‘Aidiyeti Cihetiyle’ Kılıçdaroğlu’na-(TAMAMI)

Mustafa Kemal’in sofrasına dair çok öykü anlatılır. Bunlardan biri de şöyledir; “Gazi masasında her zamanki gibi
sadece dostlarını değil, ülkenin aydınlarını sanatçılarını toplamış, sonunda sözün bittiği yere gelinmiş ki, Gazi Paşa Neyzen Tevfik’e dönerek:

“Hadi bakalım sıra sende şu neyini bir üfle de zihinlerimiz berraklaşsın” demiş. Neyzen almış neyini başlamış üflemeye. Sofrada oturan zamanın Maarif Bakanı aldırış etmeden yanındaki başka bir bakanla sohbet ediyor. Neyzen üflemeyi kesmiş ve bir kağıt peçeteye birkaç satır yazmış ve Gaziye uzatmış. Yazıda “Gazi Paşa hazretle” dedikten sonra asıl metin ilginç. Gazi okumuş gülümsemiş ve kağıdın arkasına bakın ne yazmış; “Aidiyeti cihetiyle Maarif Vekili Vasıf Çınar(1924-1929) Beyefendiye. K. Atatürk” Kağıt yerine ulaşmış.

Acaba o kağıtta Neyzen ne yazmış? İşte usta sanatçının yazdıkları:

“Sanmayın ki; ciddiyetle sarf ederim san’atımı?
Ney elimdeki suyu durmuş kuru musluk gibidir.
Bezm-i meyde sufehanın saza meftun oluşu,
nazarımda, su içen eşeğe ıslık gibidir”

Altında da o ünlü imza; Neyzen Tevfik.

Geçenlerde dostum eski CHP Genel Başkan yardımcısı Onur Öymen bir mektup göndermiş. Mektuba ekli bir de yazı var. Yazının tarihi 29 Ağustos 2011- Başlığı: “Türkiye’nin ilk sivil savaşı” Yazarı: Sezgin Tanrıkulu- Yeni CHP Genel Başkan Yardımcısı / Gazetenin adı: Radikal

Ben de o yazıyı ait olduğu kişi ve okurlarımla yorumsuz paylaşıyorum:

“Kürt meselesinde bu kez gerçekten de farklı bir döneme giriyoruz. İlk kez tamamen sivil iradeyle sorunun ‘çözümünde’ ibre şiddetten yana dönüyor. Bu durumun sonuçları eskisinden çok daha farklı ve ağır olabilir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “bıçak kemiğe dayandı” ve “sözün bittiği yer” diyerek resmen başlattığı "Şahinlik açılımı", Kürt sorunu ve Türkiye’nin insan hakları sicili açısından ne anlama geliyor?

Her şeyden önce Türkiye, bu sözlerle ilk ‘sivil savaşına’ girişiyor. İlk kez, askeri vesayetin baskısıyla veya yönlendirmesiyle değil, tamamen sivil iradeyle savaş kararı veriliyor. Bu yeni strateji, dağda şahin, ovada güvercin gibi bir yaklaşımla kamuoyuna duyurulsa da, sadece şiddete, bastırmaya, tecrite yönelik tedbirler içeriyor. Valilerin, jandarma ile polis birliklerini sevk ve idare etmesi, özel harekatçı polislerin Hakkari, Şırnak, Diyarbakır gibi illerde ve çevresinde acilen konuşlandırılmaları, sınır ötesine düzenlenmesi muhtemel kara operasyonu, PKK’nin şehir örgütlenmesi olan KCK/TM üyesi oldukları zannıyla 2009′dan bu yana aralarında belediye başkanları, belediye ve il genel meclisi başkanları, avukatlar ve politikacıların bulunduğu 2 bin kadar kişinin tutuklanmasına yol açan operasyonların devamı, yeni stratejinin kamuoyuna yansıyan adımları.
Stratejinin kilit noktasında, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “sözün bittiği yer” sözleriyle Türkiye ilk ‘sivil savaşına' girişiyor. İlk kez, askeri vesayetin baskısıyla değil, tamamen sivil iradeyle ‘savaş' karan veriliyor.

Başbakan Nisan sonunda Muş’ta yapılan AKP mitingindeki şu sözleriyle tavrını açıkça ortaya koymuştu: “Artık Kürt sorunu yok, artık benim Kürt kardeşlerimin sorunu var.” Kürt sorunu AKP iktidarı tarafından salt silahlı örgüt ile olan çatışmadan ibaretmiş gibi algılanıyor ve sadece bir 'PKK sorunu'na dönüştürülüyordu.

9 yıldır tek başına iktidar olan AKP için, ülkenin hak ve hukuk ile ilgili temel meselelerine kalıcı çözüm bulmama, daimi bir ‘politikasızlık’ hali, bugün hâlâ çatışmaların sürmesine yol açıyor. Askeri vesayete son verdiğini iddia eden bir iktidarın, tamamen güvenlik eksenli bir yaklaşımla Kürt meselesini ‘çözmeye’ kalkmasının etkileri ise uzun vadeli ve sarsıcı olacaktır. Soruna 30 yıldır hiçbir olumlu etkide bulunmayan güvenlik odaklı tedbirler, meselenin daha fazla karmaşıklaşmasına yol açacaktır.

Öte yandan, sivil irade ile ‘çatışma’, ‘baskı’ ve ‘şiddet’ yollarının bilinçli olarak seçilmesi, toplum içinde kutuplaşmayı daha da artıracaktır. Şunu göz ardı etmemek gerek: Türkiye’deki Kürtler çok farklı kesimlerden oluşan bir grup olsalar da, yeni teknolojinin sunduğu olanaklarla toplumun bütününden farklı bir kamuoyu, kendilerine özgü bir gündem oluşturmaya başladılar bile. İktidarın ‘savaşçı’ politikaları, yaygın medyanın çatışman bir dili benimsemesi, Kürt kimlikli Türkiye vatandaşlarının kendilerini ‘evde’ hissetmemesine, toplum genelinde ayrıştırılmış oldukları duygularının güçlenmesine, ‘çözümün imkansızlığına’ yönelik inançlarının pekişmesine neden olacaktır. Bu seferki hataların tamiri 90′lardan çok daha zor olur. Askeri vesayet döneminde Kürt sorunu sivilleşmeyle çözülecek diye düşünülüyordu. AKP'ye geçen sivil iradenin siyasetin kurumları ile mutabakat arayışına girmeden bu hayal kırıklığını yaratması, üstelik de bunu seçimde elde ettiği “başarı”dan hemen sonra yapması, umutları kırar. Unutulmaması gerek ki, umudu kaybedince geriye de fazla bir şey kalmıyor.”

Buyrun! size Genel Başkanı ve eşbaşkanı