AKP tarikatı Dimyat’a giderken...(3) -(TAMAMI)

Sanırım, ne AKP ne de R.T. Erdoğan Türkiye’yi bu kadar kolayca ele geçireceğini düşünmüşlerdi. Kendilerine akıl almaz bir güven geldi ve küçük dağları kendilerinin yarattığını düşünmeye başladılar. Kemik kadroları olan % 15 ve yüzdeyi % 49’a tamamlayan avantacı kitle de öyle. Sadaka ekonomisinin kredi kartı tuzağına düşen müşterileri. Ama adam, şimdi, “Aklınızı başınıza toplayın yoksa icracılar kapınıza dayanır” diyor.

Tıpkı, Marx’ın Fransa’da Sınıf Mücadelesi’nde anlattığı küçük burjuvazi gibi. 1848 ihtilalinde, iktidar ve büyük burjuvazi ile işbirliği yapıp barikatın karşısındaki emekçi sınıfını bozuna uğratanlar gibi. Oysa bozguna uğrattıkları kendi müşterileriydi. Zaferin ertesi günü büyük burjuvazinin icra memurları borç tahsili için kapıya dayanmıştı bile. Etme bulma dünyası!

İşte böyle, AKP ideolojisini paylaşmayan ama komşuda pişer bize de düşer açıkgözlülüğüyle AKP’ye oy veren % 34 seçmen gibi. Hedefi masaya oturmak ve kasa anahtarına sahip olmak olan çulsuz kitle avantayı seninle paylaşır mı? Cehenneme kadar yolun var.

AKP bu işte yanılmıştı işte!... Ama henüz bilmiyordu.

***

Hiç alçakgönüllü olmaya gerek yok: Yazmasam Olmazdı ve Mahşerin Üç Kitabı adlı kitaplarımda bugünleri görüyor ve imam-hatip okulları ile devrim yasalarını koruyan anayasanın 174. maddesine dikkat çekiyordum.

11 Mayıs 2005 tarihli Vakit gazetesinin “Arşiv” sayfasının ortasında bir baştan öteki başa kocaman bir manşet: “Esas duruşa geçmeden olmaaaaz! Hürriyet’in Kemalist ve ateist solcusu Özdemir İnce: Akp örneği partiler ıslah olmadan, Cumhuriyet karşısında esas duruşa geçmeden ne imam hatip, ne de türban sorunu çözümlenir.”

Yan tarafta kocaman bir fotoğrafım ve öteki tarafta Hürriyet gazetesinin 10 Mayıs 2005 günkü sayısında yayınlanan “AKP’yi Doğru Yorumlamak” adlı yazımdan bir bölüm alıntılayarak dindarları bana karşı kışkırtıyor, beni hedef gösteriyor.

Söz konusu yazının son bölümünü aktarıyorum:

“Hürriyet Gazetesi’nde yazmaya başladığım ilk günden itibaren bıkmadan usanmadan şunu durmadan tekrarladım:

Bir ülkenin bütün partileri, o ülkenin devlet şekline ve rejiminin ilkelerine sadık olmak ve onları kabul etmek zorundadır. Dünyanın bütün uygar ve gelişmiş ülkelerinde bu böyledir. Türkiye’de bütün partiler, Türkiye’nin devlet şekli olan Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’in kurucu cevherine ve ilkelerine bağlı olmak zorundadır. Bu kesinlikle tartışılamaz. Hiçbir parti Cumhuriyet’i, kurucu cevherini ve ilkelerini kendine göre yorumlayamaz. Anasaya’nın değişmez maddelerini ve o maddelerin koruduğu Anayasa ve yasa maddelerini beğenmezlik edemez.

Fakat, ne yazık ki, son olarak AKP örneğinde olduğu gibi, Milli Görüş dergáhının ürünü olan partiler Cumhuriyet’i içlerine sindirememiş, ilkelerine saygı duymamıştır. Cumhuriyet’le sorunu olan partiler ıslah olmadan, Cumhuriyet karşısında esas duruşa geçmeden ne imam hatip, ne de türban sorunları çözümlenir.

