Afşar Timuçin ve Ferit Edgü’nün ardından
Türk sanat ve düşün alanında iki önemli kayıp! Ferid Edgü ve Afşar Timuçin… İkisi de artlarında çok anlamlı izler bıraktılar.
Zenginleştirdiler.
Birbirlerine benzerler miydi…
Hiç düşünmedim.
Oysa garip biçimde ortak özellikleri vardı.
Üretken ve çalışkan.
Özgün.
Yaşama ve emeklerine karşı sorumlu.
Sessiz ve derin ve derinlikli…
İkisi için de “huysuz” denirdi.
Çünkü tavizsiz ve ilkeliydiler.
Düzene boyun eğmeyen.
İkibin’e Doğru Dergisi’nin kültür, sanat ve toplum bölümünü ve Papirüs Dergisi’ni yönetirken birlikte çalıştım. Saatlerce telefon konuşmalarımız oldu. Felsefe tartışmaları, sanat ve sanatçılar, siyaset…
İkisinin de eşleri özeldi.
İyiler birbirlerini bulunca verim artıyor.
İKİBİN’E DOĞRU YILLARI
1987’den bu yana Amerikancı 12 Eylül Darbesine karşı dişe diş mücadele verdiğimiz İkibin’e Doğru yılları.
10 Nisan 1990’da SS kararnamesi diye basın tarihine geçen 413 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname çıkmış. Aynı gün Genel Yayın Yönetmenimiz Doğu Perinçek’le ilgili tutuklama kararı çıkmış.
12 Nisan’da dergiye geldiler. Vermedik. Gıyabi tutukluma kararı çıkardılar. Derginin basıldığı Hürriyet gazetesinin matbaası gerekçesiz baskıya son verdi.
İki hafta sonra bir matbaa bulduk. Ilıcak Matbaası. Hâlâ oğullarına babalarının cesaretini anlatırım. Dokuz hafta sürdü. Ne bir dava açıldı ne soruşturma. İkibin’e Doğru, 28 Haziran 1990’da 424 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameyle İçişleri Bakanlığı tarafından yasaklandı. Oysa 27 Haziran’da İstanbul DGM, söz konusu Doğu Perinçek’in Öcalan söyleşisini “haber niteliğinde” olarak değerlendirdiği için beraat kararı vermişti.
Haklıyız ve mazlumdan yanayız. Emperyalizmin her türlü baskısını göğüslüyoruz.
SINIRIN ÖTESİ YAZARLARIMIZ
5 Ağustos 1990’da Yıl 1, Sayı 1: Haberde Sınırın Ötesi- YÜZYIL Dergisi!!
Ferit Edgü’den rica etmişim. Televizyonda gösterilecek bir film için tanıtım yazar mısınız demişim…
Deli misin dediler.
Kızar dediler.
Kabul etmez dediler.
“TV Seçmeler” sayfası da üstelik derginin 65. son sayfası.
Oysa öyle önem veriyorum ki o sayfalara. Tam dört sayfayı ayırmışız. Haftalık program ve tanıtımlar. Bir de vakit alırdı ki… ince ince oturur kendim uğraşırdım. Bütün millet seyrediyor. İyisini kötüsünü bilmek okuyucumuzun hakkı.
EFSANE VE GERÇEK YÜREĞE SIKILAN KURŞUN
Ferit Edgü’ye açtım telefonu. Söyledim. İlk önce bir durakladı. Zamanını düşündü. Tamam, dedi. Müthiş bir yazı geldi. “Yaşama Hırsı” filmi. Başlığı “Van Gogh Efsanesi, Van Gogh Gerçeği”…
Mutlaka ulaşınız ve okuyunuz… (Beni de arayabilirsiniz.)
Araya da “Hakkari’de Bir Mevsim’i” sıkıştırın. Edgü’nün oradaki öğretmenlik yıllarından kalma öyküsünden filmi.
Değer.
Şöyle diyor Edgü,
“Kafka’nın ‘Her yalnızlık insanlarla doludur’ sözünü resimlerinde çok daha önce söylemiştir Van Gogh. Ama sanki Kafka’nın bu cümlesini, daha yazılmadan düzelterek: Her yalnızlık değil, dünyaya bakan, dünyayı kavramak isteyen, kendini dünyanın dışında ve insanların üstünde görmeyen ve ölene, kendine öldürene değin dünyaya ve insanlara küsmeyen bir insanın, bir sanatçının yalnızlığı insanlarla doludur, dercesine. Ben değil, resimleri diyor bunu.”
Yazı da şöyle bitiyor:
“Eğer, bugün resimlerinin, dünya pazarlarında, bir meta durumuna düştüğünü ve (fiyat olarak) dünya rekorlarını kırdığını görseydi, ‘Ama bu bir haksızlık’ diye başkaldırırdı.
“Eğer, 11 Ağustos Cuma günü TV 2’de gösterilecek olan Yaşama Hırsı filmini görseydi Kirk Douglas’ta kendini, Anthony Quinn’de Gauguin’i tanıyamaz ve “bu hallere mi düşecektim” deyip yeniden yüreğine bir kurşun sıkardı.
“Efsane ile gerçek arasındaki ayrım belki de budur: Yüreğe sıkılan bir kurşun”
(Yeni Yüzyıl, Sayı.1, 5 Ağustos 1990) s.65).
Ferit Edgü daha sonra bizi 1993’te günlük Aydınlık çıktığı zaman da yalnız bırakmadı.
Tünel’deki çalışma yeri artık durmuyor.
Önünden geçerken bakıyorum.
TÜRKÜMÜZ BÖYLE SÖYLENMELİ
Afşar Timuçin’in 1967'de Montreal Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde lisans eğitimini, 1970'te İstanbul Üniversitesi'nde doktorasını tamamladığını, Fransızca okutmanlık yaptığını, 1974-2002 yılları arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Felsefe, Estetik, Halk Bilim, Sanat Tarihi, Halk Edebiyatı dersleri verdiğini, 1981 yılında doçent, 1992 yılında profesör olduğunu, Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü başkanlığı yaptığını bilir misiniz…
Hiç onun adını Prof. Dr.’li görmedim.
Önemli mi ki… elbette önemli… ama daha önemlisi:
Estetik, düşünce tarihi, felsefe, şiir, roman, eleştiri, çeviri, dergicilik, dergicilikte yeni yazarlara, şairlere yol açan denince anılmak, anımsanmak…
Bir ödül aldığında onu şöyle tanımlamışlar “Türk şiirinin hem yolundan, hem sözünden ve hem de şiirinden dönmeyen bağımsız şairlerinden biri olarak usulca söylediği şiirlerle ‘Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz' demeyi sürdürüyor."
Sade. Görev adamı. Görevine saygılı. İlkelerinde titiz.
İşte onun için huysuz diyorlar onlara…
HER SABAH OTOMOBİLİNİ OKŞAYAN ADAM VE AŞK
Çok değerli dostum, arkadaşım, abim, danışmanım Afşar Timuçin’le yıllarca uzun uzun dertleşirdik.
“Neden yaşadığını bilmeyen, aptallaşmış insanlar topluluğu”nun aşkı nasıl yaşadığını öyle güzel tanımlıyordu ki... Kadın-erkek birlikteliğinin öylesine kolaylıkta yaşamasını eleştiriyordu. Bu bir insan ortaklığı bile değil, bir bunalım ortaklığı. Tek kişilik yaşamlara sığışmış bencil insanların sözde birlikteliğiydi…
Çünkü onlar her sabah otomobilini okşayan, cebindeki kara plastik parçasını ikide bir cebinden çıkaran, onunla bununla konuşan, bilgiden arınmış, kabuk bilgilerle yetinen insanlardı, cebindeki kredi kartını silah gibi çeken, onun oyuncağı olduğunu bilmeyen insanlar…
İlk yayıncılık yaşamımızdan bu yana desteğini hiç eksik etmedi. Kendiliğinden bir kampanyamıza katılması beni çok duygulandırmıştı. Halden anlıyordu, halimiz birdi. Bir tek dertdaş olmak yakışmaz demiştim, örgütdaş olalım istedim, başaramadım…
Kaybı bir ileti olsun.
Şöyle bir dürtsün bizi.
Düzeltmek için daha çok çalışalım.