Almanya'da sanat ve fikir 'özgürlüğü'-1
Yüksek eğitimli laik olarak adlandırılabilecek tabakaya ait insanlardan sıkça duyduğum bir şey: Avrupa’nın kalbi Almanya’da yaşamanın, sanat ve fikir özgürlüğü açısından ne kadar da büyük bir şans olduğu, Türkiye’de ise fikir, sanat ve ifade özgürlüğünün olmadığı veya kısıtlandığı.
Böyle düşünenler Avrupa’da bir sanatçının, fikirleri veya duruşu yüzünden asla engellenmeyeceğini, sansürlenmeyeceğini zannederler.
Ancak bu bir yanılgıdır. Gerçek şu ki, yüzeyde temcit pilavı gibi tekrarlanan gül pembemsi bireysel özgürlük ve insan hakları söylemleri aslında altta yatan acımasız bir sansür mekanizmasını kamufle etmektedir. Kanunen sanat ve fikir özgürlüğü koruma altında olsa da, bu özgürlük fiilen bulunmamaktadır.
DEVLET BASKISI YERİNE OTO SANSÜR
Batı’daki sansür mekanizmasını diktatörlüklerdeki gibi bir devlet kurumu uygulamıyor. Fikir ve ifade özgürlüğünün kalesi olması gereken ve demokratik tartışmayı sağlamakla görevli olan yayın organlarının ve medyanın yükümlülüklerini yerine getirmemeleriyle gerçekleşiyor bu dolaylı sansür. Bu organlarda mevcut hakim ideolojiye aykırı görüşler - genç Alman gazetecilerin %90’ı kendilerini liberal sol olarak tanımlamakta! - daha başından devre dışı bırakılıyor, bahsedilse de saptırılarak aktarılıyor, ama genelde yok sayılıyor. Böylece toplumsal tartışmada adını hak eden bir çok yönlülüğün oluşması imkansız hale geliyor. Mekanizma otonom bir şekilde, bir kuruma, örgüte, fiziki devlet baskısına gerek kalmadan oto sansür ile işliyor. Kimin yazabileceğini, sergileyebileceğini, sahne alabileceğini, duyulabileceğini sonuçta tüm derin etki yaratabilen tartışma mekanizmalarını sarmış liberal-globalist bir ideolojik hegemonya belirlemektedir.
Siz değerli Aydınlık okurlarına, ilk iki köşe yazımda Almanya’da bu ideolojik hegemonyanın kabul etmediği görüşlere sahip olunca bir müzisyenin nelerle karşılaşabileceğini bazı tecrübelerimden örnek vererek anlatacağım:
ALMANYA’YLA GURUR DUYMAK NASIL ENGELLENDİ
1) Yıl 2011. Toplumun her kesiminden 100’den fazla insanın katılımıyla bir pop müziği projesi gerçekleştirdik. Bu projede; etnik kökeni ve sınıfsal konumu ne olursa olsun, herkesin Almanya’ya pozitif bir duyguyla yaklaşmasını, yaşadığı ülkeyle gurur duyabilmesini konu almıştık. Daha sonraki yıllarda gitgide artan toplumsal ayrışmayı sezmiştik. Hem birlik ve beraberlik mesajı verecek, hem de elde edilen kazanç ile işçi çocuklarının özel müzik eğitimi almalarına maddi destek sağlayacaktık.
Şarkı, videosuyla beraber internette yayınlandıktan sonra başta bazı etkin kurumlar tarafından ilgiyle karşılanmıştı. Örneğin şansölye Merkel’in o zamanki sekreterliği bizzat Merkel’in teşekkürünü iletmiş, hükümet partisi CDU’nun Facebook sitesinde ''günün internet paylaşımı'' başlığıyla videonun tanıtımına katkı sağlamıştı. Projenin gerçekleştiği Hannover kentinin bölgesel radyo istasyonu projeyi şarkı listesine alarak tanıtacağı sözünü vermişti. Ancak bu olumlu gibi gözüken ilk yankılardan sonra eleştiriyi aşan çirkin ve antidemokratik tepkiler de görmeye başladık. O zamanlar üye olduğum SPD’nin gençlik kolları, örgütün Facebook grubunda paylaştığım videoyu sildi. „Bu tarz milliyetçiliği körükleyen projelerin genç sosyalistlerle bağdaşmadığını söylemekle yetindiler. Yanlış anlaşmayı ortadan kaldırmak üzere bu konuyu açıkça yüz yüze tartışma ricama yanıt bile verilmedi. Yetmedi; internette videonun yorumlarında ''faşist'' ve ''nazi'' olarak adlandırıldık. Halbuki özellikle her ırk, din ve sınıftan insanlar vardı. Hepsi birlikte Almanya’nın pozitif, örnek alınacak yönlerini öne çıkararak ''Almanya’yla gurur duyuyoruz'' mesajı veriyordu. Aslına bakılacak olursa, tam anlamıyla sosyal demokrat bir ilkeyi hayata geçirmiştik. Tamamıyla hoşgörü ve karşılıklı saygı anlayışıyla gerçekleşmiş bir proje, totaliter anti-milliyetçi, neoliberal-globalistlerin maşası olmuş bir sözde sol ideolojinin temsilcileri tarafından karalanmaya başlanmıştı. Bu zihniyetin ne kadar etkin olduğu ise zamanla ortaya çıktı: Bir sürü radyo istasyonu şarkıyı beğenmelerine rağmen, şarkıda geçen ''Almanya’yla gurur duyuyoruz'' sözleri görüntüsüz problem yaratabileceğinden dolayı şarkıyı çalamayacaklarını söylediler. En kötü haber: bölgesel halk radyo istasyonu da verdiği sözü tutmadı. Şarkı, bahsettiğim çevrelerin muhtemel baskısından sonra şarkı listesine alınmadı.
Netice: Çoğunlukla alt tabakaları oluşturan yabancı uyruklu işçi çocuklara yönelik iyi bir iş yapalım, düşmanlığa karşı birlikte gururlu bir ülkenin parçası olmayı dillendirelim derken, ''milliyetçi faşist'' kılıfı giydirilmeye çalışıldı. Hayda…
Almanların kendi kimlikleriyle olan sorunun ne boyutlara varabileceğini öğretti bana bu tecrübe. ''Almanya’yla gurur duyuyoruz'' demek insanların birçoğunu, hoşlarına gitse dahi, o kadar ürkütmüştü ki, projeyi kalıcı başarıya ulaştıracak cesaret ve irade ortaya çıkamamıştı. Milyonları mutlu edebilecek ve bir sürü insan tarafından destek görebilecek tamamen yapıcı bir projenin tanıtılması daha baştan imkansız hale gelmişti.