Bu yazım, AKP’yi ve eylemlerini doğru yorumlamak isteyenlere armağan olsun!”

***

Vakit ya da Akit gazetesi en azından haftada bir kez yazılarıma çatarak beni hedef gösterirdi. Yüzlerce tehdit ve onlarca ölüm tehditi alırdım.

10 Mayıs 2005 tarihinde yayınlanan yazım baştan sona haklıdır. 1990’larda da bugünlerin tehlikesini haber veriyordum. Şimdi salya sümük ağlaşan zevat beni “laikçi”, “jakoben” ve imam-hatip okullarının hikmetini anlayamadığım için bu okullara “düşman” olmakla suçluyorlardı.

Şimdilerde “İmam-Büyükelçiler”in büyük tehlikesini haber veriyorlar. Ben daha 1994’te “imam-doktor, imam-mühendis, imam-öğretmen, imam-vali”in (Yazmasam Olmazdı, Doğan Kitap, S.195) yarattığı ve yaratacağı tehlikeden söz ediyor ve aynı yazıda olmasa bile asıl hedefin “İmam-Subay” ve “İmam-Büyükelçi” olduğunu yazıyordum. Adını verdiğim kitap bu konudaki “İmdat!” feryatlarıyla doludur.

Şimdi utanmadan “Korktuğumuza uğramakla kalmadık, tahayyül bile edemediğimiz bir noktaya geldik. Bırakın demokratikleşmeyi, artık asgari toplumsal barış tehlikede, bırakın özgür Türkiye’yi, elimizdekinden oluyoruz, bırakın geçmişle yüzleşmeyi, hesaplaşmayı, bugün olanların hesabını soramıyoruz” diye yazıyorlar.

Anam-babam, bırakın kıvırtmayı, kullanılmış mendil gibi sokağa atılmadan önce, hiçbir şeyden korkmuyordunuz.

Ben “AKP’yi Doğru Yorumlamak” başlıklı yazıyı 10 Mayıs 2013 tarihli Aydınlık’ta değil 10 Mayıs 2005 tarihli (daha öncesi de var, taaa 2000’e kadar) Hürriyet gazetesinde yayınlamıştım. Şimdi kalmış bize basın özgürlüğünden söz ediyorlar. Şu anda tutuklu bulunan bütün basın mensuplarının sorumluları AKP kadar bu köşemen yazıcılardır.

***

Türkiye’nin hâlâ haberi yok ama artık sadece basın ve medya değil aynı zamanda kitap yayıncılığı da AKP tarikatının tehditi altında. Geçenlerde Can Yayınları’nın genel müdürü Can Öz hakkında şöyle bir haber vardı. “Suskunluğunu bozmasının ardından hükümetin kendisine karşı uygulayabileceği yaptırımlara hazır olduğunu dile getiren Öz, ‘Önce senin itibarını yok ediyor, ardından hakkında yalanlar uyduruyorlar. Şirketine karşı kampanya başlatıyor, astronomik cezalar veriyorlar. Müşterilerini seni boykot etmeye çağırıyorlar... Ama ben bu bedeli ödemeye hazırım. Şunu öğrendim ki, her şeyi sessizce kabullenmeye mahkum değilmişiz’...” diyor. (Radikal, 25.06.13)

Can’ı ben doğduğu günden bu yana tanırım. Babası Erdal Öz en yakın arkadaşlarımdan biriydi. 1989-1995 tarihleri arasında Can Yayınları’nın editörüydüm.

Demek ki kuşkularımda haklıymışım: Yayınevleri artık benim kitaplarımı yayınlamaktan korkuyorlar. Doğan Kitap, İş Bankası Kültür Yayınları tükenen kitaplarımı tekrar yayınlamadılar. Eskiden kitaplarımı yayınlamak için öneride bulunan yayınevleri artık semtime uğramıyorlar. Gazetelerin kitap ekleri yayınlanan kitaplarımdan söz etmiyorlar. (Gene bitmedi. Yarın “5 Ağustos” yazısı. Devamı pazartesiye).