Amerikancılık neye benzer?

Neoliberalizm tarafından yüzeyselleştirip içi boşaltılmadan önce siyaset, bir analiz işi, bir program tartışmasıydı. Halen de öyledir. Ama geçmişe oranla daha dar çevreler siyasetin bu analitik mirasını sürdürüyorlar. Vatan Partisi’nin, siyaseti bilimin emrine veren tutumu, siyaseti “show business” zanneden neoliberal zokayı yutmuş kesimlere, bu nedenle fazla “ağır” geliyor.
Erdoğan yönetimini zaman zaman sert biçimde eleştiren Vatan Partisi, iktidar seçeneği yaratmak amacıyla PKK’nın yasal uzantıları ve FETÖ ile açık veya örtülü işbirliğinin yanlışlığına işaret ediyor. Bu noktada en geçersiz itiraz, “geçmişte onlar yapmadılar mı?” sorusudur. Çünkü bu soru, geçmişte onlar yaptığına göre şimdi sıra bizde demektir ve aslında açılım sürecine ve FETÖ işbirliğine karşı olmadığınızın itirafıdır. Oysa siyaset bağcı dövmek için değil, programatik amaçlarınızı kamu gücü marifetiyle hayata geçirmek yani “üzüm yemek” için yapılır. Hataya hata demek, hatadan döneni tebrik etmek ve hatasını telafi etme gayretini teşvik etmek gerekir. O halde muhalefet çevreleri neden bu tutumu alamıyor?
Çünkü Millet ittifakının kaynakları daha en baştan sağlıksız bir zeminde oluştu. Bu birlikteliğin iç dürtüsü Erdoğan’a karşı tepkisel duygular, AK Parti’nin hatalarının biriktirdiği bıkkınlıklar ve ne olursa olsun iktidar olma arzusu oluşturuyor. Tabana yayılmış olan bu duygusal zemin, Erdoğan yönetimine program düzeyinde seçenek oluşturma ihtiyacını algılayamama sonucunu doğurdu. Dış dürtü ise Batı’nın Türkiye’de yeni bir hükümet arayışında olduğu ve Batı’ya “güven veren” bir seçenek üretilmesi halinde iktidar yolunun açılacağı hesabıdır. Oluşan iktidar denklemi hem içerde Batı’nın PYD-PKK ve FETÖ gibi operasyonel kuvvetlerine hem de onları yöneten Batı emperyalizmine selam göndermeyi gerektiriyor. Millet İttifakı bileşenlerinin S-400 olayı, NATO savunusu, Afrin Harekâtı’na karşı tutum konularındaki Batıcı tercihleri, Kılıçdaroğlu’nun 105 bin mağdur açıklaması vs. hatırlansın. Seçmenlerin bilinci böyle olmayabilir ancak hem iç hem de dış dürtü unsurları, nesnel olarak Amerikancı bir konumlanmaya tekabül ediyor. Dostlarımızın gözlerine perde indiren nefret duyguları veya zafer sarhoşlukları içinde görmek istemedikleri kısım bu. Ama kusura bakmasınlar, dost acı söyler!
Amerikancılık, kendisini her zaman, ulusal çıkarların kendine özgü bir savunusu olarak sunar. Burada kendine özgülük, “gerçekçilik” maskesi takar. Ülkesinin çıkarlarına emperyalist sistemin içinden bakanlar, kendilerini her zaman ulusal çıkarların “gerçekçi” savunusu kimliği altında sunmuşlardır. Amerikancılar içindeki iki kesimi birbirinden ayırmak gerekir. Birinci kesim, kararlı işbirlikçilerdir. Bunlar ne yaptıklarını gayet iyi bilen, “şahsi emelleriyle müstevlilerin emellerini” bilerek ve isteyerek birleştirmiş insanlardır. Bir zamanlar AB Türkiye temsilcisi Karen Fogg’un yazışmalar yaptığı ve Türk kimliğini nasıl zaafa uğratabileceklerini planladığı kesimler bu türdendir. İkinci kesimin varlığı, meseleyi biraz daha karmaşık hale getiriyor. Samimi yurtseverlik duyguları içinde olan ancak gerçekçi olmak, akılcı davranmak, varolan dengeler içinde hareket etmek, maceracı olmamak gibi gerekçelerle, nesnel olarak Amerikancı saflara yuvarlananları kapsıyor.
Sivas Kongresi’nde mandayı savunanların Mustafa Kemal’e karşı gerekçeleri neydi? Ülkenin koşulları gereği “gerçekçi” olmak ve maceracılığa prim vermemek değil mi!
Amerikancılığın safına yuvarlananlar günümüzde de AK Parti’ye karşı yüzde elli birin matematiğini kurabilmek için “gerçekçi” davranma zorunluluğuna sığınıyorlar.
HDP’nin desteğini almadan;
Zenginleri para karşılığı salınır, siyasal ayağa dokunulmazken “mağdur edilen” yüz binlerce FETÖ’cünün ve yakınlarının oy gücünü hesaba katmadan;
Üstelik Amerikan büyükelçisinin de “aferin” demeyeceği bir denklem kurmaya çalışmak gerçekçi olmazdı, değil mi? Amaç AK Parti’ye program düzeyinde bir seçenek oluşturmak değil, bir şekilde karşılık oluşturmaktı. Oluşturuldu. Ama bu karşılığın da nesnel olarak bir programa tekabül ettiği “gerçeğine” gözler kapatıldı.
Bu yüksek “gerçekçilik” Sivas Kongresi’nde kimin kayalıklarına vurarak parçalandıysa, yine aynı akıbetle karşılaşacak.