Alınan kararlar yanıştır!

Bu kurultay özetle şu kararları almıştır:

- Devlet Tiyatroları’nın idari anlamda özelleştirilmesi,

- Ödeneklerinin 5 yıllık içinde her yıl yüzde 20 oranında kısıtlamaya gidilmesi,

- Devlet teşviki ve özel iyileştirmelerle” sivilleştirilmesi,

- Kurumlarda çalışanlarının “emekliliğe” teşvik edilmesi yer alıyor.

Devlet Tiyatroları sistemini büyük çapta ve büyük bir başarıyla yürüten örnek bir ülke olarak Alman Tiyatrosu, Türk tiyatrosunun yeniden yapılanması açısından çeşitli ipuçlarını kapsıyor. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kaykınma mucizesini Tiyatro ile yapan Almanya, savaşkan sonraki ilk Alman Şansölyesi Konrad Adenauer’ın bu sözleriyle anlamını bulur,Taklit etmeyelim, ama yeniden örgütlenme, yapılanma ve yönetsel sorunlar açısından her yönüyle olgunlaşmış bu tiyatrodan bir şeyler öğrenelim. Devlet ve Belediye ödenekli ilk tiyatrolar Almanya'da kurulmuştur. Özel sanat girişimleri ilk bu ülkede desteklenmiştir. Yazarların ve sanatçıların haklarını koruyan hukuksal mekanizma ilk kez burada yaşama geçirilmiştir. Türk Devlet Tiyatrosu'nun kurucularından biri de Alman yönetmen Carl Ebert'tir. Ebert, bundan yıllarca önceki Alman sistemini bize aşılamış, ama onlar her on yılda bir kendi yapılarını değiştirip eskiyenin yerine daha iyi gördükleri yenisini koyarken, biz onun bıraktığı yerde otlamakla yetinmişiz. Başımızı kaldırıp da çevremize bakmamışız.

Yarım yüzyılı geçen bir süre içinde bu sorunlar üzerinde duruyorum ve simpozyumlarda, konferanslarda, panellerde, dergilerde çözüm yolları üzerinde durmadan öneriler getirdim. Kültür Bakanlığı'nın ayrı dönemlerde benden istediği raporlarda bunlar üzerinde ayrıntılarıyla durdum. Ama Devlet Tiyatroları, başa gelen iktidarlar tarafından hep hükümet tiyatrosu olarak kabul edildiklerinden yazılan eleştiriler hep kuru muhalefet olarak görüldü ve önerilerim de kulak ardı edildi. Benim gibi, bu sorunlar üzerinde duranların düşüncesi de önemsenmemiştir. Ülkemizde iktidarı etkiliyebilmek için, ancak partinin adamı olmak gerekiyor. Bu vurdumduymazlık, yıllar geçtikçe Devlet Tiyatroları'nın giderek "betonlaşmasını" ve ileriye gidemiyen, yerinden kımıldayamayan felçli bir hasta durumuna kadar getirdi.

Devlet Tiyatroları'nın herşeyden önce yerinde yönetime geçmesi gerekmektedir. Yerinde yönetim, birçok yönden yararlıdır: özerklik başta olmak üzere, yönetim açısından büyük bir rahatlık sağlıyacağı gibi, sanatsal rekabete de özendirecektir. Ayrıca, tiyatrolar işleyişlerinde büyük bir hız kazanacaklardır. Yerinde yönetilen her tiyatro ödeneğini, önerdiği prodüksiyon ve projelere göre almalıdır. Bugün verilen ödeneğin % 95'i ancak sanatcı ve yardımcılarının ücretlerini karşılamaktadır. Oyunların hazırlanmasına ayrılan tutar da aşağı yukarı bütçenin % 5'i ile gerçekleştirilmiye çalışılmaktadır. Ayrıca sanatçılar aylıklı memur olmaktan çıkarılmalı, birer yıllık sözleşmeli sanatçılar olarak işe alınmalı ve gösterdikleri performans oranında ücretleri olmalıdır. Şu ya da bu nedenden sahneye çıkmayanların ise, sözleşmeleri yenilenmemeli. Buna karşılık, işsiz sanatçılar için bir işsizlik sigortası sistemi getirilmelidir. Eğer bundan sonra da ilgisizliği sürüyorsa sözleşmesi yenilenmemelidir. Sanatçı, istekli ve rekabete hazır duruma ancak böyle bir sistemle gelebilecektir. Sanatın gelişmesinde en büyük etken de, bu alandaki "daha iyi olma" rekabetinde yerini alma çabasında izlenir. Aktörlük mesleğini saygın ve ileri bir duruma getirmek için açık rekabete yer verilmelidir. Bu açıdan, bu kurum, devletten ödenek alan resmi bir şirket kimliğini kazanmalıdır. Devlet Tiyatrosu, ancak bu sistemle özerk bir duruma getirilebilir. Bugün, Alman Tiyatrosu'nun gerek sanatsal gerekse yönetsel açıdan birçok sorununu çözümlemiş olması bunları gerçekleştirmiş olmasından dolayıdır.

