Afrika’da İsrail-Hizbullah (Lübnan) savaşı (1)

Lübnan nüfusunun 4 katı Lübnanlı özellikle Arap Körfez ülkeleri, Güney Amerika ve Afrika’da yaşıyor. Kudüs (Filistin) gibi Beyrut (Lübnan) da Suriye’ye (Şam) bağlı coğrafyasının vilayeti idi.  Lübnan nüfusunun çoğunluğu Hristiyan ve bu nüfusun büyük parçası Marunî idi. Hristiyan Marunî mezhebinin kurucusu Mar Marun (Arapçası sayın, seyit, bilge, rehber, öğretmen demek) aslen Antakyalıdır. Bizdeki Sünni-Şii-Alevi mezhepleri arasındaki teolojik ve siyasi rekabet ve çatışmanın şiddet ve teröre dönüşmesi misali Vatikan merkezli Garbın (Batının) Latin Katolik kilisesi ile Antakya-Kudüs merkezli Şarkın (Doğunun) Ortodoks Kilisesi arasında ölümcül bir mücadele vardı. Latin Katolik ve ondan kopan Protestan mezhebi arasında onlarca yıl süren ve on binlerce insanın vahşice katledildiği din savaşları da yaşandı.

MAR MARUN VE MARUNÎ YURDU

Batının Latin Katolik mezhebine mensup  ‘haçlı’ barbarlar yaktıkları cami ve katlettikleri Müslüman sayısı kadar Ortodoks mezhebine mensup olan kiliseleri tahrip ve talan etiler, tebaasını kılıçtan geçirdiler. Papazlarını Antakya şehrinin ana giriş kapısına tersyüz çarmıha gerdiler. Mar Marun o tarihte büyük bir Hristiyan nüfus ihtiva eden Suriye şehri Humus’a kaçırılır. Kutsal ve Hac mekânı olarak kabul edilen Antakya Kilisesi temsilcisi olan Mar Marun Suriye ve Lübnan’da saygın bir yere sahipti. Humus’ta vefat eder, daha sonra Lübnan’a götürülür. Batılı barbar Haçlıların zulmünden Suriye ve Lübnan dağlarını mesken edinirler. ‘Dağlara gel dağlara seni saklar vermez ele’ türküsündeki mana gibi dağlar Marunîlerin yurdu olur. Açlık, sefalet ve zulüm sebebi ile ‘daha iyi koşullara ve imkânlara sahip olabilmek’ gayesiyle birçok Marunî din adamı ve mürit Haçlıların Lübnan, Suriye ve Antakya’ya inşa ettikleri Latin idaresinin mezhebi olan Katolik itikadına teslim olur. Antakya ve Kudüs yerine Vatikan ve Papa kıymete biner.

NAPOLYON VE MARUNÎLER

Lübnan Marunîleri ile Fransa arasında kurulan güçlü bağların temeli kendisini ‘Osmanlı Sultanın Dostu, Mısır ve Suriyelilerin Koruyucusu, İslam’ın Hayranı’ olarak propaganda eden Napolyon Bonapart’ın 1798’de Mısır’a ardından Suriye-Lübnan’a yaptığı sefer sonrasında atılmıştır. Lübnan dağlarında ciddi bir sefalet içinde yaşayan Ortodoks Marunîlerin topyekûn Fransız Katolik kilisesi üzerinden Vatikan-Papa’ya bağlanması bu dönem sonrasıdır. Fransa’nın Marunîlere ve çocuklarına sağlayacakları daha iyi hayat koşulları, Fransa’da veya Lübnan’a tesis edeceği eğitim kurumlarında eğitim imkanları, Fransa vatandaşlığı bu dönüşümü hızlandıran teşvik edici faktörlerdi. O tarihten itibaren Lübnan Marunî Katolikleri ile Fransa arasındaki muhabbet ve işbirliği pekişir.

Bugün bile özellikle Fransa, ABD ve İsrail ile güçlü bağlarını devam ettiren Katolik Marunîlerin Lübnan mali krizinden ve ablukalarından muaf tutulmakta, ticaretleri ve para transferleri zarar görmesin diye ABD ve Fransa tarafından özel bir muamele görmektedir.

Burada dikkat çekmemiz gereken husus şudur ki, bu ilişkiyi kabul etmeyen, Hizbullah ile ittifak kuran, Esad’ı destekleyen, İsrail karşıtı, Frankofon yerine Arabi tercihi yapan Marunî Katoliklerin sayısı en az birinci gruptakiler kadardır.      

FRANSA VE KAVALALI

Fransa, Mısır’ı Osmanlı adına idare eden Kavalalı olarak bilinen Mehmet Ali Paşa ile kurduğu iyi ilişkiler sayesinde Mısır’da ciddi bir nüfus teşkil eden ‘Kapti’ mezhebi Kilisesi mensuplarıyla da benzer bir münasebet yaşamıştır. Bu mahalli topluluklar veya mezhepler Fransa’nın varlığı ve çıkarları için gözü, kulağı, burnu olmuşlardır. Mısır ile Osmanlı arasında kopan ipler sonucunda Mehmet Ali Paşa imparatorluğun birçok yerinde içsel ve dışsal sebepler yüzünden patlak veren toplumsal isyanları bastırmada aciz kalan Sultan II.Mahmut idaresindeki Osmanlı varlığı ve idaresine Mısır, Şam (Suriye-Lübnan) ve Anadolu’nun Toros Dağlarına kadar olan bölüm Sultan’ın iradesi dışında kalır. II.Mahmut İngiltere, Rusya ve Avusturya’yı yardıma çağırır. Bu yardımın sonuçları Osmanlı için felaket olur.

OSMANLI VE MARUNÎLER

O tarihten sonra, Sultan Abdülhamit “denge politikası ve devletleri birbirine karşı kullanma, aralarındaki rekabetten istifade etme” gibi günümüzde Erdoğan hükümetinin örnek aldığı taktiklerle imparatorluğun ömrünü uzatma kabiliyeti göstermiş olsa da nihayetinde baş aşağı çöküntüyü durduramamıştır.

1861’de Osmanlı devleti başını Fransa, İngiltere ve Avusturya’nın başını çektiği Batı blokunun dayatmasıyla Lübnan Dağı Sancağı adıyla (Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı veya Cebel-i Lübnan Sancağı) özerk bir yönetimi tanımaya mecbur edilir. Marunîlerin idaresinde kurulan bu idare Osmanlının 1861’de aldığı karar ile sarsılır. O tarihe kadar askerlik görevinden muaf tutulan, bunu zimmet ücreti ile telafi eden (parayla askerlikten muaf olma) Hristiyanlar bu kararın ardından çocuklarını Osmanlı asker ocaklarına teslim etmek yerine onları Fransa’ya, Güney Amerika’ya ve özellikle bugün Fransa ve Batı Emperyalizmine karşı isyan halinde olan Batı Afrika’ya gönderir.

Devam edecek…