Alman Nüfuzu, Washington, Ankara
Alman siyasiler “Trump’un seçilmesiyle 20. yy’ın dünya düzeninin bittiği, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” noktasında mutabıklar. Belirsizlik ve güvensizliklerle dolu yeni düzensizlikte kartlar yeniden karılırken, küresel güç olma peşindeki Berlin için yerini sağlama alma koşusu başlamış bulunuyor.
Cumhurbaşkanlığı adaylığı nedeniyle istifa eden Steinmeier’den görevi teslim alan Dışişleri Bakanı Gabriel’in Alman pozisyonunu anlatmak için meslekdaşı Tillerson’la Washington’a ilk randevuya giderken, Sn. Merkel’in de Ankara’nın yolunu tutmasıyla başlatılan yoğun dış politika atağı, Berlin’in konuyu ana gündem maddesi yaptığının gösteriyor.
Almanlar, Trump’la fırıldak gibi dönmeye başlayan dünyanın Berlin’i beklemediğini biliyor. ABD Başkanı Trump’ın iç ve dış politikada göreve “Ananı da al git” modunda başlaması, Obama-Clinton döneminde pek pürüz yaşanmayan Washington-Berlin hattında bir şeylerin farklı gideceğinin işaretini vermiş bulunuyor. Trump’ın, Merkel’ “felaket göçmen siyaseti yaptığı” yollu eleştirileri ve “NATO eskidi” çıkışından sonra telaşlanan Alman şansölyenin Trump’a “Ortaklığın bozulmaması” “NATO’nun dağılmaması” temennisini dile getirdiği ilk telefon görüşmesinden sonra, ortalık şimdilik sakinleşmiş görünse de, Berlin’in kaybedecek zamanı, yeniden kurulacak küresel güç dengelerinde devre dışı bırakılmaya tahammülü yok.
Konu, sadece Atlantik-NATO, Ortadoğu’da değil, küresel bağlamda Alman nüfuzunun sarsılmadan, artarak devam etmesi. Bayan Merkel’in gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinin de, ilk planda bu bağlamda görülmesi gerekiyor.
MERKEL HAYIR İÇİN GELMEDİ
Merkel’in kritik referandum sürecinde Erdoğan’la buluşması Almanya içinde de itirazların hedefindeydi. Ancak “Diktatörlük yolundaki Türkiye” şahane, Mülteci Anlaşması bahane. Bölgede Alman ulusal çıkarları söz konusu olduğunda, akan sular duruyor, kudretli Erdoğan’la ortaklığı feda etmek ne mümkün?
Sonra dış politikada demokrasi kıstastır diye bir şey mi var?
Adet yerini bulsun babından Merkel: “Kuvvetler ayrılığı, ifade özgürlüğü ve toplumun çeşitliliği korunmalı!”
Türkiye’nin bu noktaya gelmesinde Almanya’nın rolünü düşünecek olursak, uyarıların başlı başına bir mizah olması da ayrı konu, şimdilik kalsın.
MERKEL ANKARA’DAN NE İSTİYOR?
Türkiye’nin, Ortadoğu ve Orta Asya’daki tüm doğal kaynaklara daha hızlı erişimi sağlayacak yegâne “köprü ülke” konumunda olduğu gerçeği yeni değil.
Alman şansölye “yeni dünya düzeninin” şekillendiği bu süreçte, Türkiye’yi jeo-stratejik nedenlerle her ne pahasına olursa olsun kaybetmek istemiyor.
15 Temmuz CIA/FETÖ darbesi sonrası, Ankara’nın, NATO karşıtı söylemleri, yüzünü Moskova ve Asya ittifaklarına (ŞİO) çevirmesi, Merkel’in Türkiye politikalarında “yenilgi” olarak görülüyor.
Strateji kurumları son yayımlarında, Eylül 2015’de Rusya’nın “düzenleyici güç” olarak, Suriye savaşına Şam hükümeti tarafında dahil olması ile başlayan ve Batı’nın davet edilmediği Astana müzakerelerine uzanan sürede “Berlin’in nüfuz kaybına uğradığı” yorumları var.
Merkel, Rusya’ya karşı Ankara kalesini elinde tutmak, Ankara’yı AB’ye yeniden bağlamak istiyor. Türkiye’de etkisizleşmesi halinde Almanya’nın bölgede kaybedecekleri göz önünde bulundurulduğunda Merkel’in çabasını anlamak zor değil.
Ancak not edelim; Türkiye karşıtlığında karnesi kabarık olan Berlin ve Merkel hükümetinin, müttefiklikle bağdaşmayacak berbat Türkiye politikalarına rağmen, Erdoğan’dan istifade etmek istemesi, gerekirse tavizler vermeye hazır olması, en hafif deyimiyle büyük pişkinlik olarak yorumlanabilir.
Berlin’in Suriye politikaları da iflas etmiş bulunuyor.
Merkel son iki yılda Türkiye’yi tam beş kez ziyaret etmiş. Merkel’in inandırıcılığını yitirdiği diğer nokta da Erdoğan’la görüşmeleri “mülteci sorunu” başlığında gerçekleştirmesi. Erdoğan ve Merkel, bölgede sulh cephesinde yer almayan iki lider. Eğer mülteci konusunda ciddi olsalardı, beş kere Ankara ziyareti yerine, birlikte bir kez Şam’a gitmeleri, bölgenin kan batağına dönüşmesinin önüne geçerdi, Türkiye de ateşe atılmazdı.