Ödeneklerin saptanması için, üniversitelerin ilgili bölümlerinden, «Tiyatro ve Televizyon Yazarları Birliği»nden, «Yazarlar Sendikası»ndan, TİYAP, TOBAV ve TODER gibi, burada adlarını anmadığım bu konuyla ilgili diğer kuruluşlardan, derneklerden, yani parti politikalarının dışında olan kurumlardan, demokratik oylamayla seçilen temsilcilerin oluşturduğu ÖZERK BIR SANAT KURULU oluşturulmalıdır. Yedi üyeliği olabilecek bu sanat kurumunda hükûmetin sardece bir temsilcisi bulunmalı o da yalnızce mali denetimi yapmalı, sanat konularına karışmamalıdır, Bu kurul, daha çok estetik değerlendirmeleri yapmalı, verilecek bütçe için danışma görevini üstlenmelidir.

Geçen yüzyıldan kalma "Edebi Heyet" kalkmalıdır. Tiyatroya "edebi" değil, yabancı dil bilen "tiyatrocu" dramaturglar kurulu gereklidir. Ancak bizde dramaturg'un işlevi tam olarak anlaşılmadığından, göstermelik süs biberi kabilinden anlaşılmakta, bu kişilere yalnızca oyun okutulmakla yetinilmektedir. Oysa dramaturg, yalnızca oyun okuyup öneren kişi değildir. O, sanat yönetmeninin görüşü doğrultusunda tiyatronun sanat politikasını yürüten, hatta bazı konularda sanat yönetmeninin danışmanlığını yapan, repertuvarı hazırlıyan, yönetmenin yorumuna uygun malzemeyi toplayan, yazarın ve yönetmenin en yakın yardımcısı, tiyatro dergisinin içeriğini saptayıp dergiyi yayıma hazırlayan, basın ve halkla ilişkileri kotaran tiyatronun atardamarıdır. Bunun için de, dramaturg adı verilen kişi, en az bir yabancı dil bilen, tiyatro konusunda doktora yapmış, geniş bir sanat ve kültür perspektifine sahip olan uzmandır.

1982 yılının sonunda, özel tiyatrolara da devlet yardımı yapılması karar altına alındı. Bu karar özel tiyatrolar cephesinde bir canlanmaya neden oldu. Ancak bu arada, yalnızca pastadan pay almayı düşünen derme çatma topluluklar da piyasada boy göstermeye başladı. Kendini yıllardır kanıtlamış olan özel tiyatrolar ise daha iyi bir kadro kurmaya, daha iyi bir bina arama yoluna gittiler. 1982/1983 döneminde Istanbul'da sayıları yediye düşen özel tiyatrolar bugün sayıca büyük artış gösterirken Ankara 'da ve İzmir' de özel tiyatrolar yardımdan yararlandı. Ancak devletin bu iyi niyetli girişimine gölge düşüren en önemli sorun, maddi yardımı dağıtan danışma kurulunda bazı özel tiyatroların yöneticilerinin de yer almasıdır. Bu kurulun tarafsızlığına gölge düşürmektedir.

