Adalar Denizi’nde denge(sizlik)

Emperyalizm ile dostluk ve müttefiklik esasına dayalı “duraksama” politikaları ile Yunan yayılmacılığının önlenemediğini geçen hafta yazmıştım. “Lozan Dengesi” terimi ile ifade edilen ve Türkiye’deki pek çok akademik yazıda yer alan “Lozan Antlaşması’nın Adalar Denizi’nde taraflara denge sağladığı” düşüncesi, akıl süzgecimden geçemediği için sahip çıkabileceğim bir fikir değildir. Millî Mücadele’nin sonunda askerleri denize dökülmüş olsa da 1923’te, Yunanistan, savaşa hazır donanmasını Anadolu’nun karşısına konuşlandırdığında, Türkiye’nin tek bir savaş gemisi bile yoktu. Bu da, 4 bine yakın ada ve adacığın bulunduğu Adalar Denizi’nde, geniş bir sahaya yayılmış binlerce adanın egemenliğinin Yunanistan’da kalmasına razı olmamıza yol açtı.

Diğer taraftan, toplam 23.000 km2 yüzölçümü bulunan bu adaları, Yunanistan’ın egemenliğine bırakmış olmamız, denizin egemenliğinden vazgeçmiş olduğumuz veya vazgeçeceğimiz anlamına gelmez, gelemez. Adalar Denizi’nin hakkımız olan yarısının jeopolitik gücüne sahip çıkmak zorundayız. Yanlış anlaşılmasın, Adalar Denizi’nin yarısına sahip çıkmaktan kastettiğim şey, Adalar Denizi’ndeki Yunan adaları değil, yalnızca deniz ve o denizin tabanıdır.

1952’ye kadar, Cumhuriyet Donanması’nın, Adalar Denizi’ndeki “gerçek” hakkımıza sahip çıkacak güce ulaşamamış olması, sonrasında da NATO’ya girerek emperyalizm güdümlü bir ülkeye dönüşmemiz, Adalar Denizi’nin doğu yarısını kendimize “Deniz Vatan” edinmemizi engellemiştir. Emperyalizmin 20. yüzyılın 2’nci yarısında, karasularını 12 mile, denizin ekonomik yetki alanını da 200 mile genişletme kararını vermesi sonrasında Yunanistan, adalarından sonra Adalar Denizi’nin deniz kısmına da egemen olmanın peşine düştü.

Yunanistan’ın Megali İdea’yı canlı tuttuğunu, Adalar Denizi, Kıbrıs filan derken, Trakya, Batı Anadolu, hatta Doğu Karadeniz’de bile egemenlik iddialarını hissettirdiğini, şaşılacak bir cesaretle “duraksama” politikalarımızın üzerine yürüdüğünü hepimiz biliyoruz. Özetlersek, Yunanistan’ın Adalar Denizi takıntısı; Trakya, İstanbul, İzmir ve Trabzon takıntısına uzanan saldırgan bir sürecin ara hedefidir.

MAVİ VATAN HARİTASI GENİŞLETİLEREK YENİDEN ÇİZİLMELİ

1955’te, savaşı göze alarak karasularını 12 mile artırmaya niyetlenen Yunanistan, dönemsel konjonktüre dayalı olarak ABD’nin baskısı ile bundan vazgeçti. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, Yunanistan’a yeniden sınırlarını zorlama motivasyonu kazandırdı. Yine de, bunun Türk-Yunan Savaşı’nı tetikleyeceğini iyi bilen Yunanistan, Adalar Denizi’nde 12 mil karasuları ilan etme cesaretini henüz bulamadı; ama, 12 milden vazgeçmeyeceğini dile getirmekten geri durmadı.

Türkiye ise, süreç içinde Adalar Denizi’nin “S” biçimli abisal dip çukur hattı üzerinden kıta sahanlığı, yani suyun egemenliğinden ziyade, suyun ekonomik haklarını kazanmayı amaçlayan, ama karşılığı alınamayan bir dizi hukuksal uğraş içine sıkıştı.

