Akıl ve bilim-(TAMAMI)

Sığ bir toplum kolay güdülür. Toplumu gütmekten yarar umanların, sığlık üreten bir eğitime yönelmeleri doğaldır. İnsan gücünü en önemli kamu değeri olarak gören bir yaklaşım ise, eğitimi, toplumu derinleştirmenin bir aracı olarak kullanır.

Karmaşalardan kavramlara geçiş

Düşüncenin gelişmesinde önemli bir kırılma noktası, “karmaşalarla düşünme”den “kavramlarla düşünme”ye geçiştir. Karmaşalarla düşünme, şeyler ve kavramlar arasında gelişigüzel ilişkiler kurar. Merkezinde nedensellik ilişkisinin yer aldığı bir mantık kurgusundan ve bütünsellikten yoksundur. Bu aşamada kavramların zihinde varoluş biçimi kendiliğindendir. Kavramlar konuşma içinde doğru kullanılsa da zihin kavramlar karşısında edilgindir.

Karmaşalarla düşünmeden kavramlarla düşünmeye geçiş, zihni kavramların efendisi haline getirme sürecidir. Bu süreçte kavramlar dünyayı anlamada zihnin etkin aletleri haline gelir. Bu, akıldır.

Tek başına akıl yetmez

Tek başına akıl, dünyayı doğru anlamaya yetmez. Çünkü gerçeklikle ilişkisi koparılmış kavramlar aklın oyuncaklarına dönüşür. Aklı gerçek dünyadan uzaklaştırıp sanal bir dünyaya hapsettiniz mi, akıl dünyayı anlama ve dönüştürme gücünden yoksun kalır. Onun için aklın yanına bilim gerekir. Atatürk’ün manevi mirası olarak “akıl ve bilimi” bırakmış olması bu nedenledir.

Toplumu sığlaştırmanın yolu

Toplumu sığlaştırmanın yolu, onu “karmaşalarla düşünme”aşamasında ve bilimden uzak tutmaktır. Milli eğitim sistemimizin son otuz yıldır uğramakta olduğu saldırılar iki yönlüdür. Biri, açık saldırıdır. Bu yıkım girişimi, “vatanı uğrunda ölmeye değecek bir değer” olarak sunmanın, insanın yaşama hakkını tehlikeye attığı için ağır bir “insan hakları ihlali” olduğunu ileri süren neo-liberal saldırıdan, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin yasaklanmasına kadar uzanır.

Diğeri ise daha sinsi ve toplumu içinden çökertmeye yönelik bir saldırıdır. İster eğitimi bir kamu değeri olmaktan çıkarıp kişiler arası bir alışverişin konusu yapan ve dolayısıyla “müşteri istediği malı satın alır” formülü uyarınca geliştirilmiş “öğrenci-odaklı” eğitim olsun, ister internet ortamının sığlığını bütün topluma yaymayı hedefleyen eğitim paketleri olsun, isterse “dindar bir nesil yetiştirme”nin aracı olarak gündeme getirilen 4+4+4 olsun, hepsinin ortak amacı, aklı ve bilimi sınırlamaktır.

“Yaygın eğitim”in aklı

İnsanları “karmaşalarla düşünme” aşamasında tutma amacı, sadece örgün eğitime özgü değildir. Özellikle görsel medya aracılığıyla bütün topluma verilen “yaygın eğitim” de bu yöndedir. Asker deyince aklına koşullu refleks olarak darbe gelen; seçimle değil, “Osmanlı Ordusu’nun bazı eski paşalarının önderliğindeki savaşla kazanıldı” diye Kurtuluş Savaşı’nı “saltanata karşı darbe” olarak niteleyen; atanmışların değil seçilmişlerin yönetiminde diye dünün ve bugünün emperyalist işgal ordularını aklayan; Fransız Devrimi’nde, “devrim yapılacağına sandık konsaydı onlar çıkardı” diye XVI. Louis ve Marie Antoinette’in safında yer alan akıl, bilimden uzak olmanın ötesinde, henüz “kavramlarla düşünme” düzeyine ulaşamamış olan akıldır.

Toplumsal aklın derinliği

Tarih boyunca bütün uygarlıklar, yükselme dönemlerinde, aklı özgürleştirmiş ve önlerinde kurulacak bir gelecek olduğu için gerçekliğe yöneltmişlerdir. Ömrünü doldurmuş ve bir gelecek tasarısı kalmamış sistemler de aklın önüne set çekmiş ve onu gerçeklik dışı sanal dünyalara hapsetmeye çalışmışlardır.

Demokrasinin şaşmaz ölçütü toplumsal aklın derinliğidir. 150 yıldır devrim bayrağını yüksekte tutmuş olan ülkemizde, kimsenin gücü milletin tarihten gelen derinliğini yok etmeye yetmez. Sığlaştırmaya çalıştığı sularda karaya oturacak olan karşı-devrimin gemisidir.