Alman şirketleri Türkiye’ye taşınıyor

Alman şirketlerinin Türkiye’de yatırım yaptıkları on yıllardır bilinmektedir. Bunların arasında ‘dünya markaları da’ var. Almanya Ticaret Odası kaynaklarına göre, 7000’den fazla firma temsilciliği Türkiye’de kayıtlı.
Bu firmaların merkezlerinin Türkiye dışında olduğu da malumdur.
Ancak Alman bir firmanın Almanya’da kendisini lağvedip ve tamamen Türkiye’ye yerleşmesi, alışık bir durum değildir. Mesela Baveryalı bir tır ve otobüs şirketi, 50 yıl önce Almanya dışında en büyük üretim tesisini Ankara’da kurmuştu, ama Avrupa’da da üretimini sürdürdü.
Günümüzde farklı gelişmelerin olduğunu görüyoruz. Örneğin kökleri 150 yıl öncesine uzanan bir seramik yapı şirketi, Saarland eyaletindeki faaliyetlerine son vererek, üretimini tümden Türkiye’ye taşıdı. Öyle gözüküyor ki bunun devamı gelecek gibi. Kapitalist devletlerin sadece şirketleri değil, vatandaşları da ‘B’ planını düşünmeye başlıyor. Mesela Kanada’da Almanların yerleştiği bir bölge oluşmuş. Buraya daha önce yerleşen bir yatırım uzmanı gelmek isteyenlere yol gösteriyor.
Sermayenin yer değişimi, araç gereç ve bilgi dışında nitelikli insan kaynağını da gerektiriyor. Bu gelişmelerden yararlanarak, Almanya’da bulunan son nesil Türk-Alman vatandaşı gençlerde yer değiştirmeye başladı. Şirketler günlük iş süreçlerinde kolaylık sağlayabilecek, hem nitelikli hem de Almanca-Türkçe köprü görevi yapabilecek elemanlara, sürekli ihtiyaç duyuyor.
Almanya Dışişleri kaynaklarına göre son on yılda sayıları 40 bine varan ‘Alman-Türkleri’ burayı terk ederek, Türkiye’ye yerleşmiş. Geçen yıl yaklaşık 6 bin insan ‘temelli dönüş’ yapmış.
Alman girişimcilerin sadece Türkiye’ye değil, Çin ve Dubai gibi ülkelere yatırım amaçlı odaklanmaları, dünya sermayesinin de dikkatini çekmekte. Bu bağlamda ABD merkezli sermaye çevrelerinin de, Alman şirketlerine tekliflerde bulunmaları ve ABD’ye çekme girişimi, gündem konusu olmaya başladı.

ALMAN ŞİRKETLERİNİN ALMANYA’YI TERK ETME SEBEBİ NE OLABİLİR?

Avrupa’daki ekonomilerin aleyhine işleyen süreç, Alman şirketlerine burada ‘zararına’ devam etmeyi ya da dış dünyaya açılarak, kâr yapabilecek imkanları zorlamayı dayatıyor.
Pandemi döneminde ekonomilere kilit vurulmasının olağandışı sonuçları, kısa vadede aşılamadığı ortaya çıkıyor. Avrupa’nın enerji kaynağı olan Rusya – Almanya doğalgaz hattının, terör saldırısıyla kopartılması, Almanya’nın en büyük üretim tesislerini olumsuz etkiledi.
Bu etki domino taşlarını birer birer deviriyor ve çeşitli branşları yıpratıyor.
ABD’den deniz yoluyla satın alınan en pahalı sıvı gazın, burada inşa edilen yeni sistem tesislerinde kullanıma hazırlanması, yüksek maliyete neden oluyor. Yüksek maliyet elektrik ve akaryakıt faturalarında, tüketicilerde kendisini en acı biçimde hissettiriyor.
Tüm iş branşları da acı reçeteden nasibini alıyor ve tasarruf arayışlarına yöneliyor. Sabit sermayenin sabitsizleşmesi ve işçilik maliyetleri günün sonunda beklenen kârı olumsuz etkiliyorsa ve ufukta bunun sonu gözükmüyorsa, girişimciler oturup düşünmeye başlar.
Çıkış yolu arayışı şu soruyu yöneltiyor; burada olmuyorsa, dünyanın başka yerinde kazanabilir miyim? Önceki yıllarda AB’ye katılan Balkan ve Doğu blok ülkelerine de sermaye ihracı olmuştu.
Burada da ucuz işçilikle daha çok kâr hedefleniyordu, ancak bu ülkelere ilgi ve trend düştü, çünkü enerji sorunu tüm Avrupa kıtasını kapsıyor.
Sermaye açısından vergilerin, maliyetlerin ve işçilik giderlerinin, Almanya’dan çok daha düşük ancak çalışma saatlerinin daha uzun olduğu, yatırım cenneti keşfedilmeli. Arzulanan en ideal model, sosyal devlet ve sendika müdahalesinin büyük oranda devre dışı kaldığı modeldir.
Bu modelin mimarı küresel ideologlardır. ‘Küreselleşme’ Avrupa’daki girişimcilere şunu ‘öğretti’: “Yatırımını üretimin en ucuz olduğu yere yapacaksın!”
Küreselleşme dayatmalarına karşı ‘Alman milli burjuvazisi’ diye bir sınıfın yükselişi olmadı. Ancak halk içerisinde ve bazı siyasi partilerde ‘milliyetçi’ tepkiler büyüyor.
Bugün dünyanın bir tarafı üretiyor, diğer tarafı tüketiyor. ‘Herkes’ ucuz yerden satın alıyor.
Dolaysıyla şirketler üretim ekonomisiyle spekulasyon ekonomisi arasında, karar vermeliler.
O halde Almanya’dan, daha düşük maliyetle daha verimli üretim yapılabilecek, yer bulunmalı.

