ABD’nin ‘Üç İsrail Planı’ tutmaz!

Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ı TBMM kürsüsüne davet etmesine kadar varan yeni açılımını savunanlar, bu eylemi “İsrail, sınırımıza kadar dayanmak üzere o yüzden iç cepheyi kuvvetlendirmeliyiz” iddiasıyla gerekçelendiriyor. Bazıları da Bahçeli’nin ya da Erdoğan ve Bahçeli’nin birlikte “PKK’yı ABD-İsrail’in elinden almak” amacıyla bir manevra yaptıklarını ileri sürüyor.

Konuyu ele almak için öncelikle ulusal ve uluslararası şartları nesnel bir şekilde değerlendirmek gerekiyor.

Birinci saptamamız gereken gerçek şudur: Anayasa Mahkemesi’nde 3 yıldır devam eden davada kapatılmayan PKK’nın yasal örgütüne doğu ve güneydoğudaki birçok belediye 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde teslim edildi.

Dahası, CHP ile DEM arasındaki ittifak sayesinde Türkiye’nin batısındaki metropollerinde de PKK’ya yerel yönetimlerde koltuklar verildi. Bu durum hukuki gerekçelerle açıklanamaz. Belli ki, Türkiye’deki hakim siyasal sistemin aldığı kararın sonucuydu.

Buna karşılık, 24 Temmuz 2015’ten itibaren uygulanan mücadele konseptiyle, Türkiye sınırları içindeki PKK’nın terör eylemleri yok denecek noktaya ulaşmıştır. Türkiye, PKK terörüne karşı mücadeleyi Irak ve Suriye’nin içlerinde sürdürmektedir.

1991’den sonra kısmen, 2003’teki Amerikan işgalinden sonra büyük ölçüde Irak’ın kuzeyine yerleşen terör örgütü, özellikle 2017 yılından itibaren alan kontrolünü esas alan sınır ötesi operasyonlarda güneye doğru süpürülmüştür.

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları ile Suriye’nin kuzeyinde Akdeniz’e açılacak koridor kesilmiştir. Bugün varılan noktada, Tel Rıfat ve Münbiç’ten başlayarak Irak sınırına kadar olan bölgede PKK’nın temizlenmesi hedeftir. Gelinen aşamada, bu hedefin başarılması için uygun koşullar oluşmuştur.

Türkiye ve Suriye Orduları ve bölgede yerel Arap aşiret güçlerinin PKK’ya karşı girişeceği temizlik harekatı uluslararası hukuk açısıdan meşrudur.

ABD VE İSRAİL İÇİN DURUM

Gelelim uluslararası şartlara… Bahçeli’nin “açılımı” ile birlikte tedavüldeki bir başka iddia, İsrail’in Hamas’ı bitirdiği, Hizbullah’ı bitirmek üzere olduğu, buradan Suriye’ye yöneleceği ve ardından İran’ı da bitireceği şeklinde. Bazı Hükümet yetkililerinin açıklamalarından Ankara’da bu yöndeki değerlendirmenin de ağır bastığı görülüyor.

Öncelikle şunu vurgulayalım: İsrail’in Hamas’a çok ağır darbeler vurmakla birlikte “örgütü bitirdiği” şeklindeki değerlendirme İsrail’in psikolojik savaşıdır. Buna en iyi yanıtı yine ABD’lilerin ağzından verelim.

Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı Henri Barkey’in öğrencisi CFR üyesi Steven A. Cook “Sinvar öldü, Hamas hala yaşıyor” başlıklı yazısını şöyle bitiriyor: “İsrail’in Sinvar’ı öldürmesi bugün büyük bir başarı gibi görünse de zamanla diğerleri de -her zaman olduğu gibi- ayaklanacak ve direnmeye devam edecektir (Foreign Policy, 18 Ekim 2024).

Hizbullah’ın bitirilmek üzere olduğunu ise, Netanyahu’nun evinin yakınına düşen insansız hava aracı ve İsrail’in bütün kentlerine her gün bombalar düşerken çalan sirenler açık bir şekilde yalanlıyor.
İsrail’in Suriye’ye yönelmesi ve çok ağır bir saldırı düzenleyerek İran’ı bitirmesinin koşulları ise bulunmuyor.

ABD’nin bu yönde bir karar verdiği ve İsrail ile birlikte İran’ın kolunu kanadını kıracak, direniş ekseninin unsurlarını hareket edemez hale getirecek planları olduğu yönünde bir psikolojik harekat yapılıyor.

Ancak ABD’den gelen işaretler bunun doğru olmadığını gösteriyor. En başta İran’ın, “savaştan kaçınmanın maliyetinin savaştan daha büyük” olduğu yönünde bir değerlendirmeye ulaştığı görülüyor. İran’ın, Hamas’ın, Hizbullah’ın ve direniş ekseninin diğer güçlerinin gerekirse topyekun savaşı göze aldığı noktaya geldik.

İşte burada, ABD ve İsrail durup düşünmektedir. Şimdiye kadar her aşamada bir üst hedefe ilerleyerek uygulanan stratejide fren mi yapılacak yoksa daha ağır maliyetleri göze alıp İran’a doğrudan saldırı mı yapılacak? Eğer ikincisi tercih edilirse bunun telafisi olmayacaktır. O zaman uzun sürecek bir savaş başlayabilir. Ve bu savaşta ABD ve İsrail’in kazançlı çıkmama olasılığı çıkmasından daha fazladır.

TÜRK MİLLETİ KABUL ETMEZ

Peki bu koşullarda neden “Öcalan açılımı” yapılıyor? “Öcalan ile DEM olacakmış, Kandil ile Demirtaş olmayacakmış”, efendim PKK içinde ayrılıklar, kargaşalıklar yaratılacakmış vs. vs. Geçiniz bunları…Neresinden tutarsanız tutun dökülen bu siyasetin amacı nedir?

Şunu vurgulayalım: Hendeklere gömülmüş PKK’nın sandık vasıtasıyla yerel yönetimlerde iktidarlara sahip olmasına imkan sağlamak aslında bu açılımın başlangıcı olarak görülmeli. Esas soru şudur: Varsayalım ki, Öcalan silah bırakma çağrısı yaptı, “örgütü dağıtın” dedi.

Olması mümkün görünmüyor ama velev ki örgüt de “tamam biz silah bırakıyoruz” dedi. Peki ABD tarafından Suriye’yi parçalayarak PKK/YPG’ye kurdurulan özerk bölge ne olacak? “Onun adı SDG, PKK değil, kabul ediyoruz” mu denilecek?

Hatırlatalım, PKK merkezi, hesabını tamamen ABD ve İsrail saldırganlığının başarısı üzerine kurmuştur. Öyle “PKK’yı ABD’nin elinde kurtarmak” falan gibi zırva bir iddiayı hayata geçirmek mümkün değildir. PKK, Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki bütün kollarıyla ABD’nin stratejik aletidir.

Sözün özü, süreç Türkiye’yi yeniden ABD’nin 40 yıl önce önümüze koyduğu “Üç İsrail Planı”na götürecek gibi görünüyor. İsrail devletinin yanısıra kukla bir Kürdistan, yani ikinci İsrail ve Türkiye’nin kuklalaştırılarak üçüncü bir İsrail haline getirilmesini hedefleyen bir plan. Şimdi “ABD-İsrail, Irak’ı ve Suriye’yi parçaladı, İran’ı da nasıl olsa parçalayacak” deyip parsadan pay kapma hesabı yapanlar ve bu plana sarılmış olanlar olabilir. Ama bu planın bugün uygulanma koşulları yoktur. Bu planı Türk milleti kabul etmez.