ABD-Rusya savaşında Suriye ve Ukrayna
1774-1782 arasında İngiltere Krallığına karşı vuku bulan ve “Amerika Devrimi” olarak sunulan isyan hikâyesinin hasıraltı edilen bir bölümü var; Bu kavga, Kuzey Amerika sömürgelerinde İngiliz hanedanlığı ve onların tayin ettiği aile şirketleri ile “Yeni Dünyanın” burjuvazisi arasındaydı. İngiliz hanedanlığı servetini, himayesinde olan ve “Deniz Köpekleri” olarak ün salan korsanlar sayesinde biriktirmiştir. Harami İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa gibi ülkelerin Asya, Afrika ve Amerika kıtasından yağmaladıkları zenginliği bu “İngiliz deniz köpekleri” korsanlar talan eder ve büyük payı İngiltere hanedanlığı ile paylaşırdı. İngiliz bu davranışı, zenginden alıp fakir halk ile paylaşan Robin Hood filmleri ile şirin ve iyi bir amel olarak gösterse de gerçek şudur ki bu talan İngiliz hanedanlığın askeri makinesini besleyen ve onu bir Dünya haramisi yapan süreci mümkün kılmıştır.
İNGİLİZLERİN SÖMÜRGE ÜSLUBU
“Amerika Devriminin” öncüleri olan Washingtonlar, Franklinler, Jeffersonlar, Hamiltonlar, Adamslar Kuzey Amerika’nın en zengin aileleriydi. “Devrimden” sonra da on binlerce dönüm arazilere ve binlerce köleye sahip olmaya devam etmişlerdir. Ama resmi tarih bunların kölelerine “daha insancıl” davrandıklarını yazmaktadır(!) İngiliz Hanedanlığın sömürge üslubu, yayılmacılığı, karakteri ve ruhu Kuzey Amerika’nın “bağımsızlık ve özgürlüğü” için savaşan yönetici tabakanın inşa ettiği yeni devlette devam etmiştir. Örneğin “devrimin” finansörü olarak ün kazanan Robert Morris tütün ticaretinden muazzam bir servet elde etmişti. Sahip olduğu deniz ticaret filosunun bir bölümünü askeri amaçlar için “devrimin” hizmetine vermiştir. İngiliz ve İngiltere ile işbirliği yapan ticaret gemilerinin yağma edilmesi için İngiltere misali korsanlar beslemiştir. Bu desteğini Amerikan halkının kaderini bağımsız tayin etmesi, özgürlüğü, toplumsal adalet, eşitlik ve ekonomik refahı için sunmamıştı. Askeri ve siyasi liderlerin kendisine “devrimden” sonra tahsis ettiği imtiyazlar ve haklar için yapmıştı.
Özellikle Kızılderililerin hâkimiyetinde olan yeni alanların alınması, Robert Morris şirketinin buralara tütün ve pamuk ekimi yapması ve ticaretinin tüm Kuzey kolonilerinde desteklenmesi, “Amerikan devrimine” destek veren Fransa ve İspanya ile ticaretinin öncelik elde etmesi karşılığında olmuştu. Şüphesiz ki, “devrim” için isyan edenlerin söylem ve eylemlerinde nispi farklılıklar ve uygulamalar söz konusuydu. Ama ve lakin sadece şu soru bile “devrimin” karakterini anlamak için yeterlidir; 1783’te 13 Eyalet devletler olarak, Atlantik okyanusunun doğu ve kuzeydoğu şeridi üzerinde ilan edilen Amerika Birleşik Devletleri 1878’se gelindiğinde 50 eyalet devlete nasıl ulaştı? Atlantik’ten Pasifik Okyanusuna kadar nasıl genişledi?
