Almanya’da sanat ve fikir ‘özgürlüğü’ - 2
2) Yıl 2012. Geceleri takside direksiyon sallamaya devam. Tesadüf eseri, bir akşam Hannover konservatuarının eski keman profesörü Attila Aydıntan’ın oğlu, müzik teorisyeni ve besteci Marcus Aydıntan binmişti taksime. Yol boyu hoş sohbetimiz sırasında, Marcus Langenhagen kentinden, kentin 700. yıl dönümü kutlamaları için bir eser yazma teklifi aldığını söyledi. Benim doğuştan Langenhagen’lı olduğumu duyunca ise dedi ki: ‘sen yazmak istemez misin bu eseri bir Langenhagen’lı olarak?’ Ne hayırlı bir karşılaşma oldu; gurbetçi olduğum Almanya’da ilk kez bu kadar değerli ve sorumluluk içeren bir görevi üstlenmek teklif edilmişti bana. Hemen işe giriştim. 2 ayda, oda orkestrası, kilise orgu, bağlama, vurmalı çalgılar ve didgeridoo için 20 dakikalık bir eser besteledim. Minimal bir bütçeye ve az provaya rağmen eser o kadar beğenilmişti ki, kentin tarihi Elisabeth kilisesini dolduran halk dakikalarca ayakta alkışladı ilk (ve bugüne kadar son) seslendirilişini. Ancak Almanya’da doğup büyüyen bir Türk işçi çocuğunun bestelediği eserin icrası, kentin 700. yıl kutlaması töreni konserinde tıklım tıklım dolu olan tarihi kilisede tüm halkı coştursa da, bu hadisenin basın için yeterince haber değeri yoktu. Sadece Langehagen’da bedava dağıtılan haftalık mahalle gazetesinde tek bir cümlenin arasında “Kemal Cem Yılmaz’ın Langenhagen için bestelediği şarkı”dan bahsedildi. Halbuki o “şarkı” diye adlandırılan, kutlamanın ana eseri, 40 kişilik bir senfonik yapıt idi: “700”. Türk ve Müslüman bir işçi çocuğunun toplumdaki yeri belliydi. Olsa olsa bolca şiddet ve küfür saçan rap şarkıcısı olurdu, senfonik besteci değil. Liberal ve sözde sol hegemonyanın üstünlük kompleksi bunu gerektiriyordu çünkü.
MEHMETÇİĞİ SAVUNMAK NEFRET SÖYLEMİ SAYILINCA
3) Yıl 2017. İlk kaydım yayınlanmıştı. Bach’ın meşhur Goldberg Varyasyonları. Einbeck kentinde Bach’ın bu başyapıtını icra etmek üzere davet edildim. Aynı zamanda gerçekleşecek bir genç piyano yarışmasında ise jüri üyesi olarak katılmam rica edilmişti. Yani tüm Einbeck’li müzik severler bu müzik şöleni kapsamında benimle tanışacaktı. Birden bir e posta: Sosyal medyada Türkiye’nin PKK terör örgütüne karşı kararlı müdafaa hakkını savunduğum için şiddeti övmüşüm ve bu festivalin barışçıl felsefesine aykırı davrandığım için festival yönetimi tarafından benim hem konser programından hem de jüri üyeliğinden çıkarılmama karar verilmiş. “Hele genç insanlara ve hele Bach’ın eserleriyle” iyi bir örnek olamazmışım... Cevap olarak yanlış bir anlaşma olduğunu, bu meseleyi konuşarak çözebileceğimizi yazdım. Hiç bir zaman hiç bir halka, dine, ırka, cinse vs. karşı bir nefret söylemim olmadığını anlattım ama cevap gelmedi. Oto sansür yeni bir boyuta ulaşmıştı. Artık görmezden gelmenin ve karalama kampanyalarının yanına bir de bir tür ajanlık eklenmişti. Sosyal medya hesabı kurcalanarak davet edilen sanatçının siyasi ve dünya görüşü incelenmeye başlanmıştı. Bunun sanat özgürlüğü ile ne alakası olduğunu bugüne kadar anlamış değilim. Anlaşılan ise şuydu: aşırı sağcı ve yobaz terörünü lanetlemek onaylanıyordu, ama PKK terörünü lanetlemek nefret söylemi sayılıyordu. Bunu yapan bir sanatçıya sahneyi dar hatta imkansız etme gereği duyuluyordu.
DOĞRUYU SÖYLEYENİ…
4) Yıl 2018. Bielefeld şehrinin kültür derneği beni konsere davet etmişti. Hatta amatör besteci olan dernek başkanı benden bestelediği bir piyano parçasının ilk seslendirilişini rica etmişti. Ve bir kez daha benzer bir durumla karşılaştım. Bu sefer, Dresden’deki ulusalcı protestocuların önemli bir kısmının yabancı düşmanı olmadığını, hatta aralarında birçok yabancı dostu da bulunduğunu söylediğim için. Bir kez daha fikir ve medya hegemonyasına aykırı bir gerçeği ifade ettiğim için sanatçı olarak sansürlendim. Dernek başkanı bana telefonda, doğru ve barışçıl tutumumdan şüphesi olmadığını söyledi. Ancak yönetim kurulunun çoğu üyesi, derneğin bir önceki yıl aldığı entegrasyon ödülüyle benim duruşumun bağdaşmadığı görüşünde olduğundan konserimin iptal edilmesi yönünde karar alındığını belirtti. Entegrasyonu asıl engelleyen tutumun bu olduğunu söyledim. Dernek başkanı bunun üzerine tüm yönetim kuruluyla bu meseleyi yüz yüze konuşmayı teklif etti. Ne oldu sonra? Olan oldu. Bir daha dernek başkanından haber almadım. Buna benzer daha nice hikayeler var ilkokul yıllarıma kadar dayanan. Dışlanma, küçük görülme ve sonunda da sansürlenme tecrübeleri, örnek gösterilen Batı’nın liberal düzeninde de yaşanıyormuş demek. Elbette liberal düzende aykırı sanatçı hapse atılarak susturulmuyor. Öyle olsa belki insanlar haksızlığın farkına varıp karşı koymaya başlarlar. Hayır, Batı’nın liberal düzeninde o istenmeyen sanatçı yok sayılarak, iptal edilerek, hak ettiği asgari ilgi bile gösterilmeyerek susturuluyor. Kendisi fiziken hapse atılmıyor ama eserleri ve fikirleri görmezden gelinerek anlamsızlık hapsine atılıyor. Avrupa’da sadece sözde var olan sanat ve fikir özgürlüğünü, Türkiye’nin özde kurup teminat altına alması, biz gurbetçilerin umududur.