Afganistan Notları 2: Acının yüzündeki kuram!

Önceki bölümde Afganistan’ın, 200 yıllık sömürgecilik kıskacının ve İngiliz işgalinin kırılmasının ardından içine düşürüldüğü karanlık ve kanlı sürecin tarihsel basamaklarına özellikle yer verdik. Şimdi gelin bu yoksul, emperyalizmin saldırılarına hedef olan mazlum halkın o basamaklardan zafere doğru yükselirken, yaşadığı korkunç acılara yıllar boyu nasıl dayandığına ve zafere hangi ruh donanımıyla, hangi “Acı ve Zor” kuramıyla ulaştığına yakından bakalım.

Savaş sanatının evrensel kuralları, direnişin yerel ilkeleri ve yaşanan pratik gerçekliğin mecburiyetleri ışığında ortaya konan Afgan Vatan Savaşının oluşturulan kuramsal yapının özgünlüğünü birlikte anlamaya çalışalım. Afganistan deneyiminin Asya Çağı Devrimleri üzerindeki rolünü, hayat kurtaran “hayallerin” özlemlerin uyarılarını da bilincimize çıkartarak bunu yapalım.

Elbette 21. yüzyıl devrimlerinin karakterinde var olan milletlerin aynı direniş birliğinde, aynı dayanışma duygularıyla giriştikleri ortak mücadele yolunda karşılaşacakları engelleri bugünden görerek önlemler geliştirmek zorundayız.

BİR ÇÜRÜK RÜZGÂR ESTİRİLİYOR RUHLARDA

Dünya kamuoyu ile aynı anda tanık olduğumuz Afganistan deneyimi, bugün Asya Çağı öncülerine neyi anlatır? Uzun ve kanlı bir süreçten sonra gelen mazlumun büyük zaferi acaba düşünen aydınlara, düş kuran şairlere, ressamlara, müzisyenlere, kalem gücüne sahip edebiyatçılara ne söyler? Afganistan’da, yarım yüzyıla yakın bir tarihsel dönemde yaşanan somut insanlık dramı, henüz tam olarak bir araya toplanamamış bu “kanlı canlı veriler”, bu hesapsız zulmün tutanakları, çok görmüş geçirmiş coğrafyanın dağlarına taşlarına acaba neyi fısıldayıp durmaktadır?

21. yüzyılda emperyalizmin en acımasızına hedef olmuş bu milyonlarca masum erkeğin, kadının, çocuğun suskun çığlıkları, onların içlerine gömdükleri onurlu acıları, insanlığın kurtarıcı yüzyılı Asya Çağına yansıyan ve her biri birer yol açıcı, ruh kılavuzu olacak destanları bir aydının yüreğinde, bir şairin vicdanında neyi ateşler?

Aydınların, sanatçıların, edebiyatçıların, başta dünya şairlerinin böyle bir çabası var mı? Kafaları karıştıran, yürekleri bunaltan bir aldanış rüzgârı estiriliyor hasta düşürülmüş ruhlarda? ABD’nin psikolojik savaş makinelerinin ürettiği ruhları çürüten, insanın özünü boşaltan, insanlığı çürüten bir rüzgâr bu.

ASYA KARDEŞLİĞİNİN ZORUNLULUĞU

Ben de burada, ezilen insanın ruhuyla, yaralı bedeniyle tutuşan, acımasızca kaynatılan insanlık kazanının gerçekliğini, “çevre yanıyla” kavramak istemeyenler için değil, ama kafasını kuramsal satırların manyetik alanından kurtaramayan “iyi niyetçiler” için bir çift söz etmekle yükümlüyüm. Bu tarihsel dönemde, bu tarihsel görevi herhangi bir Asya Çağı Şairi olarak kendi üzerimde hissediyorum.

Vurdumduymazları mahkûm eden, uyuyanları dürten, yanlış gidenleri uyaran, doğru yoldakileri yüreklendiren, insanlığın bütün ahlakını getirip 21. yüzyılın eşiğine yığan bir “Zor” etmenidir sözünü ettiğim. Yeter ki bilginin, sanat gücünün taşıyıcıları iyiliğin Zorunu harekete geçirecek Asya kardeşliğini başarabilsin.

Afganistan’da kazanılan büyük zaferde bozkır insanının direngenliği, onuruna düşkünlüğü, gözü pek, başı dik yaşama karakteri ile buluşan Müslümanlığın temel erdemlerinin payını görmezlikten gelebilir miyiz?

Ayrıca, Batıcı çevrelerin emperyalizm adına yarattığı düşmanlaştırılmış “Müslüman” imgesini bozmak, 2 milyar Müslüman’ı emperyalizmin psikolojik savaş bombardımanından kurtarmak bugünün aydınlarının, sanatçılarının, şairlerinin işi değil mi?