TANRININ ‘SEÇKİN’ TOPLULUĞU
İngiliz sömürü düzeninin felsefesini oluşturan ve uzun yıllar Amerika kolonilerinde beyinlere aşılanan; “Biz Tanrının seçkin topluluğuyuz. Bu Dünyada, barbar toplumları medeni yapmak için kutsal bir görevimiz var. Amerika bizim bu değerlerimizi yayacağımız yeni evimiz ve yeni üssümüz olacak. Tanrının kelamını, hürriyeti ve ekonomik zenginliği dünyaya buradan yayacağız. Biz topraksız bir milletiz ve Amerika milletsiz bir toprak. Varlığımıza ve çıkarlarımıza saygı duymalısınız. Bunu yaparsanız yaşamanıza ve imkânlarımızdan yararlanmanıza izin veririz. Aksi takdirde hem Tanrının hem de silahımızın gazabından kurtulamazsınız.” öğretisi 1636’da Massachusetts Eyaletinde kitapçık olarak basılmış, medreselerde ve kiliselerde okutulmuştur. Özetle, ABD’nin kuruluş tarihinde devrim, bağımsızlık, anayasa, din ve düşünce hürriyeti, laiklik, ilerici felsefe, liberalizm, serbest kapitalist piyasa, liyakat, eşitlik, herkese eğitim hakkı gibi düşünceler ve edebiyat bolca vardır. Bal ve sütün bol olduğu ülke Amerika tabirinin içi de boş değildir. Gerçekten de dünyanın en zengin coğrafyalarından biridir. Ama ve lakin bütün bu değerler devrimden hemen sonra hasıraltı edilmiş, bir zümrenin tekelinde silah olarak kullanılmış ve tekelci kapitalist-emperyalist sistemin mihenk taşlarını döşemiştir.
‘AMERİKA KITASI BENİM ARKA BAHÇEM’
ABD’de askeri sanayi, toplumun en devasa sektörü haline gelmiştir. Sivil demokrasi, özgürlükler, toplumsal barış tablosu yerine, toplum askeri bir karakter kazanmış, Beyaz ve Avrupalı zihniyet yeniden hortlamış, ırkçı-faşist ve yayılmacı eğilim, resmi politikalara dönüşmüş, siyahlar, Kızılderililer ve beyaz Avrupalı olmayan Meksika ve Latin Amerika halklarına karşı İngiltere, İspanya, Portekiz ve Fransa’dan daha barbarca davranılmıştır. Ülkenin yaşadığı büyük ekonomik iflas ve krizler (1929 Buhranı) ile toplumsal itirazlar dışarıya ihraç edilen savaşlar sayesinde alt edilebilmiştir. Bu özellik ABD’yi kontrol eden askeri zihniyetin en önemli karakteridir. Bu hususun temeli iki doktrin tarafından atılmıştır; James Monroe (1817-1825) ve Theodore Roosevelt (1901-1909) Doktrini. Kısaca Monroe Doktrini, Avrupa devletlerinin tüm Amerika kıtasından uzak durmaları gerektiğini, aksi davranışın ABD’ye karşı savaş ilanı mesabesinde kabul edileceğinin ilanıdır.
Diyor ki adam; Amerika kıtası benim arka bahçem ve yumuşak karnım. Benim dışımda burada kimse otlayamaz. Otlamaya gelen olursa, burada sorun çıkarmaya çalışan kuvvet görürsem veya benim çıkarlarımı zora sokacak, tehdit edecek ve beni buralardan kuşatmaya çalışacak hareketler canımı fena sıkar, milli güvenliğimi tehlikeye atar ve bu durumda ben zincirini koparmış yaralı bir boğaya dönüşürüm. Bu doktrinin zihniyetine uygun olarak ABD, başta İspanya’nın hâkimiyetinde olan Küba ve Filipinler olmak üzere Avrupa devletlerine karşı zuhur eden isyanları, devrimleri ve muhalefeti bütün imkânlarıyla desteklemişti. Küba ve Filipinler devrimine destek vermek için askeri müdahalede bulunmuş, Atlantik’te bulunan Küba ile Pasifikte yer alan Filipinler’i işgal etmiştir.
ÜLKENİN SAVAŞ İHTİYACI
Theodore Roosevelt “Büyük Değnek” olarak isimlendirdiği, “arka bahçem ve yumuşak karnım” olan Amerika kıtası ve çevresine dokunursan döverim mesajını içeren ABD askeri karakterini çok güzel izah etmiştir. Savaşların ülkesi için olan önemini açıkça ifade etmiştir; 1897’de Başkan McKinley, Theodore Roosevelt’i Donanmadan Sorumlu Bakan Yardımcısı olarak tayin eder. “Neredeyse her savaşı memnuniyetle karşılamalıyım, çünkü bu ülkenin bir savaşa ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.” demişti. Gençlerin kabiliyetlerini savaş alanlarında göstermeye ihtiyaçlarının olduğuna inanan biriydi. ABD’nin Dünyadaki çıkarlarını koruyabilmesi için güçlü bir modern donanmaya ihtiyacı olduğunu savunmuş ve bunu başkanlığı döneminde uygulamaya koymuştur. Roosevelt’in samimi olarak itiraf ettiği bu siyaset, eğer savaşları dışarıda yapmazsak bu savaşları kendi ülkemizde yaşamak zorunda kalırız zihniyeti ile örtüşmektedir.
