ABD’de fırtınadan önceki sessizlik mi?

On gündür ABD topraklarındayız. Bir aşağı bir yukarı Virginia ve North Carolina eyaletlerinde gidip gelmekteyiz. Sonbahar aylarında doğanın cümbüş yaptığı bu dağlarda, sarı ve kırmızının tüm tonları bir senfoni gibi. Zaten bu aylarda, binlerce insan ormanların yarattığı doğal tablonun içinde kaybolmanın peşinde, yollara vurmakta kendilerini.

Biz konserlerimiz için koştururken, aynı zamanda sadece iki hafta kalan ABD başkanlık seçimleri ile ilgili ipuçlarını da görmeye ve bulmaya çalışmaktayız. Belki de Amerikan tarihinin en önemli seçimi bu olacak. Hatta sadece ABD için değil, başta Türkiye ve Orta Doğu olmak üzere tüm dünyanın diken üstünde seyrettiği ve beklediği bir seçim, bu 5 Kasım seçimi. Elbette siyasette kimselere kefil olmak doğru olmuyor. Ama bu ABD seçimlerinde, mutlaka insanlık için doğru olan tarafı bulmak ve ona göre tutum almak gerekliliği de var.

UCUZ LAFLARA DEĞİL YAPILAN İŞE BAKMAK

Bir tarafta eski Başkan Trump, öteki tarafta da ise eski başkan-yardımcısı Kamala Harris, tüm güçleri ile oy toplamanın peşindeler. Özel hayatlarımızda olduğu kadar, siyasette de “kişinin sözlerine değil yaptıklarına bakmak” diye bir düstur vardır eskiden beri. Atalarımızdan Ziya Paşa, bunu “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” türünden bir deyim ile kültürümüze işlemişti. Elbette, ülkemiz bu konuda belki de en sicilli siyasetçilerin bir cenneti halinde. Senelerdir lafları başka, icraatlerı başka binlerce politikacının gürültüsünü dinlemek zorunda kalan bir milletiz şunun şurasında. Yani sicilimiz oldukça bozuk, Ziya Paşanın belirttiği konuda.

Bu konuyu ABD seçimlerine uygulayıp, iki adayın haline bir göz atmak istiyoruz bu hafta. Ne de olsa bıçağın sırtındaki bir eyalette zaman harcamaktayız şimdilerde. Kuzey Karolina, seçimlerde tam da ortalara yer alan, “savaş meydanı” adı verilen bir eyalet. Seçimlerde iki tarafa da gidebilir buranın insanları.

On gün önce ABD’ye geldiğimizde, kıran kırana geçen ve gürültüden geçilmeyen bir seçim ortamı bulacağımızı hayal etmekteydik. Öyle ya, Türkiye’deki tüm basın gece gündüz bu ABD başkanlık yarışının yansımalarını iletmekteydi bize.

2 HAFTA SONRAKİ FIRTINANIN AYAK SESLERİ Mİ?

Ama sahada olan bitenlere, daha doğrusu olmayanlara ve bitmeyenlere bakınca, seçimlerin hiçbir heyecana yol açmadığını gördük. Önceki seçim dönemlerinde, her tarafta görülen dev reklam panoları, hemen herkesin bahçesindeki sloganlı afişler, yollarda bir aşağı bir yukarı giden seçim propagandası ile süslenmiş arabalardan eser yok bu defa. Ortalıkta sanki bir “fırtınadan önceki ölüm sessizliği” mi var acaba diye merak etmeye başladık, durumu böyle görünce.

Trump’ın dört senelik başkanlığı sırasında, dünyada ilginç bir durağanlık ve sessizlik vardı. Elbette bu Trump yönetiminin, dünya politikası konusundaki tercihleri ve o tercihlerden kaynaklanan politikaları yüzünden olmaktaydı. Ukrayna’da savaş yoktu. Filistin’de İsrail mezalimi yoktu. Trump NATO’dan çıkmaktan bahsetmekteydi. Avrupa’nın güvenliğini sağlamanın ABD’nin işi olmadığını ve kendi güvenliklerini kendilerinin sağlaması gerektiğini söylemekteydi. Dünyanın her tarafına yayılmış 800 Amerikan üssünün gereksizliğinden bile bahsetmekteydi.

Buna karşılık, Trump İsrail’deki ABD elçiliğini Kudüs’e taşımayı da sözlerinin arasına karıştırmaktaydı. Bu aslında belki de tribünlere oynayan bir futbolcu psikolojisiydi. Ama onun dışında, Trump yönetiminin, bizlerin bugün korku ve endişe ile izlediğimiz dünya halleri konusunda tutumu oldukça tehlikesiz durumda idi. Öyle ya, Tanrı’nın bizlere gönlümüze göre ve mükemmel bir ABD başkanı vermek gibi bir görevi ve tercihi olamayacağı için, bu kadarı ile “idare etmek” gibi bir hallerdeydik.

