AKP tarikatı Dimyat’a giderken...(2) -(TAMAMI)

Dünkü, Mısır Kralı Amasis ve Samos Tiranı Polykrates’le ilgili öykünün devamı söyle:

***

Mektubu okuyan Polykrates, Amasis’e hak verdi. Uzun uzun düşündükten sonra parmağındaki zümrüt mühür yüzüğü gözden çıkardı. Elli kürekli gemilerinden birine bindi, denize açıldı ve adadan iyice uzaklaştıktan sonra yüzüğü çıkardı ve gemide bulunanların gözleri önünde denize attı. Sonra evine dönüp üzüntüsünün tadını çıkarmaya koyuldu.

Bu olayın üzerinden dört-beş gün geçmişti ki bir balıkçı büyük bir balık tuttu ve bunu Polykrates’e sunmaya karar verdi; balığı saraya götürdü. Krala balığı pazara götürüp satmaya kıyamadığını söyledi. Bu sözden hoşlanan Polykrates balıkçıyı akşam yemeğine davet etti ve balığı mutfağa gönderdi. Aşçılar balığı kesip ayıklarken, karnından Polykrates’in yüzüğü çıktı. Yüzüğü Polykrates’e götürdüler. Polykrates anladı, bu işte tanrıların bir parmağı vardı; bir papirüs tomarı aldı, olan biteni yazdı ve bir ulakla Mısır’a yolladı.

***

Amasis, Polykrates’in mektubunu okudu ve anladı ki, bir insanı kaderin pençesinden kurtarmak kimsenin harcı değildir ve Polykrates’in sonu kötüye varacaktır, zira o kadar mutlu ki, kurbanları bile kendisine geri veriliyor. Samos’a bir çavuş gönderdi, dostluk antlaşmasını bozduğunu bildirdi. Böyle yaptı, çünkü Polykrates’in başına bir bela gelirse, dostluk uğruna kendisinin de başının belaya girmesini istemiyordu. (Heredot Tarihi, Üçüncü Kitap, 39-48 Bölüm, Polykrates, Samos Tyranı)

***

Bu günlerin geleceğini daha 1997 yılında hissetmiş ve Varlık dergisinde “İşgal Edilmiş Topraklar” adlı bir yazı yayımlamışım:

“Refah Partisi’nin Cumhuriyet Türkiyesini ‘İşgal edilmiş (edilecek, edilmesi gereken) toprak’ statüsünde gördüğü gün geçtikçe daha çok anlaşılıyor. Büyük-küçük Refah yöneticileri, bir sınır ötesi akından ya da sonu belli olmayan bir ayaklanmadan sonra, ele geçirdikleri kasabada zengin evlerini talan eden yağmacılara benziyorlar. Kendi aralarında, yandaşlarıyla birlikte kutladıkları ‘fetih’ törenleri bir simgesel anlam taşıyor: Örneğin İstanbul bu parti için Bizans’tan 1453 yılında alınan bir kent değil yalnızca. Bundan da öte, zapt edilmesi, işgal ve talan edilmesi gereken bir Cumhuriyet toprağı. Bu nedenle, iktidarda kaldıkları süre içinde devleti talan ettiler. Cumhuriyet’in dokunulmaz olmadığını kanıtlamaya yönelik bu talanın bilinen yüzlerce örneği var.” (Özdemir İnce, Mahşerin Üç Kitabı, Doğan Kitap, s. 360)

Birkaç sayfa sonra, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve İstanbul imamı, günümüz Başvekil hazretleri R. T. Erdoğan çıkıyor karşımıza:

“İşgal ordusu tavrını daha geniş boyutta İstanbul Belediyesi’nde görüyoruz: Belediye meclisinde çıkarttığı bir kararla, İstanbul Belediyesi başkanı tek imzayla belediyeye ait taşınmaz malları canının istediğine satma yetkisine sahip olmuştur. Temmuz 1997 tarihli Yeniyüzyıl gazetesinden öğrendiğimize göre İstanbul Belediyesi Başkanı R. T. Erdoğan, aslına uygun inşası onaylanan Laleli’deki Çobançavuş Camii arazisini tek imzayla satışa çıkarmış. Cami arazisinin bulunduğu Eminönü’nün belediye başkanı, bu uygulamaya bir anlam veremediğini söyleyerek caminin yeniden yapılmasını istemiş.” (Age. s. 364)

***

CHP’yi uyduruk cami iddialarıyla suçlayan günümüz başvekilinin bir cami arazisini tek imza ile satışa çıkardığını görüyoruz. Büyük bir olasılıkla, bu araziyi ve ve benzer taşınmazları Refah Partili yandaşlara peşkeş çekileceğini de yazmışım.

Olacak çocuk daha belediye başkanlığından belli. Olacak çocuk daha Refah Partisi il başkanı olduğu dönemden belli: “Demokrasi bugüne kadar bazen amaç bazen araç olarak görünmüştür. Hem amaç hem de araç olarak yorumlayanlar da olmuştur. Bize göre ise demokrasi ancak bir araçtır. Hangi sisteme gitmek istiyorsanız, bu düzenlerin seçiminde bir araçtır. Yani demokrasi ile düzenler gelir, düzenler gider” demiş. (Metin Sever & Cem Dizdar, İkinci Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayınları, s. 419)

Adam harbisine söylüyor. 1993 yılında, sandıktan çıkan sadece iktidara gelmez, isterse rejimi de değiştirir diyor. Yirmi yıl önce. Artık zamanın iyice geldiğini düşünerek parlamenter demokrasiye son verip başkanlık sistemini getirmek istiyor.

***

O zamandan itibaren, soyulmuş hıyarı görüp ellerinde tuzluklarla koşanlar, bir süredir salya sümük ağlamaktalar. “Biz ne yaptık, ne budalaymışız!” demiyorlar da “Aldatıldık!” diyorlar.

Gezi olaylarından sonra AKP kadrosunun ve R. T. Erdoğan’ın demokrasiyle falan ilgisi olmadığı ortaya çıkmasından çok önce, kullanılmış mendil gibi sokağa atılmışlar ve ağlaşmaya başlamışlardı. Kimisi AKP’nin ve R. T. Erdoğan’ın Kıbrıs sorununu, kimisi Ermeni sorununu, kimisi Kürt sorununu, kimisi demokratikleşmeyi çözümleyeceğini, kimisi ekonomiyi düzelteceğini sandığı için tuzlukları kapmışlardı.

Bütün bunların çözümlenmesinin önünde tek bir engel vardı; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dayak atılması gerekiyordu.

Tutuklamaların, açılan davaların, davaların görülme tarzının çağdaş hukukla bağdaşmadığını hiçbiri düşünmedi. İsterse hukuk ayaklar altına alınsın ama TSK’nın burnu sürtülsün, iktidarsızlaştırılsın ve askerin vesayeti kaldırılsındı... Nasıl olsa demokrasi istimi arkadan gelecekti. Öyle değil mi?

Bre budala sürüsü, hukuk ve demokrasiyi ayaklar altına alan kadro ve adam, bir daha meşruiyet toprağına geri döner miydi?

R. T. Erdoğan, bu andavallılar ve Avrupa Birliği sayesinde Türkiye’yi köpek terbiyecisi gibi terbiye etti. AKP ve R. T. Erdoğan, Türkiye’yi İslamcı tuzağına düşürdü ama sorunların hiçbirini çözümleyemedi ve ülkeyi tam bir kaosa soktu. Ama andavallıların hiçbiri suçun kendilerinde olduğunu itiraf etme cesaretine sahip değil. (Yazı gene bitmedi).