Amerikancılık

Biz ne zaman Amerika Birleşik Devletleri’nin 51. Eyaleti olduk?
Marmara Depremi’yle sarsılmıştık. O kapkara günlerde Clinton’lar gelmişti. Sanırım o zamandı; halktan biri “seçimlerde sizi destekliyoruz” gibi bir söz etmişti de şimdi kendisi başkan adayı olan Clinton’un hanımı “ah seçim burada olsa!” gibi bir karşılık vermişti. Acaba bu tuhaf diyalog, 51. Eyalet oluşumuzun ilanı mıydı?
Ülkemizde “tek seslilik” dönemi fenaydı; Başbakan yakasına kurdele iliştirip “radyomu istiyorum” demişti. Ardından haberleşme ve iletişimde çok-sesli olduk, özel yayıncılık başladı, özgürleştik. Yabancı, Amerikan ve İngiliz yayın şirketleri kendi adlarına “Türk” eklediler; kimse garipsemedi. Hatta bu kanallar ve sonuna ekleme yapmasa da sahibinin “yerli” olmadığı bilinenler “en prestijli” kanallar sayıldı.
İktidar, Oslo görüşmeleri diye bir iş yapıyormuş, sonradan bilgimiz oldu. Bu görüşmelerde bir “tarafsız gözlemci”nin de olduğunu öğrendik. Kimi kayıtlarda bu kişi için “hakem devlet temsilcisi” unvanı da kullanılmıştı. Türkiye’nin iç işlerinde, ülkenin en yetkili kurumlarının yanı başında, 1860’lardan bildiğimiz şu komiserlik düzenini anımsatan bu hal, kayıtlarda ve zihnimizde öylece dondu kaldı. Bunun hiçbir ciddi yansıması olmadı. Acaba bu durum 51. Eyalet oluşumuzun tescillenmesi miydi?
Rıza Sarraf ABD savcısı tarafından gözaltına alındı. Yüzümüze çarpan utanç verici ruh, “adil” Amerikan yargısının ve “korkusuz” Amerikan savcısının Türkiye’de hükümetten hesap sormaya girişeceği sevinci oldu. Şu adil yargı sahibi, Irak işgalcisi! El Garib işkencehanesinin sorumlusu! Guantanamo yapımcısı!.. Şili’de Allende hükümetinin savcısı....
Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığının meşruiyeti, Amerika gezisinde Amerikan Başkanı ile görüşecek - görüşmeyecek durumuyla ölçülür oldu. Hem iktidar hem de sözde muhalefet, ülkemizde meşruiyetin kaynağını Türk Ulusu’nda görmediklerini tavırlarıyla ilan ettiler.
Yabancı iki diplomat eskisi Türk Ordusu’nun darbe yapabileceğini söyledi. Belli ki böyle bir girişimden memnuniyet duyacaklar; başka bir deyişle Uzak Batı böyle bir niyeti destekleyebilecek... Akla zarar veren bu densizliğe haddini bildirmek gerekirken, gözler sözün muhatabı kuruma döndü; o da pek doğalmış gibi sakince yanıt verdi: “Yok böyle bir şey!”
Daha düne kadar Amerikan yetkilileri Türk toplumunda yüksek “anti-Amerikancılık” olduğunu ve bundan rahatsızlık duyduklarını söylemiyorlar mıydı? Hükümetlerden bunun giderilmesi için önlem alınmasını istememişler miydi? Anlaşılan istekleri yerine gelmiş, rahatsızlıkları fazlasıyla giderilmiş bulunuyor.
1950’li yılların süt tozu kampanyaları mantıksal sonucuna varmış görünüyor. Süt tozuyla beslenenler, siyasal muhalefet görüntüsü altında kendi bayağı çıkarlarının kavgasına tutuşmuş durumdalar. Kavgadan çıkabilmek için herşeyi mubah görür hale gelmişler. Gürültücü kuru kalabalık, Cumhuriyet döneminde görülmemiş ölçüde yüz kızartıcı bir oyun sergiliyor.
İlm-i siyasetle yol almaya çalışan, Türk Milleti’ni inkar edip yerine öznesiz ve iradesiz bir siyasal ümmet yerleştirmeye çalışan, BOP Eşbaşkanlığıyla neo-osmanlı rüyası peşinde Türkiye’yi savunmasız bırakan iktidar çevreleri, bu oyuna kendilerini kaptırmış gidiyorlar. Gürültüyü kendi gürültüsüyle bastırmaya çalışan çaresizlik, bu yüz kızarıcı oyunu sürdürmekten başka bir işe yaramıyor.
Kendine Uzak Batı’dan “abi” derleyip yol almaya çalışan iktidar ve muhalefet unsurlarına “kardeş, bir nefes dur, ne yaptığını düşün” demenin yararı yok. Tek etkili yol, içinde boğuldukları teslimiyete karşı cumhuriyetin onur savaşını yükseltmekten ibaret.
Yeni-anayasaya geçit yok!