Özel tiyatrolara devlet yardımı konusunu, 1964 yılında, hem Milliyet1 gazetesindeki köşemde, hem de Oyun 2 dergisinde ele almış, ödenek alacak özel tiyatrolar için kendime göre bir ölçüt de koymuştum. Bu ölçütler, bugün aşağı yukarı resmen kabul olunmuş durumda… Devlet yardımı, özel tiyatrolara açısıhdan o günler için bir hayaldi. Ama bugün de yeterli değil. Özellikle, tiyatro binası diyeceğimiz yapıların çok az olduğu ülkemizde özel tiyatroların en büyük sorunu yetersiz, uydurma binalarda çalışmak zorunda oluşlarıdır. Bu binaların bile kiraları astronomiktir. Örneğin, «Dostlar Tiyatrosu» gibi başarılı bir topluluğun altmışlı yıllardan bu yana, bir yetersiz binadan başka bir uydurma binaya göçetmesi hem çok yazık hem de çok yıpratıcı bir durumdur. Öte yanda, bir başka özel topluluk, Ferhan Şensoy'un «Orta Oyuncular»ı bilet paralarını biriktirip eski «Ses Tiyatrosu» nu onarması da övülecek bir şey, ama bu devletin sanat politikası açısından da utanılacak bir durumdur.

Özel tiyatroların ekonomik açmazları genellikle onların estetik çalışmalarına da yansımıştır. Bu açıdan Türkiye'de ödeneksiz iyi tiyatro yapmak büyük bir özveri, emek ve sabır isteyen kutsal bir şeydir. Ama işte bu zorluklar da özel tiyatroların daha yaratıcı, daha dinamik ve daha gi-rişimci olmalarına neden olmuştur.

Sanat, zor bir iştir. Ülkemizde bu işi profesyonelce yürütmek ise daha da zordur. Çünkü tiyatronun ne doğrudürüst bir altyapısı vardır, ne de endüstrisi vardır. Tiyatro için gerekli olan temel malzemeler ülkemizde imal edilmez. Ülkemizde her türlü alet, yedek parça, armatür, hatta motor, uçak, gemi, vb. endüstrisi, montaj ya da taklit yoluyla da olsa, varolmasına karşın, tiyatro için temel olan elektronik gereçler, ışıldaklar, efekt aygıtları, makyaj gereçleri, ekleri, vb. hep dışardan getirtilir. Eğer diskolar olmasaydı, bugün piyasada tiyatro için de kullanılabilecek gereçler satılmazdı. Demek ki, insanoğlunun en başta gelen kültür gereksinimlerinden biri olan tiyatronun yeri, bu toplumda discodan daha geride. Neden? Disco daha çok para getiriyor da ondan! Bir de, toplum olarak bizim henüz tiyatronun yaşamsal bir gereksinim olduğunu kavrıyamamış olmamız yüzünden! Zaten bir toplumda herşey para ile ölçülmiye başlandı mı, o toplum sanat ve kültür yaşamı, dolayısıyla ruh sağlığı açısından sakat kalmıya mahkumdur.

Bunun için, ülkemizde özel sanat girişimlerinin başarılı olanları, çeşitli engellerle, zorluklarla, yokluklarla savaşıp bunları bir dereceye kadar yenenlerdir; bu da alkışlanacak bir çabadır. Doğal olarak, bu arada koşullara yenik düşüp sanatsal kaygıyı bir yana bırakan ve yalnızca para kazanmanın yollarını arayan özel tiyatrolar da vardır. Bir de güldürmediği halde, güldürdüğünü sanan, tiyatroyla ilgisi olmadığı halde kendisini tiyatrocu gören, ne amatör ne profesyonel olan, bu otistik, arabesk toplumun türettiği garibanlar ortaya çıkmıştır.

Tiyatromuza yeni soluk getirerek onu dinamizme sokacak ve iyi aktöre prim getirecek bir sistem, az önce de belirttiğim gibi, devletin prodüksiyonlara ödenek vermesi ve sanatçıları, sözleşmelerle bir sanat yarışına sokmasıdır. Böylece, memur sanatçılar yerini, kendini her zaman hazır ve istim üstünde tutan sanatçılara bırakacaktır. Yıllarca sahneye çıkmadan her ay yüksek maaşını tıkır tıkır alan, tiyatrodan başka her işe ek gelir sağlamak için koşan memur sanatçılar yerine, tiyatroyu yaşam biçimi olarak seçen, her an tiyatro soluyan ve tiyatro için yaşıyan sanatçı türü o zaman ortaya çıkacaktır.

