Aldatmak

Boşanma ve birçok boşanmada aldatmanın neden olması konusu uzun, çok yönlü ve toplumsal bir konu. Eşler arası aldatmaya geçmeden “Aldatma” konseptinin üzerinde durmak istiyorum…

Ne zaman başlar aldatma yaşamımızda? Önce çocukken birçok anne çocuğunu aldatır, ağzına bir lokma koymak için gereksizce “Aaa bak kuş geçiyor”. Düştüğünde “Öptüm, geçti” misali… Çocuk aldanır mı? Kuş uçmadığını görür, annesi öptüğünde acının geçmediğini fark eder ve o andan itibaren annesine tam güvenmemeye başlar. Ayrıca, aldatmanın kabul edilir olduğu kafasına yerleşir. Zamanla o da annesini aldatmaya başlar. “Ben kırmadım” der, bardağı düşürüp kırdığında…

“Okuldaydım” der ergenliğinde okuldan kaçtığında… Kopya çektiğinde öğretmenine “Çekmedim” der. Annesinden küçücük yaşta öğrendiği aldatma konusunda uzmanlaşmaya başlamıştır… Aslında, gerçekte aldattığı kimdir? Kopya çektiği için o dersi öğrenememek öğretmene mi zarar verdi, kendisine mi? Annesini aldatarak annesi ile dürüst, yakın ilişki kuramamak, dik durup hatasını üstlenememek onu zayıf karakterli mi yaptı, güçlü karakterli mi?

Sonra işyerinde aldatmaya başlar. Arkadaşı iyi bir iş yaptığında patrona kendisinin yaptığını söyler, “aferin” alır aldatmasının karşılığında. Bir hata yaptığında arkadaşının üstüne atar, yine aldatarak kazanır… Ancak, bu arada arkadaşının güvenini, dostluğunu kaybeder, en önemlisi korkak, ikiyüzlü duruşu ile onurunu kaybeder…

Şimdi bu kadar aldatma (ve kaybetme) kültürü ile büyümüş bir çocuk evlendiği zaman aldatır mı? Flört ederken ki duruşu, sağa, sola o süreçte söylediği yalanlar aslında bir işarettir ama gönül ferman dinlemez, bu ayrıntı o gençlik günlerinde fark edilmez... Ancak, huylu huyundan vaz geçmez, evlendikten sonra eşini de aldatır çünkü aldatmaya alışıktır… Kim kaybeder gerçekte? Aldatan hem eşini kaybeder hem kendine olan saygısını hem de toplumdaki saygınlığını…

ARADA KALAN ÇOCUKLAR

Bu arada en çok kaybeden arada kalan çocuk olur. Genç anne çocuğu ile birlikte geçireceği zamanı çocuğunu bakıcıya bırakıp başka erkeklerle birlikte gezip dolaşmaya ayırırken çocuk evde özlemle annesini bekler. Ayrıca anne baba gerginliğinin arasında kalır ve yaralı bir çocuk olarak büyür. Büyüdüğünde o da annesinden bir şekilde intikamını alır…

Günümüzde bazı evlilikler de bir iş anlaşmasına dönüşmeye başladı. Yaşı ilerleyip saçları ağaran erkekler maddi birikimleriyle hem sosyal hem ekonomik olarak daha yüksek bir “satın alabilme” potansiyeline sahip oluyor. Gösteriş yapmaya gereksinme duyan bir kısım erkek nasıl eski, daha ekonomik otomobilini daha pahalı bir otomobil, mütevazi evini daha lüks bir evle değiştirebiliyorsa, saçları ağarmış erkek karısını da daha genç; o ev, bir yurt dışı seyahat veya otomobil uğruna yaşıtı genç erkekten vaz geçecek daha alt sosyal veya ekonomik gruptan biriyle değiştirmeyi düşünebiliyor.

Yaşlı doktor kendisinden 20 yaş genç hemşiresiyle, yaşlı işadamı kendisinden 15 yaş genç sekreteriyle evlenebiliyor, daha somut bir ifadeyle. Bu bir iş sözleşmesi, bir ticaret anlaşması aslında, gerçekçi gözle bakıldığında. Genç kadın gençliğiyle ev ve otomobili satın alırken, yaşlı erkek de malı veya toplumsal statüsüyle genç kadını satın alabiliyor. Aldatmaya ve erkeğe ayrıcalık tanımaya çok alışmış toplum bunu yadırgamıyor ama bir süre sonra genç kadın doğal olarak genç bir erkek özlemiyle yaşlı kocasını genç erkekle aldatmaya başlıyor, Aşk-ı Memnu veya Anna Karenina misali. Kısacası, bu ticaret anlaşması da kimseye mutluluk getirmiyor, herkes aslında diğerlerinden önce kendini aldatıyor…

Sanırım işe çocuklarımızı küçük bahanelerle aldatmaktan vaz geçmekle, onurlu bir duruşa sahip olmakla ve yüksek egoyu, gösterişi, hırsı bir yana bırakıp, içten olmakla başlamak gerek… kendimizi kandırmak istemiyorsak…