Ali Ulvi’nin Cumhuriyet’te basılmayan karikatürü

Yine böyle bir zamandı. Cumhuriyet gazetesinde iki çizgi tartışmalarının oldukça şiddetli yaşandığı bir dönem. Değerli abimiz Turhan Selçuk vermişti bana bu karikatürü. Bir akşam vaktiydi.
“Al bunu, sakla...” dedi.
İlk önce kendisinin sanmıştım. Sonra imzaya baktım.
Ali Ulvi.
“Çizginin şairi” derler ona.
Hani karikatürler vardır; bakarsın... bakarsın... düşünürsün... düşünürsün... on sayfa okumuş gibi. Kimi de çizer yetmez... bir de on sayfa yazar... okursun... okursun... gülümsemeye bile halin kalmaz... geçer gidersin...
Kendisi de mizahı öyle tanımlamış.
“Geçmişi, geleceği ile zaman içindeki halkın ortak sağduyusunun öncüsü olarak ‘gülünç’ olmaktan kurtarır toplumunu” “Yönetici ile yönetilenin amaçta ve araçta birlik olmasını sağlayan çağdaş toplumun ön koşullarını hazırlar ve bu işlevini büyük bir alçak gönüllülükle gülümseyerek yerine getirir.” “Benim yapmak istediğim karikatüre kalıcı bir şey yüklemek. Yani mizah ve resim sanatının getirdiği ilkelerle geleceğe kalacak bir mizah yapmak”(Aysel Erdoğan, Çizginin Şairi Ali Ulvi Ersoy-Türk karikatürist)
EKMEK PARASI
İlk kazandığı parayla ne yapmış? Yine kendisinden dinleyelim:
“Ortaokul birinci sınıfta ‘Çocuk Sesi’ dergisinin bir yarışmasına katılmış, kazanıp büyük ödül olarak bir lira almıştım. Annemin, ‘İnşallah adam olursun da ekmeğini yerim’ sözleri hep kulağımda olduğu için altı kuruşa bir kilo ekmek alıp eve dönmüştüm.”
Orta ikide yayınladıkları duvar gazetesinde “Cemal Nadir mi, Ramiz mi daha iyi karikatürcü” diye bir tartışma açarlar. Sonuca ulaşamayınca Vâlâ Nurettin, Peyâmi Safa’nın fikirlerini almaya giderler. Cemal Nadir ilgilenir. Neden merak ediyorsunuz der, notlarını inceler. Karikatürlerini görmek ister. Vedat Günyol ve Osman Nebioğlu’yla birlikte çıkardıkları Arkadaş adlı çocuk dergisine ayda 10 lirayla çizmesini önerir. Böyle başlar.
Ali Ulvi Uluslararası çapta bir çizer. Yurtdışında yurtiçinde ödüller almış. Çok okuyor. Karikatür sanatçısının biyolojiyi, atom fiziğini, felsefeyi, ekonomiyi, tarihi, dini, sosyolojiyi, sanatı bilmesi gerektiği görüşünde... ABD’de, İngiltere’de birçok dergide çizmiş. Ama yerim burası deyip dönmüş Cumhuriyet’e gelmiş.
Necdet Şen, Star gazetesinde birkaç öykü anlatmış Ali Ulvi Ersoy’a ilişkin (13-14 Ağustos 2008).Onları da okuyalım.

HAFİYE ÖYKÜLERİ
“Dönemin iktidarlarının neredeyse her yazar ve gazetecinin peşine hafiye taktıkları istibdat yılları o yıllar. Karikatüristler de bu hafiye takibinden azade değil. Nereye gitseler peşlerinde gölge gibi takip eden birileri oluyor. Kendilerini gizlemek için çok çaba harcamayan bu devlet memurları kılık kıyafetleri ve davranışlarıyla zaten apaçık belli oluyorlar.
Ne var ki yazar çizer milleti gittikleri her yerde kalabalık bir hafiye ordusuyla karşılaştığı için artık bu durumu kanıksamış. İki taraf da birbirlerinin farkında değilmiş gibi davranarak dirsek dirseğe oturuyorlar meyhanelerde.
Zaten gizleyecekleri hiç bir şey yok. Fikirleri gazetelerde.

