Altın Adam: Hasan Ali Ediz
Genç bir arkadaşın Çehov çevirisini okumakta Hasan Ali. Metinde, iki parasız serseri, cenazeye gitmekte. Çevirmen, ikilinin törenden sonra kente dönüşlerini anlatırken “sıfır numara tramvaya binip döndüler” demiş. Ediz, önce ne demek istendiğini anlamıyor. Mezarlık tarafında çalışan tramvayın plaka numarası mı sıfır? Bilemeyince öykünün Rusçasını buluyor. İş başka türlü. Genç meslektaşı kendine güvendiği için araştırmamış. Zira Rus dilinde bizdeki tabanvayı karşılayan, “sıfır numara tramvay” diye deyim var. Kısacası öyküdeki iki kişi, mezarlıktan yayan dönüyor...
Yirmilerde Askerî Tıbbiye’de öğrenciyken siyasal eylemlere karıştığı için Aydınlık dergisi sorumlularıyla okuldan atılır Ediz. Tıbbiye diyorum, az şey değil! İsmet Paşa’nın deyişiyle çok feyizli ocak: Buradan her şey çıkar; şair, politikacı, işadamı, devrimci! Hatta bazen doktor bile çıkmakta! 1925 yılında Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı, Hasan Ali Ediz, Nâzım Hikmet, Şevket Süreyya gıyaben on beşer yıla mahkum edilir. Takrir-i Sükûn yasasının ardından hükümet Aydınlık ve Orak-Çekiç dergilerini kapatır. Oysa Orak-Çekiç’in son sayılarında Şeyh Sait İsyanı’na karşı hükümeti destekleyen yazılar bile yayınlanmaktadır. Son tahlilde, gelecekte neler olabileceğini kestiren bazı solcu önderler, aralarında Hüsnü ve Ediz de olmak üzere yurtdışına çıkar.
Çıkış, Moskova’yadır. Orada beş yıl ekonomi ve sosyoloji öğrenimi gören Ediz, 1929’da yurda dönüp bir süre içerde yatar. Ardından Kurun’da çalışır. Adamımızı bu gazetenin propaganda servisine Medeni Berk yerleştirir, ayda on lira maaş; öğlen yemekleri için bana, Tekel’e gelirsin diye tembih eder. İlk görev, bürodaki sandalyeleri yüklenip Bab-ı Âli yokuşunu tırmanarak tamire götürmektir. Sonrasında Tan, Son Posta, Haber, Cumhuriyet gibi gazetelerde çalıştı, memur olarak İstanbul Devlet Kitapları Döner Sermaye Müdürlüğü’nde görev yaptı. Bir altın adam. Kalem, Tercüme, Yeni Edebiyat, Yeditepe dergilerinde yazdı, Gogol’ü, Gorki’yi, Dostoyevski’yi, Puşkin’i, Çehov’u, Ehrenburg’u çevirdi. Ediz ipi göğüsleyene dek orijinalinden Rusça çeviren kişi memleketimizde yok denecek kadar azdı.
Mete Tunçay’ın Türkiye’de Sol Akımlar’ında, 1925 - 1936 arasını anlatan ikinci ciltte, TKP içindeki iktidar mücadeleleri, tutuklamalar, hapislerle örülü olayların arasında adı sık geçer. İlgi çekici hatıralardan biri Nâzım Hikmet ile yaşadığı çatışma ve küslüktür. Hatta Benerci Kendini Niçin Öldürdü’de esas oğlana ilk taşı atan Somadeva karakterinin Ediz’i temsil ettiği söylenir. Ediz de boş duracak değil. Gülmece ustası Zoşçenko’nun Çarın Çizmeleri adlı eserini yayına hazırlarken kitap için yazdığı sunuşta kendisinden önce yazarı çevirenlerden söz ederken Nâzım’ı es geçer. Halbuki şairimizin en gurur duyduğu işidir bu. Şairin, o ilahi Savaş ve Barış’ı da çevirdiğini anımsatmalı.
Ediz, hiçbir zaman gereğince değerlendirilmedi. Hakkında çok az kaynak var. Bulabildiğim sadece Mehmet Seyda’nın 1960’ların sonunda hazırladığı Edebiyat Dostları adlı röportaj derlemesi. Dopdolu bir hayatın ışığı taşıyor kitaptan: Balkan Savaşları ile geçen çocukluk; Sırp, Boşnak ve Yahudi arkadaşlar, farklı dillere tanıklık. Sonradan çevireceği, o müthiş kitaba adını veren (İnönü’nün en sevdiği kitap) Drina Köprüsü’ndeki oyunlar, ailecek İstanbul’a göç ediş, edebiyat merakı, yazın yaşamına ilham veren kişi ve yapıtlar, Refik Halit ve Ruşen Eşref imzalı, dilimizdeki ilk Dostoyevski çevirileri, sosyalizmle tanışma, aydınımızın devrime bakışı ve bir bütün hayat. Hiçbiri yeterince değerlendirilmedi.
Evet, bilinen Hasan Ali’ler arasında Yücel veya Toptaş kadar “değerli” bulunmuyor bugün Ediz. Fakat çalışmalarını toparlamak gerek. Örneğin İspanya İç Savaşı hakkında yazdığı İspanya’da Neler Oluyor önemli, o tarihteki TKP, olan bitene nasıl bakıyordu acaba? Üstelik Ediz’in yazdığı, Doğan Kardeş Yayınları arasından çıkan nefis bir seri var: Yazının Hikâyesi, Eşyanın Hikâyesi, Işığın Hikâyesi; hiçbiri ortada yok bugün. Yıllarca yazdığı gazete yazılarından haber veren zaten yok! Yine de kadirbilirlik: Yordam Kitap Ediz’in eşsiz Suç ve Ceza ile Anna Karenina çevirilerini bastı; hatırlatalım.
Gelgelelim altın adamın Yusuf Ziya Ortaç’a, İstanbul’a geldiğinde verdiği, elleriyle diktiği, arkasını un bulamacına batırılmış bezle yapıştırdığı, üstüne geçirdiği mukavvayı renkli kalemlerle boyadığı üç cilt şiir defterinin akıbeti bugün belirsiz. Ortaç, haber de vermemiş şiirleri okuduktan sonra. Beğenmedi mi acaba? Dosya geri alındı mı, şairde mi kaldı... Kim, kimler bilebilir?
Tarık Dursun, Ben Unutmadan’da anlatıyor; küçük ve güleç adammış Hasan Ali; bu ülkenin en çok yağmalanan sanatçılarından... Her çevirisi bir şekilde birileri tarafından çalınmış. Hem de virgülüne, noktasına dokunulmadan. Sonra da metnin üzerine ben yaptım diyerek kendi adlarını yapıştırmış bizim “hakkaniyetli” edebiyat âlemi. Yine de Ediz muzip. Gülerken gözleri gülermiş. Ama herkesle mahkemelik, her Rusça çevirenle neredeyse... Şöyle anlatıyor: “Ben çevirilerimde mutlaka kasıtlı bir yanlış yaparım; bakalım derim, bu yanlışı da kendilerine mal edecekler mi?” Ediyorlar tabii... Misal bir Çehov çevirisinde Ediz, bir meyveye kasıtlı olarak kiraz demiş. Oysa Rusya’da, iklim gereği kiraz yok, sadece vişne var. Ama tabii herkes kiraz diye ç(alıp) çevirmiş. Ediz’i hatırla! Unutma ey okur...
28 ve 29 Eylül Cumartesi - Pazar, Tanpınar, Uşaklıgil ve Sabahattin Ali anlatmak için İzmir’e geliyorum, detaylı bilgi info@akademinar.org adresine bir e-posta atarak alınabilir; bir de bu!