ABD YOKSULLARI İLE BİR MİLYARDERİN KOALİSYONU

Trump’ın dünya siyasetindeki pozisyonlarının nisbi olumluluğunu, daha doğrusu çok daha az olan olumsuzluğunu, Biden yönetiminin daha ilk günden itibaren dünyayı ateşe atması ile bazılarımız anlamış olduk. Şer ile ehven-i şer ayrımının ne kadar önemli olabileceğini hayat kafamıza vura vura anlattı bize. Rusya’ya karşı başlatılan saldırı, İran’a uygulanan yaptırımlar, ABD destekli İsrail’in Filistin soykırımı, Güney Çin denizinde Çin’e karşı savaş planları ve Türkiye’deki siyaseti yeniden düzenleme çabaları, tamamıyla Biden ekibinin Trump’ın tam karşı hattındaki siyasetlerinin somut ürünleri oldular. Aradaki farkı görmek istemeyenler, bu bahsettiğimiz 4 veya 5 noktaya yeniden bir göz atmalılar.

Trump’ı ve Cumhuriyetçileri beğenmemek başka bir şeydir, günümüz siyasetinde yarına yönelik neler olabileceğini tahlil edebilmek başka bir şey. Trump’ın dört senesinde, Biden döneminin bu savaş partisinin tam tersi siyasetler üretildi ise, bunun olumluluğunu açıkça ifade edebilmek gerekir. Trump’ın sarı saçlarına, ya da arada bir söylediği garip sözlere takılarak, ya da hakkında çıkarılmış suç dosyalarına aldanarak Trump ile Harris’in hiçbir farkı yoktur demek, siyaseten körlük demektir.

ANALİZE ENERJİSİ KALMAYAN SOLUMSULAR

Bu siyasi körlük hem Türkiye’nin solumsu kesiminde hem de ABD’nin kendi içindeki Demokrat ve solumsu kesiminde şiddetle mevcuttur. Bugünkü iki başkan adayı, dünya siyasetinin son 8 senesine damgalarını vurmuş kişilerdir. Yani haklarında hiçbir şey bilmediğimiz yepyeni şahsiyetler değildirler. Öyleyse, iki adayın laflarından ziyade, her birinin 4 sene yönettiği dünya siyasetinde yaptıkları işleri inceleyip, onu esas almak gerekir. Bir yanda Başkan yardımcısı, yani ABD’nin 2 numarası olarak 4 sene dünyada olup biten tüm olumsuzlukların altında imzası bulunan Harris, diğer tarafta, 4 senelik iktidarında savaşlar veya bölgesel sürtüşmelerin en az olduğu 1 numara Trump var bu seçimde.

Amerikan solumsular da aynen Türkiye’deki yandaşları gibi, olan biteni analiz etmek, bir kar-zarar hesabı yapmak, şer ile ehven-i şer ölçümü yapmak gibi zahmetlere katlanamamaktalar. Harris’in bir yarı-karaderili olması, yarı-Hintli bir azınlıktan olması ve en önemlisi bir kadın olması, ABD’li Demokratların başlarını şiddetle döndürdüğü için, bu tür analizler yapmaya enerjileri bile kalmamıştır. Bunun aynısını, Türk solumsuların bir türlü CHP’nin artık Atatürk CHP’si olmadığını ve bambaşka cins bir siyasi organ haline geldiğini anlamamalarında da görmekteyiz.

5 KASIM: …VE DANA KUYRUĞUNU KAYBEDER!

Hem ABD’de hem de Türkiye’de yapılan yanlış seçimlerin sonucunu, çok acı şekilde hem bu milletler hem de bölgesel ve küresel anlamda, tüm dünyanın insanları çekecektir. Bir tarafta daha yaygınlaştırılmış bir savaşkan dünya, diğer tarafta ise savaşın sadece ekonomiye ve siyasete indirgenme ihtimalinin olduğu bir dünya var olmaktadır. En basit hali ile, mevcut ABD seçimlerinin tahlili budur. Bu sonuca da sadece söylenen ucuz propaganda sözlerinden değil, her iki adayın iktidarlarında yaptıkları işlerden yola çıkarak varmaktayız.

İki hafta sonra, 5 Kasım’da, tabiri caiz ise, “dananın kuyruğu koptuğunda”, dünya gemisi bu iki dalgalı denizden birine düşecektir. Ama bu geminin hangi limana demir atacağı, bu iki kampın kaptanları ve arkalarındaki sınıfsal güçler tarafından belirlenecektir. Hepimizin içinde bulunduğu bu geminin, nispeten sakin sularda yol alması ve dostane limanlara demir atması dileğiyle, seçimlerde hayırlısı olsun diyelim!