Emperyalizmin kontrolünde karşılıklı laf yetiştirmekten ibaret olan bu süreç devam ederken, 2007’de, Amiral Soner Polat, Amiral Cem Gürdeniz ve Amiral Cihat Yaycı’nın mimarları oldukları “Mavi Vatan” kavramı, kamuoyumuzun dikkatini çekti ve çabucak benimsendi. Egemen olduğumuz Deniz Vatan algısına yol açmış olmakla beraber, aslında hedeflenen Münhasır Ekonomik Bölge’yi gösteren “Mavi Vatan” haritası, 2007’den günümüze değin fiiliyata geçememiş ve savaşmadan fiiliyata geçemeyecek bir “hedef” harita özelliğini taşır.

2007 yılı, aynı zamanda, Yunanistan’ın “Sevilla Haritası”nı çizdirerek karşı atağa geçtiği bir yıldır. 17 yıl boyunca, Türk ve Yunan akademisyenler ile gazeteciler, birbirlerinin haritalarına laf sayıp durdular. Gerçekten ilginç ama, haritalar üzerinden, sonuca ulaşmayacak cinsten “slogan yarışması” yaşandı ve taraflar, diğerine kulağını kapatıp içlerini döküp rahatladı. Hepsi bu.

“Sevilla Haritası”nı tartışmaya değer bulmamakla birlikte, “Mavi Vatan” haritasına ciddi itirazım var. Bana göre, “Mavi Vatan Haritası”nda, Adalar Denizi’ne ait kısım yetersizdir; sorgulanmalı, yeniden tanımlanmalı ve yeniden çizilmelidir. Kafamı kurcalayan iki soru var:

İlki, “Mavi Vatan”da neden egemenlik alanı yerine, sadece deniz dibi madenleri ve balıkçılık gibi ekonomik alan hakkı hedefliyoruz?

İkincisi, Mavi Vatan haritasında neden Adalar Denizi’nin %50’si, yani 107 bin km2’si (hatta adaların yüzölçümünün yarısının karşılığını deniz olarak almak gerekirse 118 bin km2’si) yerine yalnızca 89 bin km2’si, yani %37’si hedefleniyor. Adalar Denizi’nin dip yapısını kullanarak ekonomik sınır belirleme eğilimi gösterse de Mavi Vatan’daki %37’lik ekonomik pay alanı arayışını neden yeterli bulmalıymışım?

LOZAN DENGESİ(ZLİĞİ), AKILCI GERÇEĞE EVRİLMELİ

Sahip çıkana jeopolitik güç verecek olan Adalar Denizi’nde vazgeçilemeyecek tek unsur, su alanı ve ona ait deniz dibidir. Yunanistan anakarası ile Türk anakarası arasını dolduran dev bir su haznesi olan Adalar Denizi’nin suyunu, emperyalist formüller ile paylaşmaya kalktığımız için -kilit hâlde- bugünlere geldik. Emperyalizmin var olmadığı bir dünyada, Adalar Denizi gibi bir jeopolitik potansiyeli paylaşmanın çok kolay bir formülü vardır: Yarısı senin, yarısı benim; bu kadar basit. Yanlış anlaşılmamak için tekrar edeyim, EGEAYDAAK’lar hariç, bugün Yunanistan’ın “egemen alanım” dediği hiçbir adada gözüm yok, o topraklar Yunanlarındır; ama, Adalar Denizi’nin yalnızca deniz kısmının doğu yarısı benim olmalıdır.

“Duraksamasız” olarak fikrimi soracak olursanız, Lozan Dengesi(zliği)nden zaten mutsuz olan ve emperyalizmden medet umarak aramızdaki denizi bir Yunan Gölü’ne çevirme planları yapan Yunanistan’a, Adalar Denizi’nin doğu yarısını kapsayan farklı bir “Mavi Vatan” haritası gösterilmeli ve bunu kabule zorlanmalıdır.

