AKP tarikatı Dimyat’a giderken... (4) -(TAMAMI)

Mevlânâ’dan pek hoşlanmam ama bugün işim düştü. Kendisinden “huy” izlekli iki öykü aktaracağım. Bu yaptığım işe uygun bir Mevlânâ öyküsü vardır mutlaka.

***

Bir gün Mevlânâ hazretlerine kötü huylu ve kötü tabiatlı kimselerden soruldu. Bunun üzerine şu ibretli olayı anlattı: “Bir gün bir akrep bir ırmağın kenarında dolaşıyordu. Bir kaplumbağa akrebin yanına gelip ona; “Burada ne yapıyorsun?” dedi. Akrep; “Ben ırmağın öte yanına geçmek için bir çare arıyorum. Çünkü benim bütün yavrularım ırmağın öte yanındadır” diye söyledi. Kaplumbağa da iyi yürekli ve yardımsever olduğu için onu en yakın bir akrabasıymış gibi sırtına alıp su üzerinde yüzmeye başladı. Irmağın ortasına gelince akrebin sokmak arzusu uyandı. Kaplumbağanın sırtında iğnesini dokundurdu. Kaplumbağa; “Ne yapıyorsun?” diye sordu. Akrep; “Hünerimi gösteriyorum. Sen bana iyilik edip yarama merhem oldun. Ben de sana iğnemi sokuyorum. Benim göstereceğim şefkat de ancak budur” dedi. Bunun üzerine kaplumbağa hemen suya daldı. Akrep de boğulup gitti.” Mevlânâ hazretleri bundan sonra şu beytleri okudu: “Câhil, yakınlık gösterse de sonunda câhilliğinden ötürü seni incitir.” Sonra da; “Ahmağın sevgisi, ayının sevgisine benzer. Onun kini sevgi, sevgisi kindir. Haydi kötü nefsi öldürün. Bu hususta ihmal göstermeyin. Onu diri bırakmayın. Çünkü o akreptir” buyurdular.

***

Aynı konuda bir başka öykü vardır: Akrep ile kurbağa arasında geçer. Akrep bu kez kurbağanın sırtına biner ve onu derenin ortasında sokar. Bunun üzerine iyi yürekli kurbağa konuşur:

“Ne yaptın akrep kardeş? Hem kalleş hem döneksin. Ama sen de benimle öleceksin.”

“Ne yapayım kurbağa, kötüler hep aldatır. Hem sen işitmedin mi? Huy canın altındadır.”

***

Fazilet Partisi kapatılıp ardından AKP kurulunca, hemen don (renk anlamında) ve ağız değiştirdiler. “Vallabilla, biz hepten demirkırat olduk bir anda; Allah’ın hikmeti, bir anda Cumhuriyet’in faziletini öğrendik, iki gözüm önüme aksın (“anam avradım olsun” anlamında) bir daha oyunbozanlık etmeyeceğiz” diye hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Memlekette pek az kaplumbağa ve bol miktarda kurbağa olduğu için, AKP akrebi kurbağanın sırtına bindi.

“Milli Görüş gömleğini çıkardık, artık süzme demokratız, ah ah eşek kafamız (bunu demediler), artık tövbeler olsun!” deyu eyittiler.

Başta ben, evet başta ben (yazılarım meydanda) “Yahu Milli Görüş gömlek değil, deridir” dedikse de, şimdi namus kurtarmak için diz dövüp, nasıl tahmin edebilirdik!” diye ağlaşan budalalar ile merkez medyanın sukabağı duayiyenlerini (!) inandıramadık.

***

İşte o dönümde Anayasa’nın 174. maddesinin koruması altında olan devrim yasaları üzerine, Öğrenim Birliği Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) üzerine, imam-hatip okullarının tehlikesi üzerine, toplumun İslamileştirilmesi projesi üzerine yazılar yazmaya başladım. Bildiğiniz gibi bu türden yazılarım 1980’lerin ortasına gider.

Demokrat olmak başka, demokrat görünmek başka!

Medya denen kırk haremiler çetesi, özellikle 12 Eylül’den sonra, demokrat görünmek için, cumhuriyeti, devrimlerini, kurum ve kuruluşlarını savunmak bir yana temellerini dinamitlemiştir. Laikliğin ne anlama geldiğini anlamadığı için, birkaç lafebesinin peşine takılıp, laik düzeni savunanlara “laikçi” demek gaflet ve alçaklığını göstermiştir.

Kuruluşundan itibaren Mısırlı Müslüman Kardeşler’in strateji ve taktiklerini uygulayan AKP tarikatının “Türban” dayatmasının demokratik vicdan özgürlüğü bağlamına girdiğini sanmış ve “demokrat görünmek için” kolu sıvamıştır.

AKP’nin demokratik etik ve ahlaka sığmayan aynî (ekmek, un, bulgur, yağ, buzdolabı, çamaşır makinesi vb.) yardımlarını, sosyal devletin işleri olarak göklere çıkarmış ve CHP’ye dönerek “Tembel teneke, koca kafa, AKP’yi örnek al da sınıfta çakma!” demiştir.

Basının ve müflis solcuların alçaklık ve ihanetleri saymakla bitmez.

Hürriyet gazetesini yönetenler, devrim yasalarını savunmamı Kemalist inadı ve cumhuriyetçi budalalığı sanmış; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu savunmamı “eski öğretmenliğim”e bağlamış ve imam-hatip okullarının tehlikesini ısrarla vurgulamamın AKP tarafını çılgına çevirmesini, İHL mezunu “Be-

yefendi”yi üzmesine vermiştir.

Takke düştü kel göründü

Evet, artık, 2013 yılında takke düştü ve kel göründü. Hem AKP’nin hem medya denen “Sodom ve Gomorre”nin keli.

Gazetelerden bir haber: “Dışişleri Bakanlığı Teşkilat Kanunu’nda yapılması kabul edilen değişiklikler hakkında 8 eski Dışişleri Bakanı ve 144 emekli Büyükelçi TBMM kapanmadan çıkarılan torba yasa ile meslek memuru olmayanların bakanlıkta üst düzey yönetici olmalarına olanak sağlanmasına karşı çıktılar. Kamuoyunda ‘İmam büyükelçi dönemi başlıyor’ şeklinde yorumlanan yasa ile ilgili olarak Bakanlar ve büyükelçiler ortak bir bildiri yayınladılar. Yayınlanan bildiride, ‘Yapılması öngörülen değişiklik, Cumhuriyetin en önemli ve köklü kurumlarından birisi olan Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal yapısını tahrip edecek niteliktedir’ denildi.”

Geçmiş ola ağam!

Kambersiz düğün olur mu, AKP düzeninin hacivat savunucusu Baskın Oran da uykudan uyanmış, “Belli ki, bu noktaya geliş, uzun zamandır sabırla yürütülen bir master planın final aşaması. İstediği adamı, mesela bir yandaş gazeteciyi iki aylığına büyükelçi tayin eder, sonra getirip TC Dışişleri müsteşarı yapar” (Radikal, 21.07.13) buyuruyor.

***

Demek öyle!

İmam-Başbakan olabilir, imam-bakan, imam-vali, imam-kaymakam, imam-emniyet müdürü, imam-öğretmen, imam-savcı, imam-yargıç, imam-Anayasa Mahkemesi üyesi, imam-Danıştay üyesi olabilir, ama imam-büyü-

kelçi olamaz.

Topunuzun canı cehenneme!

NOTA BENE:

5 Ağustos 2013: Silivri’de diploma günü!