Afgan vahası yoksulluk yarası
Denklem sırasıyla şudur: Bağımsızlık / Özgürlük / laiklik.
Her biri bu sırayla işleyebilir ve yaşam bu tümlük içinde değerlenir.
“Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık?” deyişinde olduğu gibi;
“Afganistan’da Kemalistler vardı da biz mi desteklemedik” denilebilir.
ABD işgalinde “laiklik” var mıydı? diye de sorulabilir.
Ortaçağa övgü de, ABD’ye ağlayan da, yok!
Gerçekliktir…
Gerçeği elinin tersiyle itersen, ‘uzaktaki’ toplumun hiç şansı kalmaz!
Avrasya köprüyolunda da düşman kazanırsın.
Bugünün “yarını vardır”, devletlerin de “yararcı” olmaya hakları vardır.
Örneğin, göç dalgasını dizginlemek incelikli karmaşık dış siyaseti de gerektirir.
Sonlarda söyleyeceğimi öncelikle vurgulayayım:
ABD emperyalizmi yenilmekte,
Türk Devrimi, daha da yükselme eğimine girmektedir…
Asya çağının içinde Türk çağı parlayacaktır!
En büyük gerçek de, budur; buna katkı yapmalıyız…
Konumuza dönelim…
Vietnam, Irak, Suriye ve en sonunda Afganistan! Diğer müdahalelerinde olduğu gibi yenilenerek ayrılıyor, ABD… Kendi evinde milyonlar sokakta ve genel sağlık hizmeti dışında, hala, savaş bütçesini işletiyor, elli yıllık ömrü kalan petrol başta enerji vahalarında denetimi elinde bulundurmak istiyor. Yoksul Afgan vahasına tüm çöreklenmeler bundandır.
Kapımıza dayanan göç dalgasının etkisi ve Afganistan ile olan tarihi bağlarımız nedeniyle bu son gelişme, ülkemiz kamuoyunda yoğun tartışma konusu oldu. Bir tarafta ABD’nin ricatı ile Afganistan’ın dinci taassubun en karanlık dehlizlerine gömüleceği fikri, diğer tarafta, bu son olayın, ABD emperyalizminin yenilgisiyle daha bağımsız bir ülke yaratacağı ve yönetimi ele alan Taliban’ın zamanla daha esnek bir kamu düzeni kuracağı düşüncesi…
Şurası kesindir; bağımsızlık ve özgürlük her şeyin başıdır. ABD yenilmiş, hesabı kitabı yapmış Afganistan’ı terk etmiş, bu anlamda ülke ABD emperyalizminden bağımsızlaşmıştır; o arada, elbette, bireyin ve toplumun özgürlüğüyle taçlanmış bağımsızlık esastır; besbelli daha çekecek çileleri vardır.
Dünya tarihi dışsal katkılarla, yardım ve yönlendirmelerle, bağışlarla kalkınan ve dışarıdan empoze edilen bir kültürle gelişen hiçbir ülkeyi ve toplumu henüz kaydetmemiştir. Tam tersine emperyalizm, göz boyamacı ve göz bağlayıcı kimi üst yapı yenilemeleri ile gelir. Gelir ancak, geldiği ülkenin de altını oyar.
Gerçekten altın ve maden zengini Afganistan’da, kalkınmanın “k”sından, gelişmenin “g”sinden söz edebilmek mümkün değildir… Bu bahtsız ülke, geçmişten günümüze sirayet eden ve günümüz için çok yetersiz sayılan yollar, hastaneler, okullar, köprüler anlamında ne yaptıysa kendi kaynaklarına dayanarak yapmıştır.
Ne ABD emperyalizmi ne İslam Kalkınma teşkilatları, Afganistan’ın derdine derman olmamış ve olamamıştır. Salgınlarla mücadele anlamında kısmen yardım alan bu ülke, alt yapı bakımından çağdaş dünyaya göre en az bir asır geridir. Her on kişiden ancak biri okuma-yazma bilmektedir. Sanayi neredeyse yoktur. Bilim ve teknolojiden ise eser bulunmamaktadır.
Ne ki aynı Afganistan, dünya uyuşturucu ticaretinin güzergahlarından biri olarak tanımlanır.
Bu iğrenç işe işgalci unsurların ve yerel yöneticilerin teşne oldukları da kaydedilir, yazılır. Öte yanda, nitelikli ihracat, doğru düzgün üretim ve ithalat yoktur. Dünyanın terk edilmiş bölgesi gibidir Afganistan.
Bu hazin durumu, ancak kendi halkının bilinçlenmesi ve eğitim düzeltebilecektir. Afganistan’ın yıllara ihtiyacı vardır. Üstelik dünyamız da, 60’ların, 70’lerin kalitesinden çok uzakta bir dünyadır. Genelde yönetimler, emek sömürüsü ve doğa yıkımının üzerinde oturmakta, dış siyaset hala silahlanma ekseninde dengelenmeye çalışılmaktadır.
Yukarıdaki tartışmaların ve gerçeklerin ışığında Afganistan ile ilgili gelişmeleri Türkiye’den bakış açısıyla yorumlamaya çalışacağım. Şimdilik kuralsız göç ve milletler ailesinin ikircikli tutumunu bir yana bırakarak ve bölge ülkeleriyle iş birliği temelini de içeren konuyla ilgili somut önerilerimi sonraları ele almak niyetiyle, güncele değinip, bitireceğim.
Afganistan’dan yansıyan tabloya bakınca bana şunları düşündürmektedir:
Emperyalizmin 'devamlılığına' etnik ve mezhepsel bölünme yataklık yapar.
“Kabile koalisyonu” uluslaşmanın engeli ve sömürü düzenidir…
Bu, bir döngüdür; kader değildir!
Biz, köy enstitüleriyle, kadın-erkek eşitliğiyle, milli eğitimle, emperyalizmi yendik.
Batılılaşmadık, çağdaşlaştık.
Büyük uygarlığımız bu nedenle kesintisizdir.
ABD emperyalizmi yenilmektedir.
Türk Devrimi ‘modeli’, Avrasya’dan, Asya’dan, her coğrafyadan, daha da yükselecektir!
Yeni Dünya Düzeni düşmüştür!..
Afgan vahasına yalanlar, yolsuzluklar, yoksulluklar ekilmiştir.
Yine de ve bu nedenle yalnız bırakılmamalıdırlar.
İnsancıl hakça bir dünyaya çağrının sesinde sesimiz ve yüreğimiz, mazlum uluslar ve kapitalizmin ezdiği üreticilerle birlikte çarpmaktadır.
Son olarak; tarihi bağlarımızla, Afganistan halkına huzur ve esenlikler dilerim.