Yanlış algıları kırmak, sapı samandan ayırmak, bunun sağlanması için ihtiyaç duyulan sanat cephesini devreye sokmak kimin işi? Başta sanatçıların değil mi? Sanatçıların aklı bu yönde çalışıyor mu, gönülleri hazır mı?

DESTANIN KUTSALSÜTÜNE KATILAN ZEHİR

Nesnel gerçekliğin ötesinde, Afganlıyı paylayan, aşağılayan gazete sütunlarından tutun, günlük çarşı-pazar nutuklarına kadar yaşamın içine sızdırılan bu zehrin deposu nerede? “Tertip komitelerinin” emrindeki o yalan zehriyle dolu deponun boyutlarının “sağlı sollu” Türk basın ve yayınını, akademilerini, siyasetini, kültürünü, sanatını, kısaca Türkiye’nin bilgi ve haber kaynaklarını kapladığını biliyoruz.

Mazlum Afgan halkının kendi öz birikimiyle yaratabildiği direniş örgütü Taliban’ı küçüksemekle nereye varılabilir? Bozkırın mertlik, yiğitlik kurallarıyla yaşayan Afgan halkının kazandığı bu büyük zaferi, henüz namluların dumanı tüterken, “İlericilik-Gericilik” düzleminde ele alan bir yazar, bu hareket halindeki zeminde, kendi kurduğu cümleyi hangi yüklemle, hangi özneyle hakikat temelinde sürdürebilir?

Gerçekleşen büyük trajediyi anlamak için, azcık eğilip yaşanan “hercümerç” içinde dirilene bakmadan, Afganistan toprağından yayılan gururlu iniltiye, acılı göğüs geçirişe bir an kulak kabartmadan gerçeğe ulaşabilir mi? Bir çırpıda “Amerika kendi çekildi!” sloganıyla zalimin “utancını” ve daha da önemlisi “suçüstü” halini örttüklerinin ayırtında değiller mi acaba? Böyle yapmakla dağlarda, köylerde, şehirlerde kanla barutla yazılan bozkır destanının kutsal sütüne zehir akıtmış oluyorlar mı?

GERÇEKLİĞİN MOLEKÜLLERİ YERİNDE DURAMIYOR

Eğer “Bir nehirde iki kere yıkanılmaz” ise, her kuram yeni bir pratiğin ürünü ise, buyurun hep beraber Afganistan pratiğinin kuramını Hegel’lerin, Marks’ların, Engels’lerin, Lenin’lerin “şefaatine” havale etmeden, onların birikimini de yanımıza alarak biz kendi basit zekâmızla sabahın aydınlığında, ışığın en parlak vurduğu eylem masasında yeniden ve taptaze oluşturamaz mıyız? Bu çağ bizim çağımız, bu görev de bizim namus görevimiz değil mi?

Peki, zalimin değirmenine su taşıyan bu tarihsel “hor görüyü”, bu haksızlığı nasıl sineye çekebiliriz, nasıl kabul edebiliriz? İnsanlığın yaşadığı ve her biri kendine özgü, her biri iki parmak izi kadar farklı mücadele deneyimleri, Asya ufkunu kaplayan acı tablolar, toplumun öncüsü aydınlara, sanatçılara, edebiyatçılara, şairlere neleri tembihledi, neleri öğütledi, hiç düşündük mü?

Bu zahmete katlanmadan, gerçeğe nasıl değer biçecek, olup biteni nasıl anlayacağız? Hakikate sahip olmak için geçmişin mirası Kuramlara verdiğimiz değer kadar, göz önünde yaşanan gerçeğin neden ve sonuçlarına tarihi materyalizmin ışığında bakıp, gözlemleyip önem vermeyecek miyiz? Salt deneyler aktaran, yön gösteren kurama saplanarak gerçeğin yegâne yolunu kavrayabilir miyiz? Her yeni durum yeniden bir kuramsal durum ortaya koymaz mı?

ASYA ÇAĞI DEVRİMLERİNİN EYLEM KILAVUZU YAZILIYOR

Silahla ve her türlü baskıyla ezilen insanın, katlanılamaz acısını içine gömüşündeki o gizil gücü merak ettik mi hiç? Bedeninin dayanma gücünü aşan kıyımlara karşı mağrur duruşunun ve günü geldiği an şahlanışının kaynağında uyuyan, bağışıklık sistemindeki büyüyü anlayabildik mi?

O kaynakta birbirini mayalayan İslam kültürünün erdem birikiminin rolünü hesap ettik mi? Halkın inanç sisteminden kazanılan payı niçin teslim etmiyoruz? Bugünkü aydının, sanatçının acil görevi, zafere damga vuran manevi gücün gizil payını bilince çıkartıp Asya Çağı Devrimlerinin kuramsal birliğini inşa etmektir. Bunu başarabilmek için Acının yüzünden yansıyan Kuramın gücüne gereksinim vardır.