ABD ve insan çürümesi

ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kazandığı herhangi bir açık savaş yoktur. Öte yandan, örtülü savaşlarla yürüttüğü “iç yıkıcılık”ta kazandığı birikimi küçümsememek gerekir. Yürüttüğü haksız savaşlarda kendi dar boğazı “insan” olduğu gibi, örtülü savaşlarını dayandırdığı temel etken de “insanı çürütmek”tir. Emperyalist sistem, “en uç noktada bireysel çıkarcılık” üstüne kuruludur. Egemenliğini sürdürmedeki temel dayanağı, bireysel çıkarcılığın insanı çürüten etkisidir. Onun için emperyalizme karşı yürütülen mücadele, “insan” uğruna verilen bir “insanlık savaşı”dır.

Tarihin çarkı hızlı dönüyor

ABD en büyük açık savaş yenilgisine, Vietnam, Laos ve Kamboçya’da yürüttüğü Hindiçini Savaşı’nda uğramıştır. İç yıkıcılıkta kazandığı en büyük başarı ise, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’nın tek silah atılmadan dağıtılıp, dünyanın bu geniş alanlarının başlangıçta savunmasız biçimde ABD ve Batı’ya açılmasıdır. ABD’nin Hindiçini yenilgisiyle Sovyetler Birliği’nin dağılması arasında 15 yıl vardır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, ABD’nin emperyalizm tarihindeki en hızlı iniş sürecine girişi arasında da 15-20 yıl bulunmaktadır. Demek ki tarihin çarklarının çok hızlı döndüğü bir dönemde yaşıyoruz.

Birçok tarihçi Roma İmparatorluğu’nun çöküş sürecini, Akdeniz üstünde Roma - Kartaca arasında süren mücadelenin Roma lehine sonuçlanmasıyla başlatıyor. Çünkü o zaman köleci toplumsal sistemin insanlığı çürütücü etkilerinin hızla yayılmasının önünde hiçbir engelin kalmadığı bir döneme girilmiştir. 1990’lar, bireysel çıkarcılığın beraberinde getirdiği “yumuşak ölüm”ün insana verdiği hasarın en büyük olduğu yıllardır. Oysa ABD’nin 2000’li yıllarda bu hasarın hasadını yapmak amacıyla giriştiği açık savaşlar, kendi kofluğunu açığa çıkarmıştır.

İnsan çürümesi

ABD siyasetine yön veriyor

Kendi tarihi içinde yaşadığı iniş çıkışlar, kuşkusuz ABD’ye de bir deneyim kazandırmıştır. Temel deneyimi, onu, Ezilen-Gelişen Dünya’ya saldırılarında “sert insan kayası”na tosladığı zaman, insanı çürütmede daha “verimli” olabileceği, “çürümüşlükten daha etkin biçimde” yararlanabileceği alanlara yoğunlaşmaya yöneltmektedir. Suriye, İran ve Mısır’da planladığı hedeflere ulaşmayı zamana yayması, Irak’ın fiili bölünmüşlüğünün ilanını ertelemesi, bunların yerine Ukrayna’yı, Kıbrıs’ın teslim alınmasını öne çıkarması, Venezuela’daki, Çin’in Sincan-Uygur bölgesindeki, Rusya’da Çeçenistan’daki kışkırtma ve terör hareketlerine hız vermesi, ülkemizdeki bölünmenin “fiili özerklik”le bir üst basamağa taşınmasına çalışması, ABD’nin bu “çürütme ve çürümüşlükten yararlanma” ölçütleriyle uyum halindedir. Ülkemizde halkın yükselen mücadelesi sonucunda eşi görülmemiş bir boyutta gözler önüne serilen çürümüşlük, ABD’nin eseridir. ABD’nin, kendi çöküş sürecini yavaşlatıp denetim altına almak için, bu çöküşün temelinde yatan çürümüşlüğe sarılmaktan başka çaresi yoktur.

Geçmişinde büyük devrimler olan milletlerin direnci

Bu süreçten çıkartılacak çok önemli bir ders daha vardır. Emperyalizme karşı “insanı” en dirençli biçimde savunan ülke ve milletler, geçmişlerindeki büyük devrimlerin yer aldığı ülke ve milletlerdir. Bugün Çin’in emperyalist sisteme alternatif oluşturan bir gelişme içinde olması, Mao sayesindedir. Rusya Federasyonu’nda kapitalizme geri dönülmüş olmasına karşın, bu ülkenin Ezilen-Gelişen Dünya ile ortak bir tutum almasını Ekim Devrimi’ne borçluyuz. Ukrayna’da ABD ve Batı’nın kışkırttığı faşistlerin Lenin heykellerine saldırmaları bir rastlantı değildir.

Türkiye, uğradığı insan hasarının büyüklüğüne karşın, Atatürk Devrimi sayesinde emperyalizme karşı direncin en yüksek olduğu ülkeler arasındadır. Ülkemizin yeniden Atatürk Devrimi yoluna girmesi, sadece kendi milletimiz için değil, insanın insanlığını korumak açısından da büyük önem taşımaktadır. Bugün ülkemizde tanık olduğumuz çürüme, bu gerçekliğin artık çıplak gözle görülecek biçimde hayatın tarafından dayatılmasından başka bir şey değildir.