Bu savaşlar sayesinde ekonomik buhranlar ile toplumsal adaletsizliklerin sebep olacağı krizler ötelenmiştir. Ancak bu savaşları beslemek ve devam ettirebilmek için devasa bir askeri sanayi için yüzlerce milyar dolar harcanmaktadır. Dünyanın birçok bölgesinde onlarca üslerde yüzbinlerce asker beslenmektedir. Bu devasa askeri makinenin nefes alabilmesi, yürümesi ve savaşabilmesi için daha çok silah daha çok para ve daha çok savaşlar kaçınılmaz olmaktadır. Barış meleği olarak sunulan Başkan Wilson’un (1913-1921) bu sözü önemlidir; “Ne pahasına olursa olsun şirketlerimiz, bankalarımız ve sanayimiz için yabancı pazarlara ihtiyacımız var.” Bu amaç için yaşayan ABD’nin pazarlar kaybetmesi, savaşlar yerine dünyada barışın tesis edilmesi oksijensiz ve kansız kalması ile aynıdır.
ANLATTIKLARIMIZIN UKRAYNA VE SURİYE İLE ALAKASI
Bu anlattıklarımızın Ukrayna ve Suriye ile ilgisi vardır. ABD savaş konseptine uygun olarak Avrupa’yı Ukrayna üzerinden savaşa zorlamaktadır. Neonazi Zelenskiy bu projenin sadece memurudur. ABD’nin bu planında Polonya, İngiltere ve İsrail aktif rol sahibidir. Almanya’da Merkel sonrası tanzim edilen “Sosyal demokrat”, “Solak” partiler ve bazı muhalefet vekillerin, askeri sanayi ve bu sanayiyi besleyen demir-çelik ve teknoloji üreten şirketlerin büyüme ve daha çok kazanma tamahı bu savaşa benzin dökmektedir. Rusya’nın başta Ukrayna olmak üzere çevre ülkelerle meşgul edilmesi, Rusya’nın yumuşak karnı olan bölgelerde provokasyonların ve organize krizlerin çıkarılması, Rusya’yı Venezuela ve Amerika’daki ABD karşıtı müttefik ve dostlarından uzak tutması ve ihtiyaçları olan desteğine engel teşkil etmeyi hedeflemektedir. Ukrayna’daki savaşın sürmesi ve savaşın yeni ülkeleri içine katması için kimyasal silahlar dâhil en gelişmiş silahlar devreye sokulmaktadır. Bunun yanında Rusya’nın özellikle Suriye’de yalnızlaştırılması ve zayıflatılması için Ukrayna savaşının ateşi daha çok yükseltilecektir.
RUSYA’NIN VERECEĞİ CEVAP
Bu hamlelere karşın Rusya’nın eli armut toplamayacaktır. Ne Ukrayna’dan vazgeçecek ne de tarihinde ilk kez sahip olduğu Suriye’deki bu imtiyazlı konumundan vazgeçecektir. Lavrov’un Suriye Dışişleri Dakanı Faysal Mikdat ile birlikte İsrail’i kınaması, Filistin’de İsrail’in zulüm ve katliam yaptığını ifade etmesi, İsrail’in Ukrayna’ya silah yardımı yaptığını söylemesi, Golan Bölgesinin İsrail tarafından işgal edilmiş Suriye toprağı olduğunu hatırlatması ve Rus hava kuvvetlerinin Suriye hava kuvvetleriyle Golan bölgesinde ortak tatbikat yapması, Suriye ordusu ve sivil savunma milislerinin ABD’nin kara gücü YPGPKK’ya karşı Halep ve Fırat’ın doğusunda Hasake bölgesinde, Rakka’da, Deyr El-Zor’da askeri operasyonlarını artırması, Rus ordusunun Rakka’da daha aktif hale gelmesi, ABD’nin Rakka bölgesindeki Tabka askeri üslerine yığınak yapması tüm bu hareketlilik Rusya’nın ABD, İngiltere, İsrail ve şürekasına açık bir meydan okumadır. Moskova’nın “Nükleer silah” açıklamalarını sadece İngiltere, ABD ve Avrupa’daki müttefiklerine karşı değil Akdeniz ve başta Suriye merkezli çıkarlarına yönelecek tehditlere karşı bir mesaj olarak okumalıyız.