Devlet Tiyatroları kültürel bir gereksinimdir. Kültürel kalkınmanın enerji merkezi sanattır. Tiyatro da, bu enerji merkezinin kısa yoldan etki sağlıyan bir santralıdır. Sahne, özvarlığımızı farketmemize yarayan şeylerin, mutlulukların acıların, sevgi ve nefretlerin, üstünlük ve zayıflıkların şasmaz, büyülü aynasıdır. Romantik dönem Alman ozan ve yazar Novalis, tiyatroyu, "insanoğlunun canlı yansısı" olarak tanımlar. Tarih boyunca, toplumlarda ve insanlarda yaşam korkusu ve yokolma tehlikesi arttıkça, tiyatro da buna karşı o şiddette karşı durmuştur. İnsan yaşamında olağanüstü ve çoğu zaman da kendini belli etmeden roller oynayan tiyatronun tarihsel gelişmesi içinde, her çığırın tinsel, siyasal, toplumsal durumlarını aydınlattığı görülür. Artık bugün tiyatronun varlığı ve etkisi tartışma götürmez bir gerçektir; tiyatronun her gelişme evresi yalnızca bir vakit geçirme olmamıştır. İnsan yaşamında bu gelişme basamağı, seyircinin tiyatro olayına katılışı ile, kendini tanımanın, kendini gerçekleştirmenin ya da daha çok günümüzde görüldüğü gibi, maskeleri atmanın ilkelerini ortaya çıkarmış, halkı bilinçlendirerek kendi ülkesinin ekonomik kalkınmasına yardımcı olmasını sağlamış ve yapısı içinde kendine özgü bir varlık olmuştur.

Ekonomik kalkınmada tiyatronun rolü, en çok bu sanatın güncel olma özelliği ile ortaya çıkar. Viyana Saray tiyatrosunun sanat yöneticiliğini yapmış olan Heinrich Laube'nin, 1847 yılında,"Tiyatro kendi çağında gerçekten yaşayanı göstermekle sorumludur," sözlerini anımsıyarak tiyatronun güncelliği konusunun her çağda geçerli olmuş olduğunu vurgalamakta yarar var. İkinci Dünya Savaşı'nın külleri altında kalan tüm gelişmiş ülkelerde, ilk onarılan ve yeniden yapılan binalar tiyatro ve opera binaları olmuştur. Aynı anlayış, Avusturya'da, İngiltere'de, Fransa'da, Holanda ve Belçika gibi daha birçok gelişmiş ülkede görülmüştür.

l988'de, Almanya'nın federal devletlerinden biri olan Hamburg, bütçesini 1 Milyar Mark açıkla kapatınca, Theater Heute adlı tiyatro dergisi, o dönemin Hamburg Kültür Senatörü Ingo von Münch ile bir görüşme yapmıştır. Bu bütçe açığının tiyatrolara ayrılan ödenekte bir değişiklik getirip getirmiyeceğini soran muhabiri von Münch şöyle yanıtlamıştır: "Bütçe açığı hiçbir biçimde ve kesinlikle tiyatrolara verdiğimiz ödeneklere yansıtılmıyacaktır. Böyle bir mali durumda bile, devletin görevi, Hamburg'un kültürel ve toplumsal gelişmesinde büyük rol oynayan tiyatrolara ödeneklerini vermek olacaktır." Bunun üzerine muhabir, "Peki ama, bazı alanlarda kısıntı yapılacağı söylentileri var," dediğinde, Kültür Senatörü von Münch bunu da şöyle yanıtlamıştır: "Evet, kısıntı yapacağımız alanlar var, ama bunlar içinde tiyatrolar yok; çünkü biz tiyatronun toplumumuz için bir temel ihtiyaç olduğunun bilincindeyiz." Bu somut örneği buraya almamın nedeni, ekonomisini geliştirmiş bir ülkede politikacıların tiyatroya verdikleri önemi vurgulamak içindir. Bu tek örnek değil; kültür politikasının önemini kavramış bütün devletlerde tiyatroya verilen önem büyüktür.

Netekim aynı dergi, 1986 sonunda, Federal Almanya'daki birbirinden farklı görüşte olan dört partinin temsilcileri ile tiyatro konusunda tek tek görüşmüştür. Almanya’nın ‘muhafakâr’ partisi olan Hrıstiyan Demokrat Parti (CDU) temsilcisi Walter Wallman şöyle diyor: "Tiyatronun pahalı bir şey olduğu bilinen bir şey. Ancak Tiyatro, bugün de vatandaşlarımızın özdeneyimlerini yaptıkları birinci derecede önem taşıyan bir yer. Tiyatro hâlâ, toplumumuzun yaratıcı olmasını sağlıyan, onu geliştiren, nerede ve nasıl yaşadığımızı gösteren vazgeçilemiyecek bir ihtiyaçtır ." Sosyalist Parti (SPD) temsilcisi Vera Rüdiger ise bu konuda şunları diyor: "Tiyatrosuz bir kültür toplumu düşünülemez. Tiyatronun söz, görüntü ve sesle varettiği gerçeklik, fantazya, aydınlatma ve yaratıcılık bir toplumu canlı tutmada en kestirme yoldur. Ancak hepimiz de biliyoruz ki, tiyatro, pahalı, hem de çok pahalı bir kültür aracıdır. 1974'ten 1984'e kadar tiyatrolara verilen ödenek 1 Milyar 124 Milyon Mark'tan 1 Milyar 975 Milyon Mark'a yükseltilmiştir. Bu % 75'lik bir artıştır. Ayrıca, Devlet Tiyatroları dışindaki tiyatrolara verilen ödenekde de % 63 bir artış sağlanmıştır: yani 924 Milyon'dan 1 Milyar 656 Milyon liraya çıkarılmıştır . (…) Ancak Kültür politikası ucuz bir şey değildir. Ekonomimizi geliştirmek istiyorsak, nekadar pahalı olursa olsun bu parayı vermek zorundayız." Demokratik Sol Parti temsilcisi Gerhart Rudolf Baum ise, tiyatro için ayrılan paraya ‘ödenek’ demenin yanlış olduğunu, bunun devletin vatandaşa olan borcu sayılması gerektiğini belirtiyor. Baum, ayrıca tiyatronun yurt çapında geliştirilmesi için de dikkate alınması gereken noktalar üzerinde duruyor. Konuşmasının bir yerinde şunları söylüyor: "Görevimiz, tiyatro sayesinde özgürlüğümüzü, dünya barışına katkımızı sürdürmektir. (…)." Yeşiller Partisi'nden Otto Schilly de tiyatronun "sınırı olmayan bir özgürlük mekânı," insanları arıtıcı, yükseltici, bilinçlendirici ve onları günlük yaşamlarında yaratıcı duruma getiren bir gereksinim olduğunu belirtiyor. Schilly tiyatro için şu deyimi kullanıyor: "Gerekli bir Lüks ."

Görüldüğü gibi, bu ayrı partilere mensup politikacıların tümü de, tiyatronun devlete pahalıya patladığına, ama topluma gördüğü hizmet açısından ve temel ihtiyaç olması nedeniyle kesinlikle desteklenmesi gerektiğinden sözetmişlerdir. Bunun için de Federal Almanya'da tiyatrolara verilen ödenekte herhangi bir kısıntıya gidilmemiş, aksine, her bütçe yılında arttırılmıştır. Bunun için de Federal Almanya ekonomik açıdan kısa bir sürede kalkınmış ve dünyanın sayılı devletlerinden biri olmuştur.

Bu ayrı partilere mensup milletvekilleri tiyatro konusunda bir noktada birleşmektedirler. Ne bahasına olursa olsun, bütçeden tiyatroya ayrılan miktar azaltılmamalı, tam tersine, tiyatronun gelişmesi, yeni ufuklara yönelip yeni anlatım olanaklarına kavuşması için vargüçle desteklenmelidir. Halkın temsilcisi olan milletvekillerinin bu anlayışa erişmiş olmaları, onların ekonomik gelişmede tiyatroyu, toplumun çatısını ayakta tutan sütunlardan biri olarak görmelerinden ileri gelmektedir.

Buna karşılık bu bilince erişmemiş bir politik ortamda, tiyatro bir ihtiyaç olarak görülmediği gibi, onun ekonomik kalkınmadaki moral rolü hiç mi hiç dikkate alınmaz; bu gibi toplumlarda genelde bunun farkına varan politikacılar parmakla gösterilecek kadar azdır. Onun için de, partilerin programlarında sanata ilişkin maddeler bulamazsınız. Seçim öncesi konuşmalarda sanata da değinilir, ama seçildikten sonra verilen sözler unutulur. Bu anımsatıldığı zaman da daha öncelikli işlerin olduğu belirtilir. Bir toplumun ruhsal ve zihinsel yaşamını beslemekten daha öncelikli ne vardır? Ancak ruhsal açıdan sağlıklı bir toplum, ekonomisini de düzeltebilir. Tiyatronun ihmal edildiği, ihtiyaç olarak görülmediği geri kalmış ülkelere bir bakalım; bunların tümü de maraz bir topluma sahiptirler. Kafa yapısı olarak gelişmemiş toplumlarda zekâ üçkağıttan başka bir şeye işlemez. O toplumlarda, eğitim bir angarya, bir zaman kaybı olarak kabul edilir. Vurgun dünyası için eğitim bir engeldir. Esas olan başkalarının sırtından geçinerek para kazanmaktır. O toplumlarda diplomalılar işsiz kalırken, eğitimsizler çevirdiği dolaplarla övünür ve köşeyi dönmek için bütün güzel, doğru, insana yakışan erdemleri, ahlâkı bir yana bırakıp açgözlü bir canavar gibi, hiçbir ölçü tanımadan toplumun bir enayi, kendisinin de bir çok akıllı olduğun sanır. Böyle bir toplum ne cinsel sorunlarını çözümlemiştir, ne de ailevi sorunlarını. Bunun sonucunda, herkesin birbirine baskı yaptığı, sorumluluk duymadığı, birbirini ezmeye çalıştığı, birbiriyle iletişim kuramadığı, yalnızlık ve karamsarlık duyguları içinde tükenerek biten şizofrenik ve paranoyak bir toplum ortaya çıkar. Böyle bir toplum da ekonomik sorunlarını kolay kolay çözümliyemez. Çünkü ekonomik gelişme için, sağlıklı, oturmuş bir toplum, devletin çıkarını kollayan vatandaşlar ve bulunduğu makamın yaşamsal önemini kavramış politikacılara gereksinim vardır. Belki inanmıyacaksınız, ama bütün bunları sağlamada, tiyatro, tarih boyunca büyük bir yardımcı olmuştur.

Antik dönemde, her kentin bir, iki ya da üç tiyatrosu olması, bu tiyatroların en küçüğünün 10,000 seyirci alabilecek büyüklükte yapılması, halkın tatil günlerinde sabahtan akşama kadar tiyatro seyretmeleri, tiyatro yazarları ve oyuncularının Dionisos'un rahipleri olarak kutsal sayılmaları, yabancı ülkelere gönderilen elçilerin, savaştaki generallerin tiyatro sanatçılarından seçilmeleri bir raslantı ya da aldatmaca değildir. Burnumuzun dibindeki antik Efes kentinin nüfusu da 350 bin kadardı. İki tiyatrosu vardı; biri 24 bin, küçüğü de 10 bin kişilikti. Demek ki kabataslak bir hesapla her on kişinin bir koltuğu vardı. Örneğin, bu oranlamaya göre, 4,5 milyon nüfuslu kentin de 450 bin koltuğa sahip olması gerekiyor. Ama tabii, bizden binlerce yıl önce yaşamış olan Efesoslular ilkel (!) insanlardı. Tiyatro sanatçıları toplumun en saygın kişileri olarak kabul olunuyorlardı. Bilindiği gibi Aristoteles, Poetika adlı yapıtında, tragedyanın işlevinden sözederken, ‘tedavi’ anlamına gelen katarsis sözcüğünü kullanmıştır. Çünkü tragedya, seyredenin acıma ve korku duygularına yönelerek onda entelektüel bir arınma, bir çeşit zihinsel ve ruhsal tedavi uygulamaktadır. Netekim, antikte ruh hastalıklarının tiyatro yoluyla iyileştirilmeye çalışıldığını da biliyoruz.

Tiyatro, insanları baskılardan kurtaran, onların düşünüp de yüksek sesle söyliyemiyeceği şeyleri dile getirir. Açıksözlü bir sanattır tiyatro, onun için de baskı dönemlerinde çekinilecek bir şey, bir tabu durumuna da getirilmiştir. Gogol'ün "yüzünüz çarpıksa aynaya kızmayın," sözü tiyatroyu yasaklayanlar ve onun üzerinde baskı kuranlar için söylenmiştir. Bertrand Russel'in Birey ve Toplum Ahlâkı adlı yapıtında belirttiği gibi, "insanları susta durdurarak ve onları çekingen bir duruma getirerek iyi bir dünya yaratamayız. Güzel ve sağlıklı bir dünya ancak korkusuz, açıksözlü ve başkalarını düşünen insanlarla yaratılabilir."

Bugün dünyanın birçok ülkesi, devlet ödenekli tiyatroları ile gurur duymaktadırlar. Biz daha çok Almanya’dan sözettik, ama Fransa’da, İngiltere’de, Holanda’da, Rusya’da, İsveç’te, Finlandiya’da, Avusturya’da, bütün Avrupa’da ve Avrupa dışındaki sayısız ülkede, devlet ödenekli tiyatrolar vardır. Tiyatroyu ucuz bir ücret karşılığında halkın ayağına götürmek için bu şarttır. Hiçbir özel tiyatro, ödenek alsa dahi, biletlerini devlet ödenekli bir tiyatro kadar ucuz yapamaz. Üstelik okuma oranı düşük, eğitimi giderek kötüleşen bir ülke için, tiyatro hem zihnen hem de ruhan bir aydınlanma odağıdır.

Kendi toplumunu, hem ekonomik hem de manen ileri bir aşamaya ulaştırması devletin asal görevlerinden biridir. Bu Anayasa’mızda da vardır. Devlet ödenekli tiyatroların varlığı bir lütuf değil, bir görevdir. Bu halkın ruh sağlığı için bir gerekliliktir. Devlet Tiyatroları’ndan bir kazanç elde etmeyi beklemek ise ‘abesle iştigaldır’; çünkü devlet tiyatroları halkın kültür düzeyinde yaşamasına hizmet etmek için kurulmuştur. Uzun yıllar üzerinde durduğumuz gibi, devlet tiyatrolarının bir reforma gereksinimi vardır; Bu yüzden, Devlet Tiyatroları’nı yok etmek yerine, yeni bir yasayla daha ileri bir aşamaya çıkarmalıyız. Kırk yıldır bu konuda biz tiyatrocular yazdık çizdik, Kültür Bakanlığı’na raporlar hazırladık. Ama hazırlanan yasa tasarılarını, Büyük Millet Meclisi bir türlü ele alıp üzerinde konuşmadı. Bu da, bizlerin vekili olan temsilcilerimizin sanata verdiği değeri mi gösteriyor acaba?

Tiyatronun amacı, yanlışları ve doğruları göstererek yozlaşmayı ve insanların boşlukta kalmalarını engellemektir. Toplumu, Nükleer savaş tehlikesinden, çevre kirliliğinden, hatta bazı toplumlardaki açlık sorunundan bir gün kurtulabiliriz. Ancak dikkatli olmadığımız takdirde, boşlukta kalmış insanların çoğalmasıyla, başka deyişle, ‘ölüm içgüdüsü’nün çoğalmasıyla, yokolmaktan kurtulamayız. Sanatın sınırsız toprakları üzerinde, tiyatro, yarının dünyasını kurtarmak adına Estetik Dünya’yı yaratmak zorundadır. Bu estetik dünyanın ise bir toplumun ekonomik kalkınmasında olduğu kadar, birçok alanda sayısız yararları vardır.

Bir şeyi düzeltmek için onu yoketmek gerekmez, onu daha iyi bir duruma getirmek daha yapıcı olur. Yıkmakla sadece geriye gidilir. Önemle olan varolan önemle bir kirimi daha iyi ve çağdaş bir duruma getirmektir. Dilerim, yeni bir kurultayla Devlet teyatroları için alınan bu yanlış karardan dönülür. Vatanını seveh herkesin de böyle düşündüğüne inanıyorum. Lütfen, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir simgesi olan Devlet Tiyatroları için bir kez daha düşünülsün!

16 Mart 2017

1Milliyet Gazetesi, 20 Temmuz 1964.

2Oyun Dergisi, Ekim 1964.