Amerikan emperyalizmine karşı durmanın bedelleri

Soğuk savaş dönemini Demirbaş adlı şarkısında pek güzel anlatan Fikret Kızılok,

Kennedy öldürülmüş,
Migros açılmamıştı.
Beatles ortada yokken,
Ekonomi bomboktu.
Bilgisayar bulunmuş,
Deniz gezmiş asılmış,
Papa yine değişmiş,
Mandela hapisteydi…

sözleriyle tanıklık ettiği dönemdeki dünya siyasetinin fotoğrafını çizmişti.

Hakikaten Apartheid rejimine karşı mücadeleleri nedeniyle hapsedilen Nelson Mandela, 27 yıllık tutukluluğu boyunca çeşitli kişi ve ülkelerden önemli destek görmüştü. Bu destek, Güney Afrika hükümeti üzerindeki uluslararası baskının sürdürülmesinde ve sonunda 1990'da serbest bırakılması sürecinde çok önemli bir rol oynadı. Onu destekleyen tüm liderlerin açıktan Amerika düşmanı olması ise dikkate şayandır. Belki biraz da bu yüzden başta Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku Ülkeleri Afrika Ulusal Kongresi (ANC) gibi Güney Afrika'daki diğer kurtuluş hareketlerine mali ve askeri destek sağlamıştı. Öte yandan Tanzanyalı Julius Nyerere, Zambiyalı Kenneth Kaunda ve Mozambikli Samora Machel gibi liderler ANC'ye ve diğer kurtuluş hareketlerini desteklediler. 1967 tarihli bir belgeye göre Güney Afrika’nın ırkçı rejimini protesto etmek için Türkiye’nin Fas büyükelçisi Vecdi Türel de Tanzanya’daki uluslararası bir kongreye katılmıştı.

BATI EMPERYALİZMİNE KARŞI MÜCADELE

Yaser Arafat, Fidel Castro ve Muammer Kaddafi arasındaki ilişkiler, 20. yüzyılın ikinci yarısında vuku bulan uluslararası politikanın ve Mandela ile dayanışmanın devrimci hareketleri ve dinamiklerine göre gelişmişti.

Farklı geçmişlere ve siyasi ideolojilere rağmen bu üç lider, Batı emperyalizmine karşı ortak muhalefetlerinde ve dünya çapındaki kurtuluş hareketlerine desteklerinde ortak bir zeminde buluşmuşlardı.

Hakikaten Güney Afrika'daki apartheid karşıtı mücadelenin ikonik lideri Nelson Mandela, Küba'nın devrimci lideri Fidel Castro'ya derin bir saygı duyuyordu. Bu hayranlığın kökleri Küba'nın Afrika kurtuluş hareketlerine olan sarsılmaz desteğinden kaynaklanıyordu. 1991 yılında Nelson Mandela, desteğinden dolayı Castro'ya kişisel olarak teşekkür etmek üzere Küba'yı ziyaret etmişti. Mandela, Havana'da yaptığı konuşmada “Buraya Küba halkına borçlu olduğumuzun bilinciyle geliyoruz. Başka hangi ülke, Küba'nın ilişkilerinde sergilediği özveriden daha fazlasına Afrika için işaret edebilir?" şeklinde şükranlarını dile getirmişti.

İşte bu ziyaret, baskıya ve sömürgeciliğe karşı mücadelede güçlenen birliğin simgesi olarak iki lider arasındaki bağları güçlendirmişti.

Öte yandan Nelson Mandela'nın Libya lideri Muammer Kaddafi ile ilişkisi de uluslararası toplumun gözünde önemliydi. Batılı ülkeler ANC'yi terör örgütü olarak nitelendirdiğinde Kaddafi, mali ve askeri yardım sağlıyordu.

LİBYA’YA ZİYARET

Mandela hapishaneden çıktıktan sonra Kaddafi ile yakın münasebetlerini sürdürmüş ve ondan sıklıkla kardeş olarak söz etmişti. Bu bağ, uluslararası yaptırımlara ve yaygın kınamalara rağmen Mandela'nın 1994'te Libya'yı ziyaret etmesiyle alenen ortaya çıkmıştı. Mandela, apartheide karşı mücadelenin ne popüler ne de kârlı olduğu bir dönemde destek verenlere sadakatin önemini vurgulayarak Kaddafi ve Arafat ile ilişkisini savunmuştu. Bu noktada her iki lider de anti-emperyalist söylemleriyle Batı egemenliğini ve kapitalist sömürüyü daha geniş bir mücadelenin parçası olarak görüyorlardı.

Mandela, Castro, Arafat ve Kaddafi ideolojik farklılıklarına ve eylemlerini çevreleyen tartışmalara rağmen, Amerikan hegemonyasına meydan okuma ve kurtuluş hareketlerini destekleme konusunda ortak bir kararlılığa sahiptiler. Öte yandan Mandela, Yasser Arafat'la yakın ilişkisi ve Filistin davasına verdiği açık destek nedeniyle, özellikle İsrail’in Amerika gibi müttefiklerince eleştirilere sebep olmuştu. Mandela’nın Filistin’deki heykeli bu dostluğun bir nişanesidir. Onun, Filistin'e verdiği desteğin, adalet ve insan haklarına olan bağlılığı halen Güney Afrika’da bir devlet politikasıdır.

Her Amerika emperyalizmine düşman olan ve bedel ödemeyi göze alan devlet lideri gibi Mandela, Arafat, Castro ve Kaddafi'nin mirası, insan hakları ihlalleri ve otoriterlik suçlamaları ile gölgelenirken, onların Afrika kurtuluş hareketlerine verdikleri destek, uluslararası siyasetin önemli bir yüzü olmaya devam ediyor.