Öncelikle, Adalar Denizi’nin yarısını (107 bin km2) batıda, diğer yarısını (107 bin km2) doğuda bırakacak boylamı hesaplamak gerekmektedir. Türk-Yunan anakaraları arasındaki mesafe; kuzeyde 150 mil, güneyde ise 240 mil olduğundan, teknik bir çalışma yapmak gerekecektir. Denizi eşit iki parçaya bölen boylamın, Bozbaba Adası’nın batısından geçen 24,80 doğu boylamı olduğunu tahmin ediyorum.

Kabaca 24,80 doğu boylamını, Türk-Yunan deniz sınırı olarak kabul etmek yeterli mi? Hayır. Bu hattın doğusunda kalan Yunan kıyılarının (adalardaki) karasuları kaldırılmalı; Yunanistan, Doğu Ege adalarında, kendine karasuları aramamalıdır. Böyle bir formül gerçeğe dönüşürse, Adalar (Ege) Denizi gibi daracık bir denizde, her iki taraf, “egemenlik” seçeneği dururken, “Münhasır Ekonomik Bölge” gibi deniz yüzeyinden vazgeçen kısmî bir egemenliğe neden rıza göstersin ki?

Dünyada 12 milden daha geniş karasuları ilanı yapan devletler yok mu? Var. Örneğin Peru’nun 200 mil genişliğinde karasuları var; veya geçenlerde savunma işbirliği anlaşması yaptığımız Somali, bize 200 millik karasularını emanet edecek. Diğer bir örneğe göre, ABD’nin dümen suyundan ayrılmayan Filipinler’in karasuları 100 mil, hatta Güney Çin Denizi yönünde 285 mildir.

Buna göre, Yunanistan, 24,80 doğu boylamının doğusundaki tüm deniz alanlarından vazgeçerek batısında 120 mil; Türkiye de bu boylamın doğusunda 120 mil karasuları genişliği ilan ederse buna -emperyalizmden başka- kim itiraz eder? Böyle bir formül ile Yunanistan, Batı Ege Denizi’ni; Türkiye’de, Doğu Adalar Denizi’ni “Egemen Deniz Vatanı” ilan etmiş olur, paylaşım kavgası biter, kimse kimseye yan gözle bakmaz ve herkes işine bakar.

Yunanistan, bu öneriyi reddederse -ki reddeder- başvurulabilecek en “duraksamasız” ve en “cesur” davranış nedir sorusunun cevabı: 24,80 doğu boylamının doğusundaki Yunan kıyılarına deniz yetki alanı tanımadığımızı ve bu hattın doğusunu Türk karasuları ilan ettiğimizi tüm dünyaya duyurmak ve askerî tedbirler alarak bunu zorla uygulatmaktır. Tek ihtiyacımız, “duraksamayan” bir hükûmet; gerisi kolay.

Neticeye gelirsek; Asya karşısındaki zayıflamasını durdurmak isteyen Batı emperyalizminin bir dünya savaşına ihtiyacı vardır. Önümüzdeki yıllarda “Dünya Savaşı” çıkarması beklenen ABD, Batı Asya’daki askerî gücünü Pasifik’e kaydırmak zorunda kalacaktır. Üçüncü Dünya Savaşı başladığında Yunanistan, Türkiye’nin ABD’nin yanında Çin ve Rusya ile savaşa girme “akıldışılığı”na düşeceğini sanıyorsa, hayal görüyor.

Yunanistan, şunu da düşünse iyi eder: Üçüncü Dünya Savaşı’nın ateşiyle emperyalizmin Batı Asya denizlerindeki askerî gücünü çektiği gün Türkiye, Adalar Denizi’ndeki hakkını söke söke almak için Yunanistan’ı tepelemekten -elbette- kaçınmayacaktır. Bence yıkıp dökmeye gerek kalmadan, “Adalar Denizi’nde %50-%50 dengesi, şimdiden ve güzellikle kurulursa hiç fena olmaz.