AKP tarikatı medreselerinde bilim -(TAMAMI)

2007 seçimlerinden önce nabız tutmak (!) için bir Orta Anadolu kentine gitmiştim. Nabız tutma seanslarından birinde, kentte acilen bir üniversite kurulmasını istediler. Komşu kentteki üniversiteye bağlı bir meslek yüksek okulu varmış ama rektörüyle, dekanıyla, şöyle tam takım üniversite istiyorlardı. İktisadi bakımdan önemliymiş. Öğrenciler gelecek, evler kiraya verilecek, alışveriş canlanacak...

İyi de bu öğrenciler hangi ortamda yaşayacaklardı? Doğru dürüst bir kütüphane yoktu kentte. Adama benzer bir kitapcı, kırtasiyeci bile yoktu. Kitapçı-Oyuncakçı karışımı iki dükkan vardı. Yabancı dilde kitap, gazete ve dergi satan bir yer yoktu. Kızlarla erkekler birlikte gezebilecek miydi?

Üniversitenin olduğu yerde sinema, tiyatro, opera, bale, konser salonu olmalıydı. Kahve, pastane, lokanta da yoktu. Sanki randevu evi sormuşum gibi yüzüme ters ters baktılar.

Dönüşte bunları gazetede yazdım. Ama Almanyalardan bile küfür yedim. Gül gibi memleketlerine iftira etmişim.

***

Söylemesi ayıp, üniversitenin de, üniversiteli kentin de ne anlama geldiğini biliyorum. Biraz da olsa Sorbonne’da bulundum. Heidelberg’i gördüm.

Dünyada üniversiteler bulundukları yeri etkilerler, Türkiye’de tam tersine, bulundukları yerden üniversiteler etkileniyor. Van’da ya da Kars’ta, Said Nursi seminerlerini kimler düzenliyor?

Kentte düzenlenen bir kongrede Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Hasan İbicioğlu, materyalizm “İnsan ekonomik hayvandır” dediği için modernizm ve materyalizme karşı çıkmış ve kendi öz değerlerimize sahip olmamızı tavsiye etmiş. (Sol, 04.05.13) Ama bilimsel öz değerlerimizin ne olduğu belli değil.

***

Yedi gün süren “Medrese Yalanları Üzerine” dizisinden sonra bu yazıyı yazmamın özel bir nedeni yok. Bir rastlantı, ama güzel bir rastlantı.

İslamcı, Cumhuriyet karşıtı üniversite öğretim elemanları adresi belli yuvalardan, adresi belli ekürilerden, adı-sanı belli hocaların yanında yetişmiş ve üniversiteye demir atmıştır. 1960’larda ocak Erzurum Üniversitesi idi. ABD’de Utah ve Princeton, İngiltere’de Exeter Üniversitesi. Bilimsel donanımın hiçbir önemi yoktur. Önemli olan bir kadronun en azından 40 yıl elde tutulması ve yeni gelecekler için sığınacak bir liman, tutunulacak bir el ve etek.

Örneğin, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Sebahattin Zaim gibi hocalarının teşviki ve sağladıkları Milli Kültür Vakfı bursu ile 1976-1978 yıllarında Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe ile birlikte İngiltere’ye gönderilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi’nde iki yıl eğitim-öğretim görmüş.

Dönüşte Sebahattin Zaim’in daveti ile Sakarya Üniversitesi’nde görev almış.

Doktara tezi, “Türkiye ile İslam Ülkeleri Arasındaki Ekonomik İlişkilerin Gelişimi” başlığını taşıyor. Tez hocası ise Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş! Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da Abdullah Gül’ün bu üniversitedeki sınıf arkadaşı.

***

Nereden nereye?

4 Mayıs 2013 tarihli SOL gazetesinde “AKP’nin Şişirdiği Akademi Patladı” başlıklı yazıyı okuyunca aklıma böyle bir yazı yazmak geldi. Aslına bakarsanız konuyu yıllardır biliyordum. Ama adamlar işi iyice azıtmışlar kendi makalelerini yayınlamak için naylon bilim dergileri kurmuşlar.

İslamcı sağın Cumhuriyet üniversitelerini içerden yozlaştırmak dışında bir de kendi paralel üniversitelerini kurmak gibi bir projeleri vardı. Dağa taşa bakkal gibi teneke üniversitelerin açılmasının asıl ve gerçek amacı budur. Ülkeyi üniversiteyle boğmak ve sayı olarak kendilerine gerekli olan öğretim elemanlarını yetiştirmek. Kalitenin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan, her alanda, her disiplinde yeterli sayıda doçent ve profesörün el altında bulundurulması.

SOL konuyu şöyle sunuyor: “Türkiye’de sayıları katlanan üniversite ve yeni tip akademisyenler. Yüzlerce niteliksiz makale üretmeye başlamıştır. Balon patlayınca, Türkiye, uluslararası bilim camiasına rezil oldu. Uluslar arası prestijli bilim dergilerini listeleyen kurum, çok sayıda yayın yapan Türkiye’den beş dergiyi listeden attı. AKP, çok sayıda üniversite ve yayın yapmakla övünüyordu.”

Yayınlanan makalelerin iyi olması mümkün olmayan bilimsel kalitelerini bir yana bırakalım, bunları yayınlayan dergiler TÜBİTAK’tan milyonlarca lira destek alıyormuş.

Uyduruk makaleler, uyduruk dergiler, havaya uçan paralar ve bunlar sayesinde edinilen uyduruk akademik ünvanlar. Biliyorsunuz, bu gibiler için ben “Doçentçi” ve “Profesörcü” ünvanları kullanıyorum.

AKP tarikatı için kalitenin değil sayının önemi var. Hedef karşı devrimci bir akademik kadro kurmak ve bilim alanına yıllarca egemen olmak. Bunun için her şey mübah: İntihal utanılacak bir kusur değil. İntihal yapmak bakan olmaya engel değil. Belki daha iyi.

***

Köy Enstitülerinin göçertilmesi ve yerine İmam-Hatiplerin ikâme edilmesi arasında diyalektik ilişki kuramayanlar 1950’den sonra Türkiye’nin başına gelenleri kesinlikle anlayamazlar. Köy Enstitüleri, özgür ve bağımsız, çağdaş bir birey yaratmayı amaçlıyordu. İmam-hatipler, tam tersine biat eden, bağımlı, güdülebilir ve birey olmayan bir “kişi” yaratmayı amaçladı ve yarattı.

1933’te yapılan Üniversite reformu çağının çağdaşı, meslek sahibi, fikri ve vicdanı hür, cumhuriyetçi ve demokrat bireyler yetiştirmeyi amaçlamıştı.

Türkiye’de 2012 itibariyle 173 üniversite varmış. Bunlardan 107’si devlet üniversitesi, 66’ü vakıf üniversitesi, 7 tanesi de vakıf meslek yüksekokulu imiş.

Ama çoğu Osmanlı’nın medreselerinden beter durumda; epeycesi tarikatların denetiminde. Cumhuriyet üniversitesi olmaktan fersah fersah uzak!

Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, AKP gibi bir tarikat partisi asla iktidara gelemezdi!