AKP erirken...

Dört eski bakan hakkında salı günü başlayıp çarşamba sabahının ilk saatlerine kadar süren Yüce Divan oylaması beklendiği şekilde bakanların ŞİMDİLİK lehlerine sonuçlandı.

Bu elbette kamu vicdanında bir aklanma değil, “Biz gidersek sen de gidersin” tehditleriyle elde edilen bir oylama aklamasıdır!

Artık AKP bagajında bu şaibeyi taşımak zorundadır. Bu muhalefet için çok büyük bir avantajdır.

Ancak bu avantajı iyi kullanmak gerekiyor.

Muhalefet, bundan sonraki seçim mücadelesini sadece AKP’nin sırtındaki bu kambura yöneltirse gene hüsrana uğrar.

Salı günü elime Kadir Has Üniversitesi Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırmasının özeti geçti.

Değerlendirmeler 2011-2014 yıllarını kapsıyor.

Burada en çarpıcı değerlendirme 2013 yılında yolsuzluk %14.2 gibi yüksek  bir oran ile öne çıkarken 2014 yılında yolsuzluk %0.7’ye gerilemiştir.

Ama işsizlik 2011’den 2014 yılı dahil birbirlerine çok yakın oranlarda ülkenin en büyük sorunu olarak görülmektedir.

Terör, yıllara göre dalgalanmalar gösterse de ülkenin ikinci büyük sorunu olarak görülmektedir.

Bunun da hemen altında “Ekonomik Kriz” yer almaktadır.

Muhalefet tarafından sağlıklı bir değerlendirme yapılırsa bu ilk 3 konunun gündemde tutulması, bunlara çözüm önerileri geliştirmek gerekmektedir.

AKP’nin kurmayları, muhalefetin ülkenin gerçek gündemini yakalayamadığı gerçeğini iyi değerlendirip, gündemi işsizlik, terör ve ekonomik kriz konularından uzaklaştırıp, halkın %3.6 lık bir bölümünün sorun olarak algıladığı paralel yapı üstüne kuruyorlar.

Muhalefet de bu sözde gündemin peşine takılıp sürükleniyor.

Tabii o zaman bütün olumsuzluklara rağmen AKP hala birinci parti konumunu koruyor.

  Muhalefet halkın sorunlarına çözüm önerileri geliştiremezse halkta umut yaratamaz, o zaman da iktidar alternatifi olamaz.

Eğer bir ülkede seçmenin yüzde 10.6’sı “Oy kullanmayacağım” diyorsa bu bizim ülkemiz için çok vahim bir durumdur.

“Oy kullanmayacağım” diyenlerin oranı 2 muhalefet partisinin kararsızlar dağıtılmadan evvelki oy oranına eşit çıkıyorsa demokrasi için çanlar çalıyor demektir.

Halka rağmen siyaset yapılmaz. Demokrasilerde siyasetçinin görevi, halkın sorun olarak algıladığı konulara çözüm üretmektir.

Türk halkının büyük bir kesimi, dış politikada tam bağımsızlığı savunuyorsa, ABD’nin Türkiye’nin dostu, müttefiki olduğuna inanmıyorsa siz onun gözünün içine baka baka “Biz ABD’nin yeni partneriyiz” derseniz, halk size sıcak bakmayacaktır.

Halkın yüzde 14’ü kendisini 5 etnik gruptan birisine aidiyetle tarif ederken siz kalkar da etnik köken siyaseti yaparsanız, halk size çarpık bakar.

Mütedeyyinlerden oy alacağım diye, her salı grup toplantılarında cuma hutbesi kıvamında konuşarsanız yanlış yaparsınız.

Unutmayın Kurtuluş Savaşı sırasında, o savaşı verenler halife tarafından dinsizlikle suçlanmışlardı. Ama Anadolu halkı buna hiç yüz vermedi, hakiki dindar ile sahtesini ayırmıştı. Bugün de ayırır.

O nedenle siz iktidar partisinin oyununa gelip din bezirganlığı yapmayın.

Eğer bir muhalefet partisi ve onun genel başkanı yüzde 70’lere varan oranlarda başarısız bulunuyorsa, bu sadece yakın çalışma arkadaşlarının başarısızlığı olarak algılanamaz, algılanmamalıdır.

Hele bu başarısız bulanların oranı her yıl artarak yükseliyorsa genel başkanların ciddi olarak konumlarını düşünmeleri gerekir.

Demokrasilerde alternatif olabilecek muhalefet yoksa demokrasi daima tehlikeye girer.

Avrupa’da demokrasinin yerleşmiş olmasının nedeni lider kadroların başarısız olmaları durumunda kendiliğinden çekilmeleridir.

Avrupa’da partiye oy veren kitleler ile parti, üye yapısı, yönetim kadroları benzerlik  gösterir.

Ülkenin bir felakete sürüklenmeden ciddi bir muhalefete ihtiyacı vardır.

Öncelikle gelinen noktada bir genel başkandan öte, inandırıcı, halka güven veren, kitleleri peşinden sürükleyen  bir lidere ihtiyacı var.

AKP erirken onun yerine geçebilecek, halka umut verebilecek bir muhalefet boşluğu vardır.

İşte Türkiye bugün bunun sıkıntısını yaşıyor.