Amerikan emperyalizminin çöküşü

Batı Emperyalizmi’nin yükselişi Doğu’nun gerilemesiyle olmuştur.

Marko Polo, Çin’e gittiğinde Cengiz Han’ın torunu ve Çin İmparatoru Kubilay Han onu bir “barbar” veya “babun” ifadesiyle tanımlamıştı.

Marko Polo ve babası ise yola çıkarken Vatikan’daki papazları, “Orada hristiyan olmayı bekleyen milyonlarca kafir var” diye ikna etmişti.

Kubilay Han ise tüm inançlara aynı mesafedeydi o çağda.

Öyle ya, 1298’de barut, pusula, kömür, kağıt para ve laiklik Çin’de, veba, haçlı seferi ve engizisyon Avrupa’daydı.

700 yıl sonra yine aynı yere dönüyoruz.

Çin merkezli Asya, ABD merkezli Batı’yı geride bırakıyor.

Hem de emperyalist olmayan bir yöntemle.

Tıpkı eski İpekyolu gibi, ticarete dayalı işbirlikleriyle.

Zaten “Kuşak ve Yol” inisiyatifi de eski İpekyolu’nun yeniden hayata döndürülmesiyle ilgili.

Amerikalı yazar Shane Quinn, Amerikan İmparatorluğu’nun çöküşünü 1949’a tarihlendirmiş!

Quinn’e göre, 1949’da Çin komünist devrimine engel olamayan Sam Amca, Roosevelt’in tüm dünyaya hakim olma hayallerine de veda etmiş oldu.

İlginç bir yaklaşım ama incelemeye değer.

Hitler’i ABD değil asıl SSCB yendi ama o da 1989’a kadar dayanabildi.

Kaderin cilvesine bakın ki en sonunda kazanan sabreden Mao ve Şi oldu.

Bu açıdan bakıldığında Quinn haklı.

1948’de ünlü Amerikan diplomat ve stratejistlerinden George Kennan, “Dünya servetinin yarısına sahibiz ama nüfusumuz sadece yüzde 6’sı. Bu dengesizliği koruyabilmemiz için çok güçlü olmamız lazım. Bunun için de duygusallığı, demokrasiyi,insan haklarını filan bir tarafa bırakıp, mutlak güç sahibi olmaya, karşıtlarımızı ezmeye bakmalıyız” demişti. (Kaderin cilvesidir, Kennan ile aynı isme sahip Kenan Evren bizzat bunu Türkiye üzerinde uyguladı. HV)

Kennan, Amerikan karar alıcıları arasında “güvercin” olarak bilinenlerdendi bir de!

Bizim de Amerikalıların emrine asker gönderdiğimiz 1950’deki Kore Savaşı, ABD’nin 1949’da yediği gole ilk cevabıydı.

Bu savaşta Mao Zedong’un asker olan öz oğlu da yaşamını yitirmişti.

Tıpkı 2. Dünya Savaşı’nda Joseph Stalin’in oğlunun da Almanlara esir düşmesi ve sonrasında Nazi generallerle takasın bizzat babası tarafından reddedilmesi sonucu kurşuna dizilmesi gibi.

Ne Roosevelt’in, ne Çörçil’in ve ne de Hitler’in her hangi bir yakınının savaşta öldüğünü ben duymadım.

Tüm Asya devrimcileri gibi Atatürk de savaşarak geldi, gazi oldu..

Gandi barışçıydı ama bir an bile ölümden korkmadı. Kendisi ve ailesi hain suikastlerde öldürüldü.

Batı liderleri ile Doğu’nun devrimci liderleri arasındaki temel fark buradadır.

Birisi para için savaşır, diğeri halkının geleceği için.

Neyse konuyu fazla dağıtmadan devam edelim...

Mao Zedong, Amerikan destekli Milliyetçi Çinlileri (Komintang) yendi ve Tayvan adasına sürdü.

ABD’nin yenilgisi 1949’da Mao’yu engelleyememekle başladı. (1962-75 Vietnam ve Hindi Çini yenilgileriyle de bu pekişti)

SSCB’nin giderek emperyalist bir hal alması bu yenilgiyi önledi.

SSCB ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin yıldızı barışmadı.

Ve fakat bugüne gelindiğinde, Vladimir Putin gibi bir strateji dehasının sayesinde, Çarlık Kartalı simgesini bayrağında taşıyan Rusya, Komünist Çin ile stratejik işbirliğine girdi.

