Ağlak rock meselesi

90’ların ortası, Çatalca... Balkanlı yazarların davetli olduğu bir edebiyat şenliğinin yemeğindeyiz.

Müşfik bir Bahar gecesi, uzun bir masa... Çeşitli Balkan lehçeleri rüzgârda birbiriyle miksleniyor.

Festivalin onur konuğu, Boşnakların baba şairi İzzet Sarayliç. Elinde şenliğin verdiği ödülle, tam karşıma oturmuş.

“Hayatımda aldığım en büyük ödül, bir Sırp faşistinin göğsümde açtığı şarapnel yarasıdır!” diyor.

Rakılar içilince, türkü faslına geçiliyor. İzzet Sarayliç kalın, tok sesiyle gür bir Boşnak türküsü patlatıyor.

Ama sıra Türklere geldiğinde, dinlerken yüzünü buruşturuyor. Gözlerinde memnuniyetsiz bir ifade.

Sonra başlıyor bizim türkülerle dalga geçmeye; yüzüne ağlamaklı bir ifade verip komik bir şekilde inleyen bir adamı canlandırarak.

Ege, Karadeniz, Doğu Anadolu... Hangi yöreden söylesek değişmiyor tepkisi. Belli ki türkülerimizi fazla “slow” buluyor.

Yıllar içinde başka yabancı arkadaşlarda da gördüm aynı tepkiyi. Türkü hayranı biri olarak üzgünüm ama gerçek bu. En isyankâr türküsünde bile efkârlı görünen bir milletiz.

Fakat konu rock gibi “ithal” bir tür olunca, işler biraz karışıyor işte. Ortaya ilginç durumlar çıkıyor.

Rock gibi “tepkisel” ve “eyvallahsız” takılmak üzere doğmuş bir müziğe ağlamaklılık pek olmuyor çünkü.

Nitekim müzik camiamızda bu “Ağlak rock” meselesi yıllardır tartışılır durur. Geçenlerde medyada ayyuka çıktı.

Mor ve Ötesi’nin solisti Harun Tekin ile Zakkum’un bateristi Cem Senyücel başladılar polemiğe. İkisi de esaslı müzisyen, malum.

Harun dostumuz diyor ki: “Rock’çu dediğin sadece aşktan sevdadan bahsetmez, başka konularda da şarkı söyler.”

Cem dostumuzun ise kendini savunmak için söylediği ilginç. “Bizim hiçbir albümümüzde ‘aşk’ kelimesi geçmiyor!”

Galiba mesele tavır meselesi. Rock’u rock yapan ele aldığı konulardan çok o konuları ifade ediş şekli.

Sonuçta bir marşı ağlamaklı şekilde söylemek mümkün olduğu gibi, bir aşk şarkısıyla isyan rüzgârları estirmek de mümkün.

Pek rock’çu sayılmazlar ama Yıldız Tilbe ve Ahmet Kaya bunu yıllarca gayet güzel yaptı mesela.

Yine de “Yandım-bittim-mahvoldum” makamını seven bir millet olduğumuz içindir ki, ağlamaklı şarkıları daha kolay benimsiyoruz.

Mağdur görünen, kader kurbanı olduğunu söyleyen, ağlayıp inleyen simaları daha çabuk basıyoruz toplumsal bağrımıza.

Sonuçta rock müzisyenine iki yol kalıyor: Harbi rock yapıp marjinal kalmayı göze almak ya da ufaktan Sezen Aksu’ya bağlamak.

İzzet Sarayliç belki hayatında hiç rock dinlememişti ama ruhen gerçek bir rock’çuydu. Şarapnel yarasıyla, dobralığıyla, delikanlılığıyla... Belki de asıl mesele burada.