TÜRKİYE NEDEN ALMAN ŞİRTKETLERİN İLGİSİNİ ÇEKİYOR?

Bunun nedenini en başta insan kaynağına bağlayabiliriz. Türkiye’de 10 milyondan fazla genç dinamik ‘hazır’ nüfus var. Almanya bu konuda can çekişiyor ve dışarıdan iş gücü talep ediyor.
Almanya’daki haftalık yasal çalışma saatleri 35 ile 38 saattir. IG Metal gibi güçlü sendikalar üretim branşlarında ücret artışları için, sürekli başarılı mücadele veriyor. Yıllık 12 maaş dışında, ilave izin ve noel ikramiyesi verilir ve genelde hafta sonu tatildir. Çalışanların %14’ü asgari ücret alıyor. Devlet çocuk başına para yardımı ve işsizlik döneminde geçici maaş ve bunun ötesinde vatandaşlık maaşı gibi olanaklar sağlıyor. Dikkat! Türkiye’deki vatandaşlar avroyu TL’ye çevirerek, Almanya’da ‘çok yüksek’ maaş veriliyor algısına kapılmasın. Almanya’da ev kiraları ortalama 1000 avro ve günlük temel gıdalara, elektriğe ve akaryakıtlara yüzde 100’den fazla zam geldi. Milyonlarca insan banka kartlarına borçlanarak ay sonunu getirmeye çalışıyor.
Kısa bir parantez açalım. İşçilik dünyanın hemen hemen her yerinde aynıdır. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet azınlık sınıfın elinde olduğu sürece, çoğunluğu oluşturan işçiler ‘zengin’ olamaz! ‘Sistem’, yapısı gereği insanı yıllarca mülkiyetsiz bırakmalı ki, birey hırslansın ve yıllarca çalışarak ev ve ya arabasına, yani ‘kutsal’ mülkiyetine kavuşsun. Tabi ömür yeterse.
Yukarıdaki satırlarda yazdığımız gibi sermaye için “en ideal model, sosyal devlet ve sendika müdahalesinin büyük oranda devre dışı kaldığı modeldir.”
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, Avrupa’ya en yakın ve yasal çalışma saatleri en uzun olan ülke, haftalık 45 saatle Türkiye’dir. Çalışanların yüzde 40’dan fazlası asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışıyor. Türk-İş’in zam talepleri maalesef beklenenin altında sonuçlanıyor. Sosyal hakları Almanya’yla kıyaslamaya bile gerek kalmıyor.
Alman şirketi Türkiye’ye yerleştiğinde, çalışma dünyasının kendi lehine olduğunu görüyor. Mevcut sistemin ekonomi politik rotası, ekonomiyi büyük oranda ithalata bağımlı hale getirmiştir.
Bu da Alman ürünleri için büyük avantajdır.
Diğer yandan AB ve Türkiye arasında gümrük ithalat süreçlerinin esnekleştirilmiş olması, şirketler için ayrıca bir artıdır.
Almanya’daki şirketin mimarisi ve işleyiş biçimi ‘kopyalanarak’ Türkiye’de kurulabilir. Peki Almanya’daki ücret, çalışma saatleri, izin, ikramiyesi vs. referans alınarak, Türkiye’deki iş yerinde iyileştirme açısından katkı sağlayabilir mi?