Amerika’nın yenilgisi bununla pekişirken, bir darbe de Avrupa’dan geldi.

AVRUPA’NIN ABD’DEN KOPUŞU BAŞLADI

Almanya 2. Dünya Savaşı’nda yenildi, Fransa zaten yenikti, İngiltere ise ABD’nin öz kuzeniydi.

1945 sonrası ortaya çıkan dünyada “Batı” olarak tanımlanan şey, ABD ve onun emrindeki Batı Avrupa idi.

Avrupa Birliği, ABD ve Batı sermayesinin desteklediği bir örgütlenme olarak ortaya çıktı.

ABD’den farkı sadece biraz daha “medeni” olmasıydı.

Emperyalist hedefler ise ortaktı.

Fakat Reagan ve Thatcher ortaklığında başlatılan küresel liberalizmin ömrü tıpkı Cem Boyner’in Kemal Derviş ile kurduğu liberal partisi gibi kısa ömürlü oldu. (D. 1980 – Ö. 2008)

Geçen yılın Kasım ayında Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Budapeşte’de Çin ile 16 Avrupa ülkesinin bir araya geldiği Çin-Doğu ve Orta Avrupa Ülkeleri (CEEC) Zirvesi’nde şu sözleri sarfetti:

“Artık Doğu’nun yıldızı yükseliyor. Asya’nın yükselişinin damgasını vurduğu bir döneme giriyoruz.”

Bu zirvede, Budapeşte – Belgrad arasında 2 buçuk milyar avroluk modern kargo demiryolu yapımı anlaşması imzalandı. Finansmanın yüzde 85’ini Bank of China karşılayacaktı. AB üyesi olan Macaristan

ile AB üyesi olmayan Sırbistan arasında böylesine önemli bir ulaştırma projesinin başlaması Brüksel’i memnun etmese de, Avrupa’daki yeni gerçekliği anlatan bir olaydı bu.

Çin bu hamlesini, Yunanistan’dan kiraladığı Pire limanı ile Budapeşte’yi birleştiren demiryolu ağına Avusturya’yı da ekleyerek pekiştirdi. Çin’in bu 16 Orta ve Doğu Avrupa ülkesine yatırımları 2012’de 3 milyar dolarken bu rakam 2017’de 9 milyar dolara çıktı.

Brüksel’dekiler (gerek AB, gerek NATO Headquarters) ne düşünürse düşünsün, ABD’nin Batı Avrupalı müttefikleri, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya gibi 4 dev ülke de Viktor Orban’dan çok da farklı düşünmüyor aslında.

Son yıllarda Avrupa’nın önde gelen ülkelerinde yaşanan iç siyasetteki çalkantılar, aslen Atlantik-Asya çekişmesinden kaynaklanıyor.

Merkel’i ele alırsak, aralarındaki en Amerikancı lider olarak o bile artık ABD’ye bağımlılıkta zorlanıyor.

İngiltere, Almanya ve Fransa liderlerinin ağzından Çin’in Kuşak ve Yol projesini desteklediklerini açık-ladı. Bunun için eyleme de geçti.

Ancak ABD’nin etkisi azalırken, AB içindeki sıklet merkezinin de değişmesi, hatta AB’nin temel yapıtaşlarının oynaması da söz konusu.

Danimarkalı Saxo Bank’ın Baş Makro Analisti Christopher Dembikin, 2018 tahminlerinde, AB’nin eski başat aktörleri Almanya ile Fransa’nın, AB’nin sonraki üyeleri CEEC (16+1) ülkeleriyle ciddi bir jeostratejik kriz yaşayacağını ve AB’deki ağırlık merkezinin Franko Alman ekseninden Vizegrad ve dostları eksenine (Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve diğerleri toplam 13 Doğu ve Orta Avrupa ülkesi) kayacağını söylüyor.

ABD, gücünü silah ve zorbalığa dayarken, Çin yeni İpekyolu ile Avrasya’yı ve Güney’i birleştirme projesi yapıyor.

İşte bu yüzden 2018’de savunma bütçesi 700 milyar dolar olan ABD’nin, 216 milyar dolarlık savunma bütçesine sahip Çin karşısında yenilmesinin kaçınılmaz olduğunu yazıyorum.

Çünkü Amerika dünya servetinin yüzde 82’sini elinde tutan yüzde biri, Çin, Rusya ve tüm diğerleri ise dünya nüfusunun yüzde 99’unu temsil ediyor.

Evet, işte aynen bunu yazıyorum.