerel yönetimler oluşturacağız" denilirken, diğer yandan "Suriye'nin üniter yapısından yanayız" açıklamaları yapılıyor. Böyle olunca kafalar karışıyor.
Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının tutarsız, etrafına güven vermeyen, her tarafı idare etme mantıksızlığına dayanan tuhaf politikaları, Amerikalılara ve onların medyadaki alkışçılarına bu yönde umutlar verse de bazı gerçekler var.
MECBUREN GERİ ÇEKİLİYOR

Başlığa dönersek ABD mecburen geldi, mecburen geri çekiliyor. Kapitalizm çökmüştü ve sürdürmenin tek yolu sermayenin uluslararası egemenliğini silah zoruyla kurmaktı; ya sistem değiştirecek ya da bunu yapacaklardı.
Mecburen geri çekilecekler, çünkü sermayeye eşlik eden silah yenildi, sermaye de değerini yitirdi. Artık Türkiye'nin üretmekten başka çaresi yok. Türkiye'de hiçbir hükümet halkın karşısına çıkıp PKK devletçiğinin kurulmasına razı olduğunu izah edemez. Bunu yapan yıkılır ve tarihe hain olarak geçer...
ABD'nin de kaybolan itibarını toplamak için yeniden devlet olmaktan başka seçeneği yok. Yani ABD gidiyor, üç ay sonra mı beş ay önce mi tartışmasının bir önemi yok. Bu gidişi Dunford, Jeffrey, Bolton ya da Pentagon'daki bütün neo-con'lar durduramaz. PKK'yı Türkiye'den koruma çabaları sonuç vermez, çünkü Suriye'nin kuzeyi Türkiye için bir beka sorunudur.
İbrahim Kalın'ın Bolton ile poz vererek yapmaya çalıştığı "denklanşör diplomasisi" ile dış politika yönetilmez. Diplomasinin kalemi süngüdür. O süngü de Amerikalının boğazına dayanmak üzeredir. Bunun için Suriye ve Rusya ile işbirliği kaçınılmazdır.
Bolton'ların telaşı bundandır. Kaldı ki, artık Pentagon da Rumsfeld'in Pentagon'u değil. Bolton'un ciddiyeti sorgulanıyor oralarda.
Sonuç: Yeni bir dünya kuruluyor ve ABD buradan gidiyor...