MASAYA BUYURSAYDIN
Bir akşam birkaç yazar çizer Sirkeci’deki bir meyhanede demleniyorlar. Tabii ki günün siyasî olayları da konuşuluyor masada.
Hepsi de alışmış ya polis tarafından izlenmeye, aldırmıyorlar.
Yan masalardan birinde bir adam, o tarafla ilgilenmiyormuş gibi yaparak konuşulanları dinliyor. Sadece dinlemekle kalsa iyi, masanın altında saklamaya çalıştığı minik bir deftere harıl harıl not tutuyor.
Ali Ulvi’nin fırlamalığı tutuyor, sesleniyor adama:
“Birader, buyur birlikte bir bira içelim.”
Adam elini saygıyla göğsüne götürüyor.
‘Sağol abi, görevdeyim.’

★★★★
Yine bir başka akşam. Belki aynı meyhane, belki bir başkası.
Yan masada oturan ve konuşulanları işitebilmek işin aşırı çaba harcayan kişinin o hali komik geliyor masadakilere. İçlerinden biri gene kendini tutamayıp lâf atıyor adama.
‘Hişt birader, oradan iyi duyamazsın, masaya buyur istersen.’
Davetteki ironiyi anlayamayan hafiye, not aldığı defterini yere düşürüyor sevinçten.
‘Sağol abi.’
Hemen gelip ilişiyor masanın ucuna.
Birbirlerine bakıyor bizimkiler.
Gecenin kalanını havadan sudan konuşarak geçiriyorlar.

ALİ ULVİ VE GÖLGESİ
Yazar Sabahattin Ali’nin kitabına uydurulup sınırda kim vurduya getirildiği zamanlar.
Karikatürist Ali Ulvi’yi de o aralar peşinden hiç ayrılmayan biri gittiği her yerde adım adım izliyor.
Ne yaklaşıyor ne uzaklaşıyor, hep aynı mesafede.
Her ne kadar takip edilmeye alışkınsa da, karanlık sokaklarda da gölge gibi izlenmekten rahatsız oluyor Ali Ulvi. Çünkü biliyor ki bu kadar yakînen izlenmesini gerektirecek hiç bir vukuatı yok. Ve bu kadar sıkı bir izleme pek hayra alâmet değil.
O nedenle de bir parça huylanmaya başlıyor “yoksa beni de mi bir kuytuda ‘faili meçhul’ yapacaklar’”diye.

★★★★


Bir akşam bu adam yine peşindeyken, bir köşeyi dönüyormuş gibi yapıp pusuya yatıyor enselemek için. Kurulan tuzaktan habersiz kendisini izleyen gölge köşeyi döner dönmez karşısında Ali Ulvi’yi buluyor.
‘Beni takip mi ediyorsun sen?’
Ali Ulvi de maaşallah, 1.90’ın üzerinde boyuyla gemi aslanı gibi bir adam. Üstelik az biraz judo çalışmış gençliğinde. Kaçmaya yelteniyor adam ama Ali Ulvi kocaman elleriyle paltosundan kavrıyor.
Adam direniyor, Ali Ulvi bırakmıyor. Ufak bir boğuşma geçiyor aralarında. Tıknaz ama yine de sağlam olan adam sonunda paltoyu geride bırakıp sıvışıyor.
Ali Ulvi arkasından koşuyor ama yetişemiyor, hafiye izini kaybettiriyor karanlıkta.

İki usta. Turhan Selçuk - Ali Ulvi Ersoy, 1950’lerde Beyoğlu’nda... (Turgut Çeviker arşivinden)

ŞÖHRET VE İŞRET
“Yaşı müsait olanlar hatırlar. Yetmişli yıllarda (yoksa seksenlerde miydi) dönemin içişleri bakanı aydınların artık fişlenmeyeceğini açıklamış ve bu karar doğrultusunda iyi niyet gösterisi olarak bir grup yazar ve gazeteciyle birlikte MİT’i ziyaret etmişti.
O ziyaret sırasında, konuk basın mensupları arasında Ali Ulvi de varmış.
Yıllarca MİT tarafından izlenen biri günün birinde MİT’i ziyaret ederse onlara ilk ne sorar?
“Beni de fişlediniz mi?”
“Yok mok” dememişler, “bakalım” demişler. Bakmışlar da.
Sonra “Evet” demişler. “Arşivlerde sizin hakkınızda da dosya var, okumak ister misiniz?”
Ali Ulvi “tabii ki” demiş. Başlamış okumaya.
Genelde “şuraya gitti, şununla buluştu, bununla yemek yedi” gibi gündelik ayrıntılar. Neredeyse yaptığı her şey var ve yalan da değil.
Fakat raporun en sonunda öyle bir cümle var ki, aklı ona ermemiş.
Şöhrete ve işrete düşkündür.
İşret, içki demek.
Şaşırmış Ali Ulvi. Çünkü aslında her ikisiyle de başı hoş değil. Niye öyle yazdıklarına akıl erdirememiş.
★★★★
“Gel zaman git zaman, bir gün bir yerde, sergi mi artık imza günü mü her neyse, saçları hafiften kırlaşmış bir adam yaklaşmış yanına. Saygılı bir tavırla “merhaba Ulvi Bey” demiş.
Bakmış, tanıyamamış adamı Ali Ulvi.
‘Yok, tanışmıyoruz demiş adam, hatırlamazsınız beni, ama ben sizi çok iyi tanıyorum.’
Ali Ulvi’nin şaşkın şaşkın baktığını görünce de anlatmış.
‘Hani yıllar önce bir gece siz benim yolumu kesmiştiniz ya... Boğuşmuştuk biraz... Paltom elinizde kalmıştı...’
‘Haa, evet!’
‘Tahminlerinizde haklıydınız. Sizi izliyordum. Hakkınızdaki o raporlar da benim kalemimden çıktı zaten.’
‘Yaaa” demiş Ali Ulvi, ‘madem tanıştık, sorayım o zaman, hakkımda çoğunlukla zaten doğru olan şeyleri yazmışsınız da, şu ‘şöhret ve işret’ meselesini pek anlayamadım, o nereden çıktı?’
Gülümsemiş adam...
‘Abi, sizi o kadar takip ettim, Allah için bir tek yanlışınıza rastlayamadım. Ne gördümse raporuma onu yazdım. Ama yazdıklarımın tümü olumlu olursa belki inanmazlar diye içine bir iki tane de aleyhte cümle eklemeyi uygun buldum. Kusura bakmazsınız umarım.
Sonra usulca kalabalığa karışmış.’
O zamanın hafiyeleri bile dürüst.
ANLADIM


Bu yazıyı yazarken Turhan Selçuk’un bana verdiği karikatür masamın üzerinde. Söyledikleri kulağımda. Neredeyse 30 yıldır...
Ali Ulvi’nin karikatürüne baktım, baktım... aynı sizin gibi. Düşündüm. Aynı sizin gibi.
Sonra köşesindeki kurşunkalemle yazılmış satırları okudum.
“Not: Özellikle bu karikatürü Hasan Cemal bir görsün:
“Sakıncası var mı?
“(ve diğerlerinin)
“?”
...
Yanına başka bir not düşülmüş:
“BASılmadı.”
(Hasan Cemal o zaman Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni ŞP)
Anladım.
Anlıyorum.